Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Nefret Siyaseti

Yazarımız Faysal mahmutoğlu'nun "yeni" yazısı...


“Dil düşüncenin yansımasıdır.” Theodor Adorno

Tarih boyunca pek az öğreti, nefreti söküp atabilmiştir. Nefretin beslendiği kaynaklar, farklılık arz eder. Kimi zaman bu, iktidar sevgisi de olabilir. Nefret kötü içgüdülerin ortaya çıkmasının ürünüdür. Tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün dışavurumudur. Hedef alınan gruplara ‘toplumda size yer yok’ mesajı verilmek istenir. Bu söylemle, hedef kişi veya gruba reddedildikleri, toplumun diğer kesimiyle eşit şekilde yaşayamayacakları mesajı verilir.

Nefret söylemi, kendi gibi düşünmeyeni aşağılamak, korkutmak, tahrik etmek ve ön yargı oluşturmak için gerçekleştirilen söylemlerdir. Hedef alınan kişi veya grubu incitmeyi, kişiliksizleştirmeyi, alçaltmayı ve düşmanlaştırmayı amaç edinir.

Nefret söylemi, temel hak ve özgürlükleri sınırlandırmaya yol açabileceği gerekçesiyle ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Çünkü hiçbir özgürlük bir diğerinden üstün değildir.

Nefret söylemi, temel hak ve özgürlükleri yok etmeye yönelik bir hakkın kötü kullanımıdır. Nefret içeren ifadeler nedeniyle sınırlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’de siyasetin dili nefret söylemi içermekte ve siyasal sistemin en önemli sorunu haline gelmiş bulunmaktadır. Zamanla bu dil kitleler tarafından da benimsenmektedir.

Kimi ülkelerde siyasetin dilinde nezaket ön plana çıkarken, kimi ülkelerde de maalesef nezaketten uzak bir nefret dili ve üslubu tercih edilmektedir.

Cumhuriyet boyunca siyasetin kutuplaşmayı kullandığını görüyoruz. Ama bugünkü kadar sağduyudan uzak, toplumsal barışı tehdit eden ve birlikte yaşama içgüdüsünün bir kenara bırakıldığı bir dönemi bilmiyorum.

İktidar cenahının ilk birkaç yılından sonra hep kutuplaştırıcı bir siyaseti tercih ettiğini biliyoruz. Devlet elitleri tarafında öteki olarak görülen tüm ezilenleri, kenar mahalle sakinlerini kapsayan, kucaklayan bir kutuplaşmadan söz ediyoruz.

Bugün ise AK Parti kendi elitini yaratmış, devletle bütünleşmiş, mensuplarına ciddi ayrıcalıklar sağlamış, aynı zamanda gittikçe tabanını kaybeden, iktidardan düşme riskiyle kaşı karşıya kalan bir parti konumunda.  

Mevcut kitlesini konsolide edebilmek, tabanını zinde tutabilmek için ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir siyaset dili kullanıyor. Bu dil sorun üreten bir dil.

Gezi eylemcilerine yönelik “çürük”, “sürtük” denilmesi önümüzdeki seçim döneminin nasıl bir atmosferde geçeceğinin de adeta işaret fişeği niteliğindedir. “Çürük”, çok ellenmiş, pörsümüş kadın bedenini ifade ederken, “sürtük” ise ahlaksız, bedenini satan kadın anlamına gelmektedir.

Elinde seçimde kullanabileceği bir başarı öyküsü kalmayan iktidar, dokuz yıl önce yaşanan Gezi olaylarına bel bağlamış durumda.

Bugün yaşanan hayat pahalılığının, rekor kıran işsizliğin, dış politikadaki sıkışmışlığın faturasını Gezi’ye çıkarmaya çalışıyor. Oysa enflasyonu azdıran, doları 4 liradan 17 liraya fırlatan neden, ekonomi biliminin reddettiği faiz politikasındaki ısrardır.(*)

Parti liderlerinin söylemlerinin tabanları tarafından sorgulanmadan kabul edilmesi, zaman içinde bu söylem türüne meşruluk kazandırarak onu rutin bir söyleme dönüştürmektedir. Ötekileştirmenin, ayrıştırmanın normalleştiği bir siyasal iklim meydana gelmektedir. Toplumdaki etik değerlerin çürümesine neden olmaktadır.

Kimlik siyaseti üzerinden bölünmüş bir toplum, ne olursa olsun “öteki mahalle”ye iktidarı teslim etmek istemez. Nefret siyasetinden rahatsızlık duyan görece ahlak sahibi kitle bile, sonunda gidip partisine oy verir.

Kriz dönemlerinde iktidarın koruduğu kitleler, elindekini koruma güdüsüyle hareket eder.

İktidar bloku sözcüleri, bütün muhalifleri, “büyük ve güçlü Türkiye idealine” ve “Türkiye’nin bizzat kendisine” düşman gösterip kendilerini de bu “hain güçlerle savaşanlar” olarak takdim ediyorlar. Muhalifler de benzer söylemlerle cevap veriyorlar.

ABD’de 2016 seçimlerinde Donald Trump’ın, seçim kampanyasında nefret dilini kullandığını görüyoruz. Rakibi Hillary Clinton’a edepsiz- kötü kadın anlamına gelen “nasty woman” yakıştırması yapmıştı. Muhaliflerine de akla hayale gelmeyecek hakaretleri sıralamaktan kaçınmamıştı. Siyasi rakiplerinin her birine teker teker aşağılayıcı, küçümseyici lakaplar takmıştı.

Beyaz Saray’ın “first lady”lerinden Michell Obama’nın Trump’a cevap niteliğinde yaptığı açıklama, tarihe not düşülmesi bakımından önemlidir: “Büyümekte olan kızlarımıza televizyonlarda kamuya mal olan kişilerden duydukları nefret dilinin, bu ülkenin gerçek ruhu olmadığını söylüyoruz. Biri zalimlik ya da külhanbeyliği yaptığında, onun düzeyine inilmeyeceğini izah ediyoruz. Onlar alçaldığında biz yükseleceğiz.” (Nilgün Cerrahoğlu – Cumhuriyet)

Dil, üslup ve söylem bağlamında nezaketi göz ardı etmeden her türlü eleştirel söylem meşrudur. Siyasal düşüncelerin farklılığı toplum açısından bir kazanımdır.

__________________________

(*)İktidarın ekonomi konusunda yaptıklarının çoğu ekonomi bilimine uygun düşüp düşmeyeceği ayrı bir konu olmakla birlikte yapılan işlerin büyük bölümün yanlış olduğu ortada.

Bununla birlikte, epey zamandır dünya genelinde uygulanan Batıcı paradigmaya bakılınca, bırakın salt İslami söylemi, her toplumun kendine has düşünce ve –varsa- yönteminin dahi kabul görmediği bir ortamda, batı orijinli bilimin red ettiği söylemi reel olmamsına reeldir, ama bu düşüncenin bizim var olan ve işlerlik kazandırabileceğimiz değerlerimizi görmezden gelmemizi öngörmüş olmasın…(Editör)

 

Kaynak: farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR