Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Seyit Ahmet UZUN


Namazsız Müslümanlığa Doğru

Eğitimci yazar Seyit Ahmet Uzun'un Özgün İrade Dergisi dergisi 2020 Nisan-Mayıs (192-193.) saysında ve aynı zamanda ozgunirade.com'da yayımlanan yazısı...


Bir toplumu işgal etmek için günümüzde topraklarından ziyade inancına, geleneğine ve kültürüne saldırılmaktadır. Çünkü günümüz emperyalizmi şunu iyi biliyor; aklını, duygusunu ve inancını işgal ettiğin bireyler zaten senindir. Bu hususta peygamberimizin sözü de önemlidir. ‘’Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”[1] 

Günümüz Türkiye’sinde halkımıza baktığımızda şöyle bir eğilim görmekteyiz; düşüncede Müslüman, eylemde Deist! Yani Allah’a inanmakla birlikte O’nun, bireysel ve toplumsal yaşamda karşılığı olan Kur’an ve Peygamberin emir ve yasaklarının çokta ciddiye almamaktadır.

Yazımızın başlığını esasa alarak irdeleyeceğimiz konu ise namazdır. Kendisiyle özel olarak konuşulduğunda Müslüman olup olmadığını, Allah’ı sevip sevmediğini sorduğumuz gençliğimiz Allah’ı sevmekte ama inanmanın somut karşılığı olan namazı yaşantılarında sergilemekten uzaklaşmaktadır. Bunun birçok nedeni olabiliyor. Gençler çevrelerine bakıyorlar; Müslüman olduğunu söyleyip namaz kılmayan birçok insanın olması, namazı kılıp menfi örnek teşkil edecek bir kitleyle karşılaşılması, namazın politikleştirilmesi, gençlerin daha çok popülist kültürün baskın etkisi altında bırakılması, bohem bir hayatın, rahat yaşamın özendirilmesi, namazın disipline eden yaşam tarzının gençliğin hoşuna gitmemesi gibi unsurlar namazı yüreklerden yavaş yavaş sürgün etmektedir.

Bunun sonucunda toplumda, deist bir algı olarak, namaz kılınmadan da Müslüman olunacağı anlayışı iyiden iyiye yerleştirilmektedir.

‘Namaz kılmamak insanı dinden mi çıkarır ki?’… ‘Namaz kılmamak günahtır ama kılmadan da Müslüman olabiliriz!..’ ‘Namaz kılıp ta ahlaksız olacağımıza, ahlaklı namazsız oluruz daha iyi!’ gibi algı operasyonları toplumu Namazsız Müslümanlığa doğru sürüklemektedir.

Günümüzde haçlı seferleri artık, haç işaretli kılıç ve kalkanlarla, tapınak şövalyeleriyle değil Müslüman figürlü, aydın görünümlü, çağdaş, gönüllü yerli oryantalistlerle gerçekleşmektedir.

“Tanrıdan başka insanüstü tanımayan inanç deizm” kitabının yazarı İlahiyatçı, Prof. Dr. unvanlarıyla anılan Yaşar Nuri Öztürk şöyle demekteydi:

‘’Kur’an, deizmi teşvik eden bir kitap değil ama ona kapı aralayan bir kitaptır. Deizmin aynı anda hem felsefî hem de teolojik karakteri bu inancın Tanrı dışında insanüstü tanımamasıdır.”

Bir ‘vekil’ in Müslüman din adamının elini öpmesini gericiliğin hortlaması gibi bir algıyla sunulurken, Papanın elini öpmeyi ise bir saygı ve nezaket olarak gören anlayış ancak yerli müsteşriklerin işidir. Çocukların kiliselerde ayinlere katılmasını mutluluk verici dini enstrüman olarak sunarken, camilere gidip hafızlık yapmasını, Kur’an öğrenmesini çocukluğun elden alınması gibi sunmaktadırlar.

“Biz Müslümanız” diyen insanların çocuklarını namaza, camiye, Kur’an’a alıştırmalarından daha doğal ne var ki? Zaten yazımızın konusu da bu değil mi? Artık çocuklarımız namaz kılmaz, oruç tutmaz, Kur’an okumaz olduysa bunların nedenlerini sorgulamayalım mı?

Doğru olan bir yargıdan, yanlış çıkarımlarda bulunularak algı yanılgıları oluşturulmaktadır. Çünkü İNSAN algıdan ibarettir. Ve bu bağlamda en çok istismar edilen ayet maalesef Maun suresinin “Yazıklar olsun o namaz kılanlara!” ayeti olmaktadır…

Namazını kaldırdığımız bir İslam, işgalci haçlı zihniyetini rahatsız etmemektedir. Çünkü artık istediği kıvama gelen genci rahatça sömürgesi altına alacaktır. Günümüz emperyalist anlayışında önemli olan bireyin kapitalist sömürü çarkının dişlilerinde çiğnenip çiğnenmediğidir. Sömürgeleştirebildiği oranda kişinin, namazının da örtüsünün de bir önemi yoktur.

İşte bu noktada namaz sadece figürsel bir unsura dönüşerek toplumda kötülüğün ve ahlaksızlığın karşısında devrimci bir yaklaşım sergilemekten uzaklaşarak toplumu ve bireyi inşa etme bilincini kaybederek gençliğin ilgisini çekecek bir unsur olmaktan çıkmaktadır. Böylece namaz sadece yaşlıların camilerde icra ettiği bir dinsel motife dönüştüğü için, gençlerde namazın yaşlanıldığı zaman gerçekleştirilecek dinsel bir eylem olarak algılanmasına neden olmaktadır. (Bu konu ayrı bir yazı olarak değerlendirilecektir inş.)

‘Yaşlandığın zaman kılarsın canım ne var yani!’ Bu sözü birçok genç duymaktadır.

Devrimci bir eylem olarak namazı ayrı bir yazı konusu olarak ele alacağız ama burada kısaca bir ipucu verelim; Şuayb (as) kavminde köklü değişime gittiği zaman (putların tanrılığını ret, mallarını diledikleri gibi tasarruf etmeme ve saire) onun namazını dile getirerek şöyle demişlerdi; “Dediler ki; Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını terk etmemizi yahut mallarımızı dilediğimiz gibi sarf etmemizden bizi men etmeni sana namazın mı emrediyor! Oysa sen halîm ve reşîd bir insansın” (Hud, 87)

Daha önceki bir yazımda da paylaştığım gibi her din, ideoloji ve dünya görüşü kendisine göre bir yaşam tarzı sunmaktadır. Bireyleri kurucu gücün algısına göre şekillendirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda seküler kültürde, İslam’ın inşa etmeye çalıştığı bir inanç kültürüne karşı özgür bireyler kültürü oluşturmaktadır. Her şeyin yeri ayrıdır. Namazın yeri ayrı, içkinin yeri ayrıdır. İnanç sosyal hayata müdahale etmemelidir. “Sezar’ın hakkı Sezar’a Tanrının hakkı Tanrıya verilmelidir” şeklinde tahrif edilmiş İncil ilkesi benimsenmelidir!.. Veya bohem hayatın temsilcisi Hayyam’ın; “Bir elde kadeh, bir elde Kuran; bir helaldir işimiz, bir haram. Şu yarım yamalak dünyada ne tam kâfiriz ne tam Müslüman.” dediği gibi ne olduğumuza tam karar veremiyoruz. Gerçi Hayyam’la ilgili ciddi bir çalışma yapan bir akademisyen onun İslam toplumları için bir proje olduğuyla ilgili tespiti de önemli. Onu kısaca not düştükten sonra konumuza dönebiliriz.

“Bir rint (ehl-i dil) gördüm ki şu küre-i arz atına binmişti. Bu adamın ne küfr ile ne İslâm ile ne dünya ile ne din ile bir münasebeti vardı. O ne Hakk’a, ne hakikate, ne şeriata, ne yakine inanıyordu. Acaba iki cihanda bu cüreti gösterebilecek olan kimdir?”

İslam tarihini tahrif etmek isteyen oryantalistler için önemli olan, dindışı mana ve mesajların bir İngiliz’in ağzından değil, bir İslam şairinin ağzından çıkmasıdır.”[2]

Evet burada seküler kültürü sorgulayacak değilim. Çünkü yazının konusu bu değil. Ancak bu kültürün İslam dininin en temel dinamiklerinden birini yok edecek yaklaşımına da sessiz kalınmaması gerektiğini düşünüyorum. Seküler ve popülist kültürde; namaz kılıp yolsuzluk yapacağıma, namaz kılıp kul hakkına gireceğime, namaz kılıp haksızlıklara sessiz kalacağıma namazı kılmam ahlaklı kalırım daha iyi diye bir anlayışın yerleştirilmeye çalışılması İslam’ın namazına büyük bir hakaret ve insafsızlıktır.

Sanki namaz, her türlü haksızlığa, zulme ve kötülüğe yol veren bir köprü!

Bir eylemin ne anlama geldiğini en iyi o eylemin içinde yeşerdiği kültürün temel kaynağından öğrenilebilir. Namazsız Müslümanlık olur mu?  Ve namaz insanın ahlaksızlığına prim veriyor mu? Sorularına Kur’an ve onun açıklayıcısı olan peygamberden cevap bulabiliriz. Kendi bireysel yorumlarımız, çıkarımlarımız değil, gerçekten Kur’an ve peygamber ne diyor? Ona bakmalıyız.

“Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, hiçbir mümin erkek ve mümin kadın için işlerinde seçme hakları yoktur.” (Ahzab, 36)

Bu ayet çok net bir şekilde bir Müslümanın, Allah’ın yapılmasını emrettiği bir işi, eylemi ve ibadetleri yapıp yapmama şeklinde tercih özgürlüğünün olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Namazsız Müslümanlık olur mu? Sorusuna cevap olarak Allah’ın namazı vakitli olarak kesin bir şekilde emrettiğini söyleyebiliriz.

“Namaz, bütün müminler için [günün] belli zamanları ile kayıtlı kutsal bir yükümlülüktür.” (Nisa, 103)

Ama namaz kılmayanlar var! Evet, eşcinsel olanlarda var, zina edenler de var, yolsuzluk yapanlar da var, faiz yiyenler ve onu alışveriş gibi görenlerde var. Bu varların olması bunların doğruluğunu ve İslam’a göre meşruluğunu belirtmez. Allah’a inanmayan insanın, tabi ki tercih özgürlüğü vardır ve istediği dine, ideolojiye, yaşam tarzını benimseyebilir.

Bizim burada konuştuğumuz konu kendisini Müslüman olarak niteleyen insanlar içindir.

Tabi burada namazla, zekâtın arasını ayıranlarla savaşan Ebu Bekir’i hatırlamazsak ona haksızlık etmiş oluruz. Ne demişti o; “Vallâhi namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Vallâhi Resûlüllah (s.a.v.)’a vermekte oldukları ‘anak’ı (bir yıllık oğlağı veya az bir şeyi, yani zekâtı) bana vermekten yüz çevirirlerse, onu almak üzere onlarla savaşacağım.”

Aslında bu anlayış İslam’ın kendi içinde bir bütünlük oluşturan din olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Yani Müslüman olduğunu söyleyen insanların şunu deme lüksü yoktur; Orucumu tutarım ama namazı kılmam. Ben namazı kılarım zekâtı vermem. Ben hacca da giderim içkimi de içerim…

Müslüman olduğunu düşünenlerin veya kendisini öyle kabul edenlerin şunu İyi bilmesi gerekiyor; İslam’da “ben” yoktur. “O” vardır.

Sorularımızı cevaplamaya ve Allah’ın kitabında peygamberin sünnetinde namaz nasıl algılanıyor, sahabe namazı nasıl görüyor bunları da diğer sayımızda inşallah tartışmak dileğiyle…

 

[1] Ebu Davud- Erkam Yayınları- C. 4, S 700

[2] Prof. Dr. Menderes Coşkun/ SDÜ Fen Edebiyat Fak. Sosyal Bilimler Dergisi Nisan 2013, Sayı:28 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR