Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Nüfus Mühendisliği

Faysal Mahmutoğlu'nun "yeni" yazısı...


Tarihsel süreç içerisinde toplumlar için nüfus sorunu ve onun geleceğine dair kaygılar her daim gündemi meşgul etmiştir.

Nüfus devletler için önemli bir konudur. Nüfusun önemi ülkeden ülkeye ve zamana göre değişiklikler göstermektedir. Kimi ülkeler için nüfus aratışı sorun teşkil ederken, kimi ülkeler için de nüfusun azalması sorun haline geliyor. Üretim için genç ve dinamik nüfusa ihtiyaç vardır.

Tarihte nüfus; askeri, siyasi ve ekonomik bir güç unsuru olarak da görülmüştür.

Özellikle günümüzde bazı siyasetçiler nüfus konusunu ülkenin geleceğinin bir inşası olarak görmekte ve bu duruma ilişkin söylem geliştirmektedirler. Kişinin en az kaç çocuk sahibi olması gereğine vurgu yapmaktadırlar.

Modernleşme, gelenekten kopuş ve sekülerleşme, toplumların farklı bir şekilde oluşmasına yol açmış ve daha özgür bireysel yaşamı ön plana çıkarmıştır.

Nüfusun artış ve azalış hızını doğumlar, ölümler ve göç hareketleri belirler.

Doğurganlık hızı eğitim durumu, yaş ve gelir düzeyine göre farlılık göstermektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe hızın azaldığı görülmektedir. Daha çok kadının eğitim düzeyi belirleyicidir. Hiç eğitim almamış kadınlar daha çok çocuk yapmaktadırlar.

Evlilik yaşının yükselmesi doğurganlık hızını düşüren başka bir faktördür.

Gelir düzeyi yükseldikçe çocuk doğurma yaşı ilerlemekte ve çocuk sayısı düşmektedir. Yoksul ailelerde çocuk sayısının artışı gözlemlenmektedir. Bu ailelerde, çocukların ekonomilerine katkı sağlayacağı düşüncesi hâkim…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mehmet Ali Çelebi’ye rozet taktığı sırada çocuk yapma tavsiyesinde söylediği, “Çocuk çok önemli! Bak, PKK’nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var” sözleri tepkilere neden olmakla birlikte, bunun bir dil sürçmesi olmadığı ve akıllara MGK’nın 1990’lı yıllarda dönemin Başbakanı Erbakan’a sunduğu Kürt nüfusu tehdit olarak algılayan raporu getirdi.

“90’larda bu politika gizli yürütülürken şimdi devletin tepesinde açıkça dillendiriliyor” yorumlarına neden oldu.

Radikal’de yer alan habere göre, 12 Aralık 1996 tarihinde bakanların önüne, onlar oturmadan önce 10 sayfalık bir ‘Kürt raporu’ konuldu. O dönemde Devlet Bakanı olan Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu rapora göz attığında, terörle mücadele kapsamında yapılması gerekenlerin sıralamasında en büyük tehlike olarak Kürtlerin çoğalmasının gösterildiğini fark etti. Rapor’da “Böyle giderse 2010 yılında nüfusun yüzde 40’ı, 2025 yılında ise yarısı Kürt olacak, 2025’ten sonra Kürtler Meclis’te anayasayı değiştirecek çoğunluğu da ele geçirecekler.” deniliyordu. Hükümete atılması gereken adımlar sıralanıyordu. “İleride vahim sonuçlar doğmaması için üç çocuktan fazla yapanlara cezai müeyyide getirilmeli. Çocuk sayısı az olanlar ise teşvik edilmeli” önerisi bunlardan biriydi.

Rapor’a Salim Ensarioğlu, “Devlet kendi belgeleriyle bölücülük yapıyor, ben bu raporu onaylamam” diyerek tepki gösterir. Ensarioğlu’nu haklı bulan Erbakan da “ Kimse o raporu almasın, masada kalacak ve iade edilecek” talimatı verdikten sonra raporu MGK’ya iade etti.

Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze değin devlet hep Kürt nüfusu bir tehdit olarak algılamış ve bu doğrultuda politikalar geliştirmiştir.

Bir taraftan Türkleştirme, asimilasyon ve göç politikalarını devreye sokmuş, diğer taraftan başka kimliklerin nüfuslarını artırma çabası içine girmiştir. Ayrıca Kürt coğrafyasına Balkanlardan ve Karadeniz’den ‘Türk Irkı’ından kişileri yerleştirerek demografik yapıyı değiştirmeye çalışmıştır.

Bu konuyla ilgili olarak Hüseyin Yaman TÜRKİYE’NİN KÜRT SORUNU HAFIZASI isimli kitabında çok önemli bilgilere yer vermekte, yayınlanan raporları detaylı olarak yazmaktadır.

Cumhuriyet döneminde ilk olarak Meclis Başkanı Abdulhalik Renda, 14 Eylül 1925 tarihinde Başbakan İnönü’ye bir rapor sunar. Raporunda doğudaki asıl sorun, Kürtlerdeki milliyetçilik fikrinin gelişmesi olduğunu belirtir.

İnönü, Şeyh Said isyanından sonra Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’yı isyan bölgesinde incelemeler yapmak ve hükümete tavsiyelerde bulunmak üzere görevlendirmiştir. Başbakan İnönü’nün isteği üzerine Şark Islahat Planı’na hazırlık amacıyla yapılan çalışma, Islahat Planı’nda aynen yer almıştır.

Abdülhalik Renda raporunu Gaziantep, Urfa, Siverek, Diyarbakır, Siirt, Bitlis, Muş, Van, Elazığ, Dersim, Malatya, Mardin ve Maraş vilayetleri ile birçok ilçeyi gezerek hazırlamıştır (Hüseyin Yaman, Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, s. 67).

Renda açık biçimde, “Elimizde kalan Türkiye arazisinde iki milletin aynı ırktan ve salahiyetle hâkim bulunması imkanını katiyen görmüyorum. Binaenaleyh bütün memlekette Türk nüfuz ve nüfusunu hâkim kılmayı mecbur ve zaruri görüyorum.” cümlesiyle Doğu’nun Türkleştirilmesini öneriyor. (a.g.e., s. 69).

Renda’nın raporu, kendisinden sonra yazılmış tüm raporlara referans teşkil etmiştir.

Renda, bölgenin ıslahına ve sorunun çözümüne ilişkin tedbir ve tekliflerinden bazıları şöyle sıralanabilir:

  • Önemli ulaşım hatları üzerindeki köylere Türk yerleştirmek ve yeniden Türk köyleri tesis etmek,
  • Türk olup, Kürtlüğe mağlup olmayan il ve ilçe merkezlerinde eğitime önem vererek Türklere Türklüklerini iyi tanıtmak, Türkçeyi hâkim kılmak,
  • Fırat’ın batısındaki vilayetlerin bir kısmında dağınık vaziyette yerleşmiş olan Kürtleri Türk yapmak,
  • On sene müddetle sıkıyönetim ilan etmek,
  • Aşiret hayatını ortadan kaldırmak. (a.g.e., s. 71)

Renda raporu büyük ölçüde Islahat Planı’na girmiş ve gelecekteki Şark siyasetinin ana omurgasını oluşturmuştur.

Renda, raporunda bölge halkının kimliğini inkâr etmezken, Kürt nüfusun Türkleştirilmesini teklif etmiştir.

 “Fırat’ın batısındaki Kürtlerin Türkleştirilmesi”, “Türkçe dışında konuşmanın yasaklanması” gibi son yıllara kadar devletin resmi görüşünü oluşturan temel argümanlar, ilk defa Abdülhalik Renda tarafından dile getirilmiştir. Bu arada Abdülhalik Renda’nın Arnavut asıllı olduğunu belirtmekte yarar var.

Yine 1925 yılında Dahiliye vekili Cemil Uybadın bölgeye giderek aynı minvalde bir rapor hazırlar. Raporunda genel olarak; Batı’ya nakledileceklerin hızlı bir biçimde yerleştirilmeleri sağlanmalı ve daha sonra aileleri de acil olarak buraya nakledilmelidir. Bilhassa Kürtçülük faaliyetleri içinde bulunan aşiret reisi ve şeyhlerin Doğu’dan uzaklaştırılması, Kürtçülük hareketinin önlenmesi için önemli görülmektedir. Doğu’da yerleşik Türk nüfusun korunması ve takviyesi yanında, dışarıdan Türk göçünün sağlanması tavsiye edilirken, Ziraat Bankası kredilerinde Türklerin tercih edilmesi ve ordu ve mülki idare amirlerinin muhacirleri gözetip kollaması önerilmektedir. (a.g.e., s. 75)

Uybadın’a göre yapılacak ıslahat programında:

  • Bölgeye gönderilecek memurlar Batılı ve Türk olmalıdır,
  • Kürt köylerine Türklerin yerleştirilmesine öncelik verilmelidir,
  • Kürdistan’a (o dönemde Kürdistan kelimesi henüz sakıncalı bulunmuyor) Türk muhacirler yerleştirilmesine öncelik verilmelidir,
  • Umumi Müfettişlik kurulmalıdır.
  • Hıristiyan azınlıklar bölgenin dışına çıkarılmalıdır. (a.g.e., s. 76)

Özellikle Elazığ ve Malatya’da, dışarıdan getirilen muhacir nüfus ile demografik yapının değiştirildiğini görüyoruz. 90’larda sıkça müracaat edilen köylerin boşaltılması politikası da o dönemden miras kalmıştır.

Bu raporlar Şark Islahat Planı’nın alt yapısını oluşturmuştur.

Şark Islahat Planı, Cemil Uybadın, Mahmut Esat Bozkurt, Kazım Orbay (Orgeneral) ve Abdülhalik Renda tarafından hazırlanmış ve 24 Eylül 1925 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Hükümete sunulan gizli raporda “Kürdistan, Umumi Valilikle ve müstemleke (sömürge) usûlu ile idare edilmelidir.” önerisinde bulunulmuştur. (a.g.e., s. 78)

Şark Islahat Planı’nda, Doğu’da yaşayan Kürtlerin Batı bölgelerine tehciri, Balkanlardan gelen Türk göçmenlerin ise Doğu bölgelerine yerleştirilmeleri istenmektedir.

 Şark Islahat Planı, günümüze değin devletin Kürt siyasetinde belirleyici olmuştur.

Sonraki yıllarda gerek Islahat Planı, gerekse ihdas edilen Umumi Müfettişlik, bölgeye huzur yerine kaos yaşatmıştır.

1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey ve yine 1926’da Cemal Bardakçı birer rapor hazırlamışlardır. 1931’de ise Umum Müfettiş İbrahim Tali Bey, Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay ve Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ayrı ayrı raporlar hazırlamışlardır. Bunlara ilaveten, Umum Müfettiş Abdullah Alpdoğan’ın da raporu var.

Başvekil İsmet İnönü 1935’te bir rapor hazırlatır (Saygı Öztürk Tarafından kitap olarak yayınlandı). İktisat Vekili Celal Bayar’ına raporu da kitap olarak yayınlandı.

Bütün bu raporların ortak özelliği Kürt nüfusun tehdit olarak algılandığı hususudur.

1934 yılında Mecburi İskân (sürgün) Kanunu çıkarılarak Kürtler, kendi yurtlarından sökülüp alınarak Batı bölgelerine gönderilmiştir.

İskân Kanunu’na göre (Madde 7/A), Türk ırkından olup, hükümetten iskân yardımı istememeyi yazı ile bildiren muhacirler ve mülteciler, Türkiye içinde istedikleri yerde yerleşme konusunda serbest bırakılırlar (İsmail Beşikçi, Kürtlerin Mecburi İskanı, s. 114) Kanun’un 11. Maddesine göre, Dahiliye Vekaleti, lüzum görürse vatandaşlıktan ıskat edebilir.

Sonuç olarak, Erdoğan PKK’da evlilik kurumunun yasak olduğunu, dolayısıyla PKK’nın 5-10 çocuğunun olmayacağını bilmektedir. Devletin gizli bir şekilde dillendirdiğini izhar etmiş oldu. Bütün bunlar, MHP ile kurulan koalisyonun, devleti eski ayarlarına döndürdüğünü gösteriyor.

 

Kaynak: farklın bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR