Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ramazan KAYAN


Nebevi Tasavvur

Yazarımız Ramazan Kayan'ın,, Özgün İrade Dergisi dergisi 2020 Haziran (194.) saysında ve aynı zamanda yayımlanan yazısı...


Öncekilerin ve sonrakileri, yerdekilerin ve göktekilerin doğrularının kesiştiği ortak isim; Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir...

Güzel değil, en güzel... Etten ve kandan oluşan, en yüce örnek...

Kendi yeryüzünde dolaşırken, kalbi göklerde olan, erdemlilerin erdemi, efendiler efendisi, Allah'ın sevgili nebisi...

O biricik... Benzersiz... Arınmış...

Masum Muhammed...

O'nu Allah seçti... O Allah'ın seçimiydi. Seçimi kesbi değil, vehbidir.

Allah kilise rahiplerinden, Yahudi alimlerinden seçmedi... Onları kin ve kıskançlıkları ile baş başa bıraktı. Arap aristokratlarından da peygamber seçmedi. Mekke'nin yetimini tercih etti. Allah'ın tercihini tartışamayız, ancak teslim oluruz.

Muhammed Allah'ın elçisidir yani ölçüsüdür... O bir çizgidir... Bir hattır... Bir farktır... Bir ayıraçtır...

O sivri uçları törpüleyen, aşırılıkları, asabiyetleri asli mecrasına çeken bir dengedir...

O alemlerin Rabbinin terbiyesinden geçmiş, alemlere rahmet olan resuldür...

O idrak edilmeden İslam'a intikal edilemez. O'nsuz kulluk sürdürülemez.

Rasulullah (s.a.v.) İslam'ın neresindedir? sorusuna verilecek en doğru cevap; O İslam'ın ta kendisidir... Onu kenarda tuttuğunuz vakit kulluk çöker...

Hayat onunla anlam kazanır... Aydınlığa O'nunla ulaşılır...

Bu bakımdan peygamberin dindeki konumunu yeniden ele almak,tanımlamak gerekmiyor... O neyse O'dur. Tartışılacak olan o değil... Tartışılması gereken nübüvvetle ilgili Müslüman zihinlerde oluşan bulanıklık, idraklerdeki belirsizliktir.

Önemli olan modern zamanlarda bilgi kirliliği ve algı operasyonlarının düşünsel ve kültürel kuşatmasından sıyrılıp O'na aşina olmaktır.

Gözler O'nun izini seçemiyor, bakışlarda bir bulanıklık varsa demek ki, yanlış yerden bakılıyor demektir

Peki doğru bakış açısı nedir? Sahih peygamber tasavvuru nasıldır?

Peygamber (s.a.v.) tüm berrak ve netliği ile ortada iken bugün O'nun izinde oluşturulan sis perdesini nasıl gidereceğiz?

O'nun çağa yansıyan görüntüsü neden silik? Niçin bulanık? O'nda akıp gelen ışık neden mat? Gelen ses neden kısık?

Kur'an'daki peygamber kimliği ile zihinlerdeki peygamber algısı örtüşüyor mu?

O'nu kime soracağıız?

Geleneğe mi? Topluma mı? Tarihe mi? Devlete mi? Müsteşriklere mi? Tarafsız kaynaklara mı?

Yoksa temel kaynak Kur'an'a mı?

Doğru bir peygamber portresi çizmek, peygamberi gereği gibi takdir etmek için Kur'an bize yetişiyor ve en doğruya yönlendiriyor... Biz O'nu Kur'an'la tanırız. Kur'an'ı da onunla tanırız... Ona ittiba ve itaatimizde Kur'an üzerinden gerçekleşir... O'nunla ilgili Kur'an'ın değinmediği detaylara dalmayı doğru bulmuyoruz...

Aslında peygamberin yücelttiğini ispat etmek üstümüze görev değil, bize düşen O'nun sunduğu kalıcı değerleri in8şa etmek, muhteşem örnekliğini bugüne taşımaktır...

O'nu araştırmak ve incelemek hangi amaca yönelik olacak? Akademik bir tecessüsün konusu olarak değil... Mesleki bir tahkik ve tetkik mevzusu olarak değil... Veya sadece merak saiki ile malumat edinme çabası da değil... O'nu anlamak ve tanımak, O'nunla anlam kazanmak için... O'nunla "ol"mak ve O'nunla olgunlaşmak için olmalıdır...

Çünkü insanın yaratılış amacı ile peygamberlerin gönderiliş amacı örtüşüyor.

O'nun getirdiği kelimelerle insanlar kimlik ve kişilik kazandı... O kelimelerle kirlerden arındılar, karanlıklardan kurtuldular...Kötülüğü yendiler...

O'nun öğretisi ile bedeviler medeni oldu... Eşkiyadan evliya çıktı... Haramiler sahabiye dönüştü...

İnsanlığın ufkuna oturmuş o seçkin şahsiyet; muhteşem ahlak, sağlam karakter, üstün zeka, güçlü irade, yılmaz azim, hayranlık verici hafıza, derin muhakeme ve tüm erdemlerin adresi olarak belirdi...

Modern aklın koordinatları O'nu anlamakta zorlansa da gerçek budur...

O'nu anlamak bir kapasite işidir... Aynı zamanda bir nasip işidir... O'nu tüm özellik ve güzellikleri ile kavrayacak bir kapasite lazım... Çapsız ve çarpık anlayışların mağduru olan zihinlerin O'nu doğru anlamasını bekleyemeyiz... Arızalı teraziler bu sıkleti çekemez. Modern hurafeler, çağdaş bid'atlar, cahili tortular O'nu engelliyor...

Dürüstlüğü ve derinliği olanlar O'nun doğruluğunu idrak ederler.

Diğer tüm peygamberlerin eşsiz güzelliklerini hepsini bir arada Hz. Muhammed'de görmek mümkün... O, doğruların buluştuğu merkez... Güzelliklerin toplandığı mecmua... O kendi bütünlüğü içinde anlamlıdır.

Gerçek bu iken, yaşadığımız çağın inkarcıları bir yana, Müslüman zihinde görülen en ciddi trajedi, Muhammedi tanımadaki parçalanmışlık... Yani nebevi bütünsellikten uzak bir algı...

Bugün O'nu tanımaya, anlamaya, anlatmaya çalışanların yanılgısı burada başlıyor... Tarihçi, toplum bilimci, siyaset bilimci, ruh bilimci, felsefeci, oryantalist herkes O'nun peşinde O'nu çözmeye çalışıyor. Kalkış noktaları, bakış açıları herkes kendince...

Herkes baktığı yerden O'nu görüyor. Ya da nasıl görmek istiyorsa öyle bakıyor... Olduğu gibi kabul etmek ve O'na uymak yerine görmek istediği gibi bir zemine çekmek ve O'na kendince bir takım şeyleri yakıştırmak... Kendi zihnindeki kimliği O'na giydirmek gibi garabetler yaşanıyor. Çoğu zaman ayet ve hadislerden çıkarılan yanlış yorumlarla bunlar yapılabiliyor. Şüphesiz hayatın her yönü ile bize güzel örnek (üsve-i hasene) olan peygamber (s.a.v.) farklı boyutları ile incelenebilir. Ancak bir parçayı öne çıkarıp, onunla eşitlemek yanlıştır.

Evet, parçacı yaklaşımlarla kimi O'nu siyasallaştırdı, kimi askerleştirdi, kimi tüccarlaştırdı, kimi ruhbanlaştırdı, kimi ahlakçı bir misyonla sınırladı.[1]

Herkes tuttuğu parçayı bayraklaştırdı, diğer boyutu yok saydı...

Her şeyden önce O bir resuldür... Risaletin ve insaniyetin tüm özelliklerine sahiptir... O'nu bir bütün olarak almak ve anlamak durumundayız. Bugün hayatın tamamına hükmeden bir peygamber idrakine muhtacız. Daraltılmış bir peygamber anlayışı ile ne çağı okuyabilir ne de çağrımızı yapabiliriz.

Şahid, beşir ve nezir boyutu ile yaşamın tüm ünitelerine hitap etmekte, hayat algımızın temel koordinatlarını çizmektedir.

O bir dahi, bir kahraman, bir filozof olmaktan çok daha öte bir peygamberdir... Diğer tanımlamalar, kavramlar O'nu ifade etmekte yetersiz kalır...

Peygamber misyonu ve mesajı ile peygamberdir. O'na bu misyonu yükleyen Allah (c.c.)'dır... Bunun tartışılacak bir tarafı yoktur...

Peygamber misyonu ile yaşar... Fiziki varlığı olmasa da... Bize düşen O'nun misyon ve mesajının parçalanmasına ve budanmasına izin vermemektir. Peygamberi kısmen kabul İslam değildir... Peygamberin üstü örtülen boyutlarını gün yüzüne çıkarmak zorundayız. Ta ki O'na yönelik tahrif, tağyir, son bulsun. Ayrıca peygamberi ticari ve siyasi emellerinin malzemesi kılan odakların tekelinden de kurtarmak lazım. Din istismarcılarının eline de bırakmamak gerekiyor.

O, tarihe mal olmuş ve tarihte kalmış bir kahraman değildir... "Şimdi"si de olan bir peygamberdir...

Onu hayatın içinden izlemek lazım... Çünkü O "içimizden biri" olan bir elçidir... O da bizim gibi bu hayatı yaşadı.

O'nu "beşer" kimliğinden çıkarıp "melek"leştirme O'na iyi niyetle vurulmuş bir darbedir. O'nu yeryüzünde tutalım ki, birlikte yürüyebilelim.

O'na gerçek saygı ve sevgi O'nun bıraktığı İslam'ı yaşamak ve yüceltmekten geçiyor... Örnek alınmaz ve hayatın merkezine taşınmazsa, sadece anılarda kalıverir...

Peygambere saygısızlık O'nun ortaya koyduğu ilke ve prensiplerin dışına çıkmaktır.

Hayatı peygamberle anlayacağız ve anlamlandıracağız... Çünkü peygamber bizin için bağlayıcıdır. O'nun bu yönünü tartışmaya açanlar, peygamberden bağımsız bir hayatın ziyanına düştüler.

Bu durumda önce peygamberi doğru anlamamız gerekiyor. Zaten O'nu anlamadan, O'nu anmanın da bir anlamız olamaz ki!

O'na hayran olup, mücadelesini verdiği hakikatten habersiz olanlar, hayra nail olamazlar.

O'nun arkasına sığınanlar, O'nun adına sorumluluk almaları gerekiyor...

O, içimizden biri olduğuna göre içimizde kalmalıdır... Hemen dokunabileceğimiz, ulaşabileceğimiz, yaşamın gerçeklerini paylaşabileceğimiz biri olarak... Dolaysız, aracısız, teklifsiz...

İçimizden biri iken, O'nu uçurmamıza gerek yok... "Sen daha fazlasına layıksın" diyerek hayatın fevkine çıkarmakla O'nu övmüş olmuyoruz. Misyonunu öldürmüş oluyoruz, farkında olmadan...

O'nu tarihin tozlu sayfalarına gömmek isteyenler de var... Ancak bize düşen görev O'nu "şimdiye" taşımaktır...

Peygamber (s.a.v.) bize müdahale etmek için vardır... O'nun uyarısı ile uyanmalıyız ve her an O'na uymalıyız...

Peygamber ile hayat arasındaki bağı koparan, hayatın en büyük yanlışını yapmıştır...

Peygamberle Kur'an'ı ayıran da Haktan ayrı düşmüştür...

Muhammedsiz bir hayat meşruiyetini kaybetmiştir. Muhammed'e rağmen, bir hayatın mahşerde mazereti olmayacaktır. Hesabını vermenin de imkanı yoktur. Kur'an'ın beyanı ile: "Yolun doğrusu kendisine apaçık belli olduktan sonra Rasulullah'a karşı çıkan ve mü'minlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir." (Nisa, 115)

O'nu ne kadar doğru tanırsak, o kadar tabi olabiliriz.

Hz. Muhammed'i yaşam dışı kılmanın pratikte nasıl oluştuğunu görüyoruz; aşırı yücelterek ya da indirgemeci bir mantıkla onu sıradanlaştırarak... O'nu efsaneleştirenlerde, fanilerden bir fani diyenler de örnekliğini zedeliyorlar. O'nu vicdanlara gönderdiğimizde ya da yeryüzünden gökyüzüne yücelttiğimizde O'nun ne takip edilecek bir yolu ne de örnek alınacak bir tarafı kalır. Böylece ulaşılmaz kılmış oluruz.

O'nu belli bir tarihle, coğrafya ile, toplumla sınırlamakta O'nun misyonuna yapılmış beşeri bir müdahaledir ve de batıldır.

Dolayısıyla evrensel nebinin, evrensel değerlerini tüm zamanlarda irşad ve inşa etmek zorundayız...

"İzm"lerin zihinleri kuşattığı şu dönemde "O'nun izini sürmek" daha bir zaruret arz ediyor.

O'na methiyeler düzmekten ziyade murad-ı Muhammedi'yi anlamak durumundayız..

Yüz yıllardar başlayan bir kopuş var... O'nunla aktif bir temas kurmadan, mesafeyi nasıl kapatabiliriz? Sadece yüzeysel ve törensel uğraşlarla O'nunla buluşmak mümkün görünmüyor.

O'na ulaşmanın önündeki tüm engelleri mutlaka aşmalıyız.

O'nu unutturan ve O'ndan uzaklaştıran her şeyden ve herkesten uzaklaşmak ve unutmak mecburiyetimiz var.

O'nunla buluşmamızı engelleyen, erteleyen gaflet, kasvet, konfor, kariyer, kapital, koltuk, kanun, koşul, konum kuşatmasını kırabilmeliyiz.

Çünkü O'na gecikiyoruz. Zaman uzadı... Hasret büyüdü...

Gönlümüzde olması yetmiyor... Günümüzde ve sürekli gündemimizde olması gerekiyor.

Hayali hatıratı yetmiyor, hayatı ve hakikati lazım...

Evet, dünyevileştikçe O'na uzak düştük... Bugünkü düşüklüğümüzün en büyük nedeni de yeterince O'na düşkün olmayışımız değil mi?

Aldatıcı düşlerden uyanıp, O'nun peşine düşmemiz gerekiyor...

O'nun durduğu yerde durup, hayatı öylece değerlendirmemiz bekleniyor...

Yüzümüzü, yönümüzü "Muhammedsiz" dünyalara döndüğümüzden beri belimizi doğrultamaz olduk." O'nu ıskalamak gibi temel bir sorun gittikçe büyüyor ve bizi boğuyor... Dünyacı, hazcı, çıkarcı zaaflarımızla civar-ı Muhammedi'ye girmek ne kadar mümkün?

Bakış açımız kime göre şekilleniyor?

O'nun baktığı yerden baktığımız zaman, "başkası beni bağlamaz" dediğimiz an, ümmet olmanın hakkını vermiş oluruz...

Hayatın sağlamasını nebevi kriterle yapacağız.

Peygamberi hayatımıza çekmeliyiz. Kınayıcıların kınamasından korkmadan...

İnanıyoruz ki, sonsuz rahmete,ancak alemlere rahmet olanla yürünür...

Ve biliyoruz ki, Rasulullah'ı gündeme almak hem kolay, hem de zor. Şayet Müslümanlığımızı O'nun üzerinden sorgulayacaksak zor bir mevzu... Yok sadece konuşacaksak, bunun ötesine gitmeyeceksen kolay...

İşin doğrusu O'nunla buluşarak, bu zihinsel dağınıklıktan, ruhsal yorgunluktan, manevi boşluktan mücadele zeminlerimizdeki bocalama ve belirsizlikten kurtulabiliriz.

Bulanık bir çağdayız, karanlıkların baskın olduğu günlerden geçiyoruz. O'nun nur saçan kandilinde kararlı olduğumuzu göstermeliyiz.

Septik (şüpheci) bir çağdayız... Hz. Muhammed'in misyonuna yönelik kuşkular oluşturuluyor... O'na olan yakinimizi güçlendirmeliyiz...

O'nu bilmek yetmiyor. O'nunla (s.a.v.) bize hatırlatacak... Bilmediklerimizi O (s.a.v.) öğretecek... Yolumuza kazılan çukurları O'na tutunarak aşabiliriz...

Her mü'min O'nda kendisine bir yol bulabilmelidir. O bize yere sağlam basmayı öğretti. Kaypaklıktan, zikzaklardan uzak durmaya işaret etti...

İhtimal ki, O'na yakın durmak neyse ağır gelebilir, risk içerebilir... Gel gör ki, bir mü'min için başka çıkış yolu yok ki...

O'nunla çelişen bir hayatı çekmek zorunda değiliz...

O'nunla gelene, O'ndan gelene "amenna" diyoruz...

O'na karşı, kusurlu olmamız, O'ndan kaçmamızı değil, O'na koşmamızı gerektiriyor... O tüm günahlarımıza rağmen "buyur" diyor... Bize küskün, kırgın, kızgın olsa da kovmuyor... Hindi Vahşi'yi bile reddetmeyen Sevgili bizi defterden siler mi?

O'na layık olmasak da O'na tabi olmaktan başka çözüm yok.

Biz O'na yük olsak da, O'nun bize "yok" diyeceğini sanmıyoruz...

O'nun geceleri sabahlara kadar "ümmetim, ümmetim" diyerek yüreğinden dökülen o içtenlikli iniltiyi nasıl unutabiliriz?

İşte bundan dolayı biz de aziz peygamberi canımızdan aziz biliriz...

 

[1] Birer tamamlayan olması gereken bu özellikler, tartışmalarda tarafların cedel malzemesine dönüştü. Parçalanan bir risalet, dağılan bir nübüvvet riski oluştu. O ümmeti bütünledi... Ümmet bütünü zedeledi, zarar verdi.

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR