Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Aziz DARICI


MODERNİZMİN CAZİBELİĞİ

Aziz Darıcı'nın yazısı;


 

Modern zaman kendi dilini ve mantığını hayata tam anlamıyla şamil kıldığını biliyoruz. Dünyaya hâkim olan medeniyetin söz söyleme konusunda etkinliği ve yetkinliği tarihsel hafızamıza kazınmıştır. Burada sözü ilk söylemenin matematiksel bir sıralamayı değil, kategorik bir sıralama olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Dolayısıyla ilk söze başlayan zatı muhterem, aynı zamanda sözün gidişatına yön verendir. Daha ilerisi ise sözün bittiği yere karar verendir.  

Her çağ kendi dilini, kendi medeniyet tasavvurunu teşekkül ettirir. Sosyolojik gerçeklikten uzak olmayan bu bakış açısı, hakikatin bilgisini kendi düzleminde düşünmeye-sorgulamaya-konuşmaya başlar. Bunun içinde bilgi sistemi içerisindeki tüm kodları kullanmak, oradan tevarüs ettiği gerçekliği hayata taşımak ister. Buradan şekillenen hayatlar-tasavvurlar, insanlığın kaderine yön tayin etmektedir. İşin zor kısmı ise insana sunulan bu medeniyet algısının hakikatle olan ilişkisinin ne düzeyde olduğu kısmıdır. Yeryüzü birçok medeniyete yataklık etmiştir ama geleceğe miras kalan, hakikate konu ve konuk olan medeniyetler ancak insanlık için huzur ve neşe kaynağı olmuşlardır.

Bu manada Batı medeniyeti (modern çağ), İslam medeniyetinin tarih sahnesinden çekilmesiyle beraber, insanlığa kendi medeniyet tahayyülünü sunmuştur. Bilim, teknoloji ve felsefe ile desteklediği medeniyetini, fikirsel ve kurumsal olarak gerçekleştirmiş ve aynı zamanda dünyaya kültür ihracatı yapmıştır-yaptırmıştır. Ortaçağ travmasını atlatan Batı, İslam coğrafyasının durağanlığını fırsata çevirmiş, kendi içinde bulunduğu çıkmazdan yeni bir ruh ile tarih sahnesine çıkmıştır. Dogmatik kilisenin hegemonyasına son verirken, başta bilimsel çalışmaları ile hızlı bir yükselişe geçmiştir. Bu yeni ruhun çok sağlıklı olmadığı ayrı bir konu iken; kendi heyecanı ve açgözlü iştahını dünyaya göstermekten çekinmemiştir. Öyle ki kendine rakip gördüğü, nefsin isteklerine ket vuran, oluşturduğu akla uymayan, ilerlemesine engel olarak gördüğü dini bile devre dışı bırakmaktan çekinmemiştir. Daha da ileri giderek “Tanrı”yı gökyüzüne hapsederek; yeryüzünde tanrılarına kucak açmış, insanı kutsaldan kurtarayım derken, kendisini “tanrı” yapmaktan çekinmemiştir. “ Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. Hâlâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna lâyık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?” (1) sözleri materyalistlerin cezbetmiş-aklını çalmış olacak ki; Tanrı’sı olmayan bir hayatı toplumlara dayattılar. Anlamdan-değerden-amaçtan yoksun bir hayat tanımlamasını, dil ve üslup aktarımını, bakış açısını benimsediler.

Batı için tabiatçı, maddi ve mekanik nedensellikten başka bir açıklaması olmayan hayatı bilimsellik adına konuşunca, bilginin hikmetine yabancı kalan bizlerin de dili lâl olmadı değil. Lakin Batı, zamanın gerçekliği ile hesaplaşırken, hakikatin özünü ıskalamış olduğuna onca bilgi arayışında bile farkına varamadı. İstisnalar olsa da aklı aşan hakikate anlam vermeyince, eski ortaçağ korkuları yüzünden dini “akıl” dışına itti. Kibrine yenik düşen her nefis gibi Batı’da tövbe kapısına sırt çevirmiştir. Oluşturduğu sistemler (kapitalizm-emperyalizm, materyalizm) bu yüzden insanı getirdiği nokta tamda bir boşluktur. Anlam ve amaç yoksunluğundan, tüm kazanımlara rağmen bütün insanlığın ruhunu bitirecek kadar pervasız hareket etmektedir. Bu anlamsız boşluktan Batı’nın bu hal üzerine doğruya çıkması mümkün gözükmemektedir. Çünkü kendisine yol gösterecek ilahi nurun sahibi olan Tanrı’yı (Allah’ı) kendi hayatından dışlamıştır. Bu yüzden gökyüzüne yolladığı “Tanrı” ile barışmadığı sürece kendi içsel sancısı bitmeyecektir. Tanrı’nın sadece yeryüzünün ve gökyüzünün değil, tüm kâinatın Malik’i olduğu itiraf etmelidir.  İnsana verdiği aşırı kutsallığı, hakikatteki değerine ise ona düşürmelidir. Yoksa ortaçağ kilisesinin başına gelenler, Batı medeniyetinin başına geleceği muhakkaktır.  

Bizim konumuz bir ruh hali-bakış açısı ile hakikate olan yakınlık-uzaklık tahlili… Yoksa modernizmin nimetleri yok sayacak değiliz. İnsanlığa verdiği hizmetleri de inkâr etmiyoruz. O yüzdendir ki son birkaç yüzyıldır kendisine nimet borcu için sürekli teşekkür edilmektedir. Cahillerimiz taklit ederek, uyanıklarımız kendi menfaatine devşirerek, saflarımız sözlerine kanarak, diplomatlarımız gücüne taparak, sanatçılarımız hayranlıklarını sunarak, aydınlarımız bilimini-bilgisini kutsayarak, satılmışlarımız ruhunu teslim ederek teşekkür kervanına bir nevi katkı sunmuşlardır. Farkında olalım-olmayalım İslam coğrafyasının tümü ise modernizmin bir şekilde taşıyıcılığını yaparak, Batı medeniyetinin ömrünü uzatmaktadır. Çok az olanlardan (hakikat yolcuları) ancak bazı eleştirileri yapmakta; insanlık değerleri olan ortak kazanımları insanlığın hizmetine sunmak için Batı’nın hegemonyasına son vermek istemektedirler. Bu insanlar sayesinde insanlığa sunulmuş her değerin manen anlam kazanması için çırpınışlar devam etmektedir. Batı’nın düşünen aklına, abdest aldırmaya niyetliler. Hikmetle yol alırken, vahyin nurunu Batı’nın gönüllerine-iradelerine-gözlerine çevirmektedirler.

Lakin bu yaklaşım tarzının prim yapmadığını arz-talep dengesinden anlaşılmaktadır. Hala ciddi manada modernizmin ve ona bağlı türevlerinin ciddi manada alıcısı olduğu görülmektedir. Hayatta görünürlüğü canlı olan, haliyle bu kadar değer atfedilen bir rakiple, kendi toplumlarında bir değere oturtulamamış samimi dertli birkaç insanın sözü para etmeyecektir. Bu yüzden samimi çalışmalarının akıbete uğraması, zaman içinde kaylule uykusuna yatması işten bile değildir. Ancak yapacağı şey, zamanında-baharında açacak çiçek misali gibi kendi sırasını bekleyecektir. Bu sırada tüketimin alabildiğince yayıldığı zamanımızda ömürleri bitecek, geride kalanlar ise onların sözlerini-gayretlerini sömüreceklerdir. Yani Ashâb-ı Kehf’in başına gelenleri yaşayacaklar. Hayattayken vermediği değerleri mezarları başında elleri açık, boynu bükük, gözyaşları içerisinde poz vererek;  fotoğrafladıkları kareyi ölümsüzleştireceklerdir. Hem de ilahi kayda aldırış etmeden.

Bu durumda modernizmin ruhuna bir “Fatiha” okunur mu, zamanı gelmiş midir? 

       

  1. (Nietzsche, Şen Bilim, Kısım 125, İngilizce: Walter Kaufmann)

 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR