Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Nevzat KAYA


Nevzat KAYA; Ağustos Böceğinin Şarkısını Duymak İçin Doğaüstü Bir Güce İhtiyaç Yoktur!

Trafiğin, betonun, gürültünün her tarafı sardığı bir zamanda, 50 centin sesini duyupta Ağustos böceğinin şarkısını duyamamak, fesada uğramanın en özlü ifadesidir.


Ağustos Böceğinin Şarkısını Duymak İçin Doğaüstü Bir Güce İhtiyaç Yoktur!

Denilir ki; kızılderili şefleri trenle NewYork’a getirilir.

Bir heyet kendilerini karşılar. Konuklara toplantı öncesi kenti gezdirirler.

Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinelerinin gürültüsü kızılderilileri bayağı şaşırtır.

Bir ara Oglala Lakhotaları’nın şefi ve şamanı Hehaka Sapa, bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söyler. Diğer reisler onaylar ama beyaz adamlar inanmaz.

Kentte Ağustos böceğinin olmayacağını, olsa bile bu gürültüde duyulamayacağını söylerler.

Karageyik ısrar eder. Arabayı durdururlar. Karageyik usulca iner, ilerideki parka gidip, bir ağaçta Ağustos böceğini görür.

Amerikalılar şaşırmıştır.

“Olamaz” dediler, “sende doğaüstü güçler var.”

“Hayır” dedi, Karageyik. “Ağustos böceğini duymak için doğaüstü güce ihtiyaç yok.”

“O zaman biz niye duymadık?” dediler.

Karageyik cebinden metal bir 50 sent çıkarır, sonrada kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarlar. Bir anda herkes “acaba benden mi düştü?” diye paraya bakmaya başlar.

Karageyik yanındakilere sorar:

“Anladınız mı?”

“Anlamadık” dediler.

Anlattı;

“Bir insan için önemli olan, nelere değer verdiğidir. Çünkü her şeyi ona göre duyar, ona göre görür ve ona göre hisseder. Siz doğaya değer verseydiniz, Ağustos böceğinin şarkısını duyardınız.”!!!

Evet, içine düştüğümüz durum tam da bu hikayede kendini ifade ediyor. Şehrin gürültüsü ve donuk betonları arasında neleri duymuyoruz, neleri görmüyoruz inanın bunun hesabını tutacak bir kalem yoktur.

Kitab-ı Kerim'de de ifadesini bulan "İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar" (30:41) ayeti de, çağımızın en büyük hastalığının sebebinin insanın kötü işlerinin olduğunu göstermiyor mu?

Hekimler, bir hasta kendilerine geldiğinde önce hastalığı teşhis ederler, sonra da nedenlerini anlamaya çalışırlar. Aslında bu kural bütün sosyal, politik ve toplumsal düzende de aynen geçerlidir.

Maalesef ruh dünyamıza hitap etmeyen bir kent kültürsüzlüğü ile kendi kuyumuzu kendi ellerimizle kazdığımızın ne kadar farkındayız acaba, inanın burası muaamma.

Dünya çapında meydana gelen doğal afetlerin sebeplerini, insanın doymak bilmez istek ve arzularını tatmin etmek için doğa ile girdiği savaştan kaynaklanan bir sebebi olduğunu anlamamız gerekiyor. Daha ötesi bunu anlamak için de nasıl bir farkındalık oluşturmalıyız diye buna cevap verecek güçlü bir çözümlememiz olmalı.

Günümüzün toplum yerleşkesi incelendiğinde siyasi ve idari düzenin, bu toplumsal tabakalaşmaya yön verecek projeler ürettiğini görüyoruz. Bu ise toplum arasındaki ayrışmanın daha da derinleşmesine sebep olmaktadır.

Ortaçağ'daki hukuksal zemin, günümüzün kapitalist düzenlerinin üzerine inşa edildiği zihniyet ile aynıdır.

Burjuvazinin, tüccarın, işçinin, köylünün ayrı ayrı yerlerde yerleşik olduğu bir düzen, günümüzde de aynı şekilde şekillenmiştir.

Gürültünün, hareketliliğin, keşmekeşliğin bütün sokak ve caddeleri sardığı bir kent toplumunda ruh dünyamızın derinselliğini yitirdiği kesin bir gerçekliktir.

Halbuki kadim medeniyetimizde fakirin, zenginin, tüccarın, köylünün, işveren ve işçinin aynı mekansal alanda birarada yaşadığı bir yerleşim vardı. 

Avukatlar, doktorlar, mühendisler gibi gelir durumu yüksek profesyonel mesleklerin, halkın yoğun olarak gittiği çay ocağı, lokanta ve parklar gibi günü birlik ihtiyaç gideren mekanlarda neredeyse olmayışı, kapitalist düzenin kategorize ettiği toplumsal bir kast değil midir?

Son dönemde oldukça lüks konutlar içinde etrafı duvarlarla çevrili, önünde neredeyse özel güvenlik karakolları bulunan yaşam merkezlerinin hızlı bir şekilde yaygınlaşması, hayatı toplumun alt tabaka kesimleri olan fakir, işçi, köylü, küçük esnaf gruplarından soyutlamanın, hangi İslami değerleri taşıdığı ciddi bir şekilde sorgulanmalıdır.

Bir başka paranoya ise, kırsalda ya da varoşlarda yaşayıpta ekonomik olarak üst basamaklara yükselmiş kişilerin, yaşadığı toplumdan kopup bahsettiğimiz hayat alanlarına doğru yapılan yerel iç göç hareketleridir.

Halbuki bu kişilerin yaşadığı toplum içinde kalması, medeniyetimizdeki her daim var olan paylaşma ve yardımlaşma kültürünün yaygın olması nedeniyle, birçok sorunu da kendiliğinden çözecektir.

O halde toplumsal ayrışmanın önüne geçebilmek için zengin ve fakirin, işveren ve işçinin bir arada olabildiği yaşam merkezlerinin imar edilmesi elzemdir.

Kırsal bölgelerin çevre ve mimari anlayışının bozulmadan, elit bölgelerin sahip olduğu alt ve üst yapı imkanlarına kavuşturulması, toplumsal ayrışmayı önleyeceği gibi iç göçü de kısmen önleyecektir.

Bana göre trafiğin, betonun, gürültünün her tarafı sardığı bir zamanda, 50 centin sesini duyupta Ağustos böceğinin şarkısını duyamamak, fesada uğramanın en özlü ifadesidir. Kendimize gelelim, kendimize dönelim. Bizi biz yapan yitirdiğimiz değerlerimizi yeniden inşa etmenin bilincini ve gayretini ortaya koyalım. 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR