Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Müslüman ve Yönetim; Demokrasi, Şura ya da…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Demokrasi, kendisini salt dini ve modern formlar içerisinde değerlendirilen hemen herkesin, siyaset etme ve var olan siyasi ortama katılma; yöneten ve yönetilen tarafların pozisyonunun belirginlik kazanmasında önemli bir yere sahiptir.

Demokrasi, çoğu kez öyle iddia edildiği gibi, salt bir tarafın(Batı ve Batıcıların) dünyanın geri kalanına bir dayatma unsuru olarak kullandığından ziyade, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere siyaset etme şekline uygun düşen bir pozisyon içerir.

İnsanlar toplumlar halinde var oldukları sürece, bir yönetim mekanizması gerekecektir. Baştan belirtelim ki, bu mekanizma, Allah’ın varlığı ve birliği anlamına gelen ve hayatın tümünü işaret eden tevhidi gerçekliği esas mecrasından soyutlayıp, onu garip bir şekilde siyaset yapma tarzına yönelik bir silah olarak kullanma düşüncesi, Müslümanları kendi toplumlarında bir yönetimsizliğe itecektir. Halbuki Müslüman yaşadığı çağın şahidi olacaksa eğer, kendi topraklarında yönetim işi ile ilgilen(e)memesi hakikati ıskalamak, hayatı daraltmak ve işi zora sokmak olmayacak mıydı?

En basitinden, ebeveynden ve çocuklardan oluşan bir ailede dahi, ya baba, ya da anne ailenin iç ve dış işlerini yönetme, çekip çevirecekse, öyle olması gerekiyorsa, toplumsal planda en küçüğünden, en büyüğüne idari mekanizmalarda var olan işleri görmek için seçilmiş, ya da atanmış insanlara mutlaka ihtiyaç duyulacaktır. Aksi ise, eşyanın tabiatına zıtlık içerir.

Yukarıda belirtildiği üzere, yaşanılan –yaşanmış olanlarını da- çağı es geçen, es geçildiği için de şahitliğin bihakkın yerine getirilmediği ve anakronik hallerin yaşanmasını sağlayan, sözde İslamî, ama gel gör ki, sığ anlayışlara sahip olunması sonucu Müslümanların ciddi bir başarı elde edemeyişi söz konusudur.

Bununla birlikte, elbette her Müslüman, kendi toplumunda ya yöneten, ya da, Müslüman bir kadro aracılığıyla yönetilmeyi ister, arzular.

Bunun en bariz örneği, Hz. Peygamber’in(s) zamanında Müslümanlarla birlikte, Müslüman olmayan unsurların katılımıyla Medine Sözleşmesi esas alınarak bir yönetim modeli oluşturulmuştu. Ki, bu model hakikate ve aynı zamanda dönemine uygun bir yönetim şekliydi. Daha sonra, Şura ilkesine bağlı olarak dört halife döneminde de o hakikat içre bir yönetim şekli oluşmuştu. Ama dönemin İran’ın ve Bizans’ın yönetim şekillerinin Müslümanlara arız olması sonucu “babadan oğla” devredilen saltanat yönetimleri oluşmuştu.

Bu anlayışı pekiştirme düşüncesine bağlı olarak adına “siyasetname” denen” bir literatür oluşmuştu. Bunun, öyle iyi niyetle düşünüldüğü üzere yönetilenlerin de kendi yöneticilerini denetlediği bir şey olmadığını, sadece ve sadece yönetenlerin, toplum karşısındaki “hakkını, hukukunu/onları gütme –raiye- durumunu resmettiği anlaşılmaktadır.

İşin içerisinde var olan, ona sinmiş bulunan birçok olumsuz durumu sarf-ı nazar ettiğimizde, İslam kültürünü oluşturan şeylerin, başta hakikati ve “insana uygun” olguları(fenomen) dikkate aldığımızda, her konuda olduğu üzere, yönetim konusunda da bir kıstasın varlığını temin etmiş oluruz…
İşte, konu bağlamında hakikate uygun düşen olgunun Şura gerçeği kendiliğinden belirginlik kazanacaktır.

Şura’nın, temeli Kur’an’a dayanan ve oradan, asliyetine zarar ver(dir)ilmeden, ona sadakat içre bağlı kalınarak çağın ve var olan toplumun kendi şartlarına uygunluk içerisinde formüle edilmesi gerektiği halde, Müslümanların yüzlerce yıllık tarihlerinde ya hiç düşünülmedi, ya da oldukça dar bir alanda ele alınıp değerlendirildi.

…ve bundan dolayı da, bu ilkenin ilk dönemin haricinde hilafetin olgu ve güç olarak saltanat yönetimlerince kullanıldığı ortamlarda alınan kararların çoğunluğun kararı ile Şura saikine bağlı olarak değil, bilakis, tekçiliğe dayanan bir kalıp içre “sultan” ve oldukça dar çevresi tarafından alındığı ve uygulandığı düşünüldüğünde mes’ele kendiliğinden belirginleşecektir.

Saltanattan ziyade hilafetin bir yönetim şekli olarak uygulanması ilk dört halife dönemi açısından gayet uygun olmakla birlikte, onu, saltanat yönetim(ler)inin işlevsiz bıraktığı uzun asırlar boyunca değerlendirdiğimizde, onun salt bir aparat olarak kullanıldığın ve zamanın, zeminin, dilin ve söylemin değiştiği gerçeği de ona eklendiğinde, değil saltanat yönetiminin, hilafet yönetiminin dahi ciddi bir esprisinin kalmadığını söyleyebiliriz…

Zaten hilafet yönetimi, salt ilahi olmayıp beşeri ve beşerin kendi bağlamında formüle ettiği türüne özgü bir yönetim şekli idi. Beşeri olan her şey salt bir yanlışlık mı içerir? Tabii ki de hayır!

Kur’an’a baktığımızda, temel olan itikadi(inanç) esaslar dışında, hemen her konuda Müslümanlara bir ilke sunulduğu ve sunulan ilkeler bağlı kalınarak, yine şartlar çerçevesinde yönetim şekillerinin, yol ve yöntemlerin ortaya konulması eşyanın tabiatı gereğidir.

Allah’ın© ilkeler vasıtasıyla, yönetim işini bu ilkeler çerçevesinde insanlara sunduğu bir vasatta, sadece Müslüman toplumların değil, tüm dünyanın, gelişe, gelişe, hatta yer yer bedel ödenmesi sonucu demokrasi gibi elde ettiği formları daha da geliştirme çabaları tabii ki de takdire şayandır. İslam’ın şura ilkesinin yerinde durup işlenmesi gerektiği ve dünyaya örnek gösterilmesi gerektiği halde, 1200’lü yıllarda İngiltere’de ortaya çıkan demokrasi deneyiminin hiç de küçümsenmesi gerekir.

Onlar, kendilerine arız olmuş olan “yanlış” yönetim şeklinin yerine en uygun olanı ikame etmeye çalıştıkları ortamda, biz, adeta bir nevi söylemsel zenginlik içerisinde bir kuraklığı ve yoksulluğu yaşıyorduk. Adeta “komşuda pişen bize de düşer” kabilinden bizde var olan Mutlakiyet’e karşı Meşrutiyet yönetimi ihdas edilmişti.

O yönetim şekli, yapısı gereği ne gerek Şura ile ne gerek demokrasi ile kıyaslandığında, onlardan asla ve asla iyi ve prezantabl olmadığı halde, Mutlakiyet’i sınırlamak ve onu aşmak için biçilmiş bir kaftan olduğu söylenebilir. Bir nevi ehven-i şer kabilinden sayılabilecek olan Meşrutiyet’in yerini daha sonra cumhuriyet’in alması sonucu merhale katedilmiş oluyordu. Kutsal olmadıktan sonra her olgu ele alınıp değerlendirilebilir ve onun yerine “uygun olan” bir başkası ikame edilebilir.

“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” misalinde olduğu gibi, Müslüman, ya Şura’yı birçok çağdaş veriyi de işin içerisine katarak formüle edecek, ya da bilginin İslamileştirilmesi mahiyeti çerçevesinde demokrasiyi uygun bir şekilde ele alıp toplumsal planda karşılıklı bir yönetim (yönetişim) modeli ortaya koyacaktı.

Gayrısı, işi ıskalamak, zamanı yitirmek ve anakoronik haller içerisinde debelenmek olarak düşünülmelidir vesselam…

 

Kaynak: farklı bakış

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR