Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


Modern Psikolojiye Göre Rüya

Ali BULAÇ'IN Yazısı; Modern psikoloji rüyaların oluşumunda fizyolojik ve biyolojik etmenlere öne verir; iç ve dış etkileri temel alır.


Ali Bulaç

Modern psikolojiye göre rüya

Rüyanın geleneksel anlamı ve yorumu ile modern zamanlardaki anlamı ve yorumu arasında önemli farklar var. Öncelikle geleneksel anlamıyla rüya “iyi ve doğru (saliha-sadıka) ile “kötü ve saçma (edğas veya kâzibe-faside)” olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Salih-sadık rüyalar ya peygamberlerin rüyaları gibi sabah aydınlığı kadar açıktır, yoruma tabi değildir ya da mü’min olsun olmasın bugünden, geçmişten ya da gelecekten haberler, işaretler veren, telkin ve telmihlerde bulunan rüyalardır, bunlar yorumlanır. Modern psikologların yapmaya çalıştıklarının aksine kötü ve saçma sapan rüyalar (edğas) yorumlanmaya değmez. Bilgi değeri bakımından rüyalar, gören kişiyi bağlar, başkaları için güvenilir bilgi kaynakları değildir. Psikologlar ise tam aksine bu tür rüyaları inceleme ve araştırma konusu seçmiş bulunmaktadırlar.

Modern psikologların bakış açısı ile geleneksel bakış açısı arasındaki fark burada belirginleşir. Modern psikoloji rüyaların oluşumunda fizyolojik ve biyolojik etmenlere öne verir; iç ve dış etkileri temel alır. Rüya merkezi sinir sisteminin bir işlevi olup belli sürelerle ortaya çıkar.  Modern psikologlar, özellikle Freud ekoluna bağlı olanlar rüyaların aşkın (müteal) anlamını kaale almazlar, rüyaları gündelik hayatımızda yaşadığımız olay ve karşılaştığımız olguların zihnimiz üzerindeki etkilerine ve bilinçaltının ortaya çıkmasına bağlarlar. Jung ve Fromm ise Freud’tan farklı düşünür, bunu aşağıda göreceğiz (66).

Modern bakış açısının belki de anahtar terimi “bilinç ve bilinçaltı”dır. Bazıları bilinçaltı yerine “bilinçdışı”nı da kullanır. Bilinaçltı kendi başına bir varlık değil, insanın tabiatın tüm fiziki ve zihni yönleriyle bütünleşme, ilişkiye geçme halidir. Söz konusu terimlerin zihinle ilintili olduğu açıktır. Ne var ki tek bir zihne sahip olmamıza rağmen, zihnimizin iki yönlü hareketi veya cephesi söz konusudur. Birinci ve bizim uyanık iken olan hareketi karşılaştığımız boyutu her olay ve olguyu akıl ve mantık prizmasından geçirmemizdir. Bu cephe somuttur, yüzeydedir ve iradidir. Diğer cephesi ise öznel, derinde ve irade dışıdır. Bilinçaltı zihin hafıza deposudur; ömrümüz boyunca yaşadıklarımızla ilgili bilgiler, izlenimler, imgeler, imajlar, resimler orada saklanır. Heyecanlarımızın da yatağı da burasıdır. Dışa verdiğimiz tepkiler, söz gelimi sevgi, sempati, öfke, nefret bilinçaltında yer alır ki, bunların tutum ve davranışlarımız üzerinde ciddi etkileri vardır. Psikologlara göre rüyada bilinçaltımız normal hayatta olmayan senaryolar üretir, tasarım ve tasavvurlarda bulunur. Bilinçaltı genellikle iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında ayırım yapmaz, her ikisi de onda işlev görürler. İster bilinçli durumda ister başka bir kanaldan dışarıdan her ne gelirse gelsin, bilinçaltı bunları kabul eder; bunların doğruluk veya ahlaki değeri konusunda akıl yürütmez. İnsan için en tehdit edici durum, kendini bu her şeyin kendisinde toplandığı barınağa bırakmasıdır. Bilinçaltına karşı en iyi tedbir bilinç seviyesinde doğru, iyi, yararlı ve güzel olan inanç ve düşüncelere sahip olmak, yüksek ahlaki erdem ve aşkın (müteal) hakikatlere sahip olmaktır.

Modern psikoloji rüyayı, aşkın boyuttan kopuk beynimizin iki tarafı arasında vuku bulan bir haberleşme, bir iletişim veya ilişkiye geçme olayı olarak görür. Zihnin bir yanı mantıki ve akli iken diğeri soyut ve semboliktir, rüyada bu ikisi temasa geçer. Rüya iç beyin tarafından düzenlenen bir büyüme süreci olup bu sayede beyin iç verileri gözden geçirmiş olur. Araştırmalara göre öğrenme ve kişilik gelişimi daha hızlı olduğundan çocukluk döneminde daha çok rüya görürüz, yaş ilerledikçe bunun hızı azalır. Psikozların önemli bir sebebi rüya görmemekten kaynaklanır, bu açıdan rüya görmenin içsel psikolojik bakımından önemi vardır. Rüya kişiyi kendi kendisiyle buluşturur ama ruhi süreçler tabii ki rüyadan ibaret değildir.

Bilinçaltının diğer bir özelliği bedenin çalışmasını, fonksiyonlar görmesini sağlamasıdır; nabız, kan dolaşımı, hormonların salgılanması, dolaşım sistemi bununla ilgilidir. Özetle bilinçaltı geçici ve kalıcı olayları, anıları depolar; duygulara yataklık eder; olumsuz, rahatsızlık verici anıları bastırır; kişiyi haklı çıkarmak, rahatlatmak için bastırılmış anıları açığa çıkartır; vücudu korur, işlev görmesini sağlar; emirler alır, itaat eder; iç güdüleri ve alışkanlıkları sürdürür, algıları-algılamaları kontrol eder (67).

Modern psikolojinin en önemli adamlarından biri olan Freud’a göre insanın yeryüzünde yaşama kaynağı ve faaliyet amacı içgüdüsel olarak varlığını koruma güdüsü ve cinselliktir. Uygarlığını gelişmesine paralel olarak koruma iç güdüsü büyük oranda tehdit altına girmekten çıkmış bulunmaktadır, geriye cinselliğin tatmini kalmıştır. Tatmin bekleyen cinsel arzular ile toplumda geçerli olan kurallar (din, ahlak, hukuk, örf ve adetler) çatışır, bu da söz konusu arzu ve isteklerin bilinçaltına itilmesine yol açar, bunun da sonucunda bir takım kompleksler ortaya çıkar. Freud, cinsel içgüdünün belirleyici ve motive edici gücünü o kadar ileri götürür ki, -günümüz nevrozlarıyla ilkel kabilelerdeki davranışlar arasında analojiler kurmak suretiyle- bunun çocuklukta kızın babasına, erkek çocuğun annesine duyduğu yakınlık ve ilgiyi buna bağlar, tezini temellendirmek için de  Avustralya'nın totemci "ilkel" kabilelerinde varolan "cinsel yasakları" kanıt gösterir (68). Ona göre çocukların anne ve babalarına duydukları sevgi ve ilgi, onlara yönelik erken bir cinsel tercih ve istektir: "Büyük ihtimalle hepimize ilk cinsel duygularımızı annemize ve ilk nefret ve şiddet arzularımıza babamıza doğrultmamız gerektiği emri verilmiştir, rüyalarımız bizi bu konuda ikna etmiş bulunmaktadır." Freud, görünürde heterojen olan insan ruhunu ortak bir bakış açısında toplamış, hepsinin ortak yönünün bilinçdışı çocukluktaki ruhsal hayat ve cinsellikle olduğunu iddia etmiştir. İlkel toplumlara özgü mitler gerçekte bir bütün olarak halkların fantezilerindeki arzuların biçim değiştirmiş tortularıdır, bular yeni nesillerin rüyalarına tekabul eder (69).

Bu durum tespitinde bir sorun var: Çocuğun rüyasında annesiyle ilişkiye girdiğini görmesi, rüya aracılığıyla Freud'un bilmediği "fücur" duygusunun çocukta uyandırılmasını sağlar. Fücur duygusu mahiyeti itibariyle tiksindirici (müstekreh) olduğundan, rüya fücura karşı tiksintiyi geliştirip hem türün özyapısının (fıtratının) bozulması, hem sıradan zina ile insan nesli ve aile yapısının bozulması konusunda farkındalık duygusu ve zihni tutum uyandırır. Anneyle ilişki, zinanın en uç (extrem) biçimidir, diğer kadınlarla olan zina buna göre daha hafiftir, ama yine de zinadır ve kesin olarak yasaktır.

Freud, rüyada görülen şeylerin, bu komplekslerin bilinçdışı istek ve arzuların akıl süzgecinden-sansüründen kurtulmuş olarak açığa çıktığını söyler. Rüya tamamiyle gerçeklik dünyasıyla ilgilidir, gerçeklik çevresinde dönüp dolaşan zihni hayattan türemektedir. Rüyaların kaynağı biziz yani yaşadıklarımız, istek ve arzularımız, beklentilerimiz ve sairedir. Freud’a göre gündelik hayatımızda bizi rahatsız eden şeylere karşı rüya bir tepkidir. Uyanık halde iken ulaşamadıklarımıza rüyada ulaşmak mümkündür.

Freud, rüyaları yeniden üretmek için çocukluk dönemini zengin malzeme olarak kullanır. Hemen hemen her seferinde kişinin yaşadığı çocukluk döneminde yaşadıklarına bakmak lazım geldiğini söyler. Çünkü çocukluk gizlenmiş anılar deposudur (70). Freud simgelerle yorum ve şifre çözümünü iki yöntem olarak kullanır. Ona göre şifre çözümü en sağlıklı yöntemdir. Bu sayede rüyanın içeriği yanında rüyayı görenin kişiliği ve içinde yaşadığı çevresel faktörleri de açıklar. Rüya bir bütün olarak değil de parça parça alındığında her parça farklı bir duyguyu, durum ve olayı anlatacaktır. Rüyalar isteklerin doyurulmasıdır. Baskı altındaki bir istek başka bir kılığa bürünür, rüyada ortaya çıkar. Her rüya bilinçdışı bir istek ve arzu, dürtü, korku veya bir çatışma türünü temsil eder. Freud “serbest çağrışım yöntemi”ni kullanarak rüya görene sorular sorar, böylelikle rüyanın kaynağına inmeye çalışır. Çünkü ona göre saçma gibi görünen karmaşık hayaller bilinçaltının maske takmış halidir; bunları açıklamak-çözmek gerekir. Buradan anlıyoruz ki, İslam bilginlerinin saçma-karışık, anlamsı (edğas) addettikleri rüyaları Freud çalışmalarının merkezi konusu haline getirmiş, onları çözümlemeye çalışmıştır.

Özetle Freud, rüyayı merkezi sinir sisteminin bir işlevi olarak görür; bilinçaltıyla ilişkilendirir; gerçeklik ve gerçeklik çevresinde dönen zihinsel hayatla bağını kurar; kişi uyanık halde iken ulaşamadığı anıları emri altına alır; çocuklukta yaşananlar rüyalarda etkili olur; gündelik hayatımızda bize her ne rahatsızlık veriyorsa rüyada ona tepkimizi koyar, meydan okuruz; rüyalar istek ve arzuların doyurulması biçimi olduğundan, söz konusu istek ve arzular rüyada baskıdan kurtulduklarından bilinçdışına çıkarlar; rüyaları zihni sembolleri ve şifreleri çözerek yorumlamak mümkün (71).

Fredu'u takip eden Karl Abraham, insanın gündüz ve uyanık iken de rüya görme eğiliminde olduğunu, rüya gördüğünü, bu rüyada yapay durumlar yarattığımızı-tasarladığımızı ve arzularımıza göre dünyayı şekillendirdiğimizi söyler (72). Bu tam da Süruş'un "Nebevi rüya" tezine yarayacak bir görüştür.

Önemli psikologlarından biri olan Carl Jung, başlangıçta öğrencisi iken Freud’tan ayrı bir rüya görüşü geliştirmiştir; onunla yüzyüze görüştükten sonra Freud’un dışa dönük bir nevrotik olduğunu söylüyor. Jung'a göre, rüyalar kaynakları geçmişe dayalı istek ve arzuları temsil ediyorlarsa da, aynı zamanda geleceğe de atıflarda bulunurlar; kişinin gerçek hedef ve düşüncelerine ışık tutarlar. Rüyaların bilgelik boyutları görmezlikten gelinemez; bilinçdışı bazen bilincimizi aşan bir zeka ve hedefe yönelme yeteneği göstermektedir. Belki Freud’la aralarındaki farklardan biri Jung’un ego ve super ego denen rüyaları psiko-terapi adıyla tahlil etmesi, Freud’un “id-rüyaları” denen rüyaları psiko-analiz adıyla incelemesidir. İnce elenip sık dokunmalı gereken rüya, bütünlüklüdür, belki de düşünüldüğünün aksine kendi içinde mantık ve niyet barındırır.  Rüyalarda varolan mantık ve hemen hemen herkesin rüya görmesi, nedensellikten kopuk olmaması, rüyaların temelinde çelişki değil, anlamlı sebeplerin yattığını ima eder. Bu sebeplerin dini mahiyette olması kuvvetle muhtemeldir, rüyalar çoğu zaman dini mesaj iletme aracı olurlar. Jung rüyaları yorumlarken öne çıkan sembollere dini anlamlar verir.

Jung’un bu görüşü Süruş’un teorisini nakzeder, çünkü bizce de her ne kadar rüyada olağanüstü olay ve olguları tecrübe ediyorsak da yine de yaşadıklarımızı belli bir mantık ve tutarlılık içinde algılarız. Garip olan olay ve olguların akıl ve mantık dışı olması değil, bildiğimiz tabiat yasalarını aşan niteliklerde olmasıdır.

Jung, rüya yorumu konusunda hayli ilerlemiş kimse bile ihtiyatlı davranmalı, kendini gözden geçirmeli, sürprizlere hazır olmalı, der. Rüyalar herhangi bir referans kitabına bakıp anlaşılamazlar, çünkü birden fazla anlam katmanına sahiptirler. Şu halde rüyayı anlamak için iyi bir kontekse ihtiyacımız var. Nasıl zor bir metni çözmek veya arkeolojik bir buluntuyu çıkarmak zor ise, rüya da öyledir. Ayrıca tek bir rüya üzerinden sonuca gidilmez birden fazla rüyayı referans almalı. Rüya bireyseldir; rüyanın kendisi hem sahne, hem oyuncu, hem yazar, hem seyirci, hem yapımcı, hem süflör olan bir tiyatrodur. Bitki kendi çiçeğini ürettiği gibi, kişi de kendi rüyalarını  yaratır. Rüyada ortaya çıkan bütün imajlar bireyin kişiliğiyle bütünleşir. Freud’a muhalefetine ve rüya yorumunda sembollere önemli işlevler yüklemesine rağmen Jung da rüyanın aşkın/müteal boyutunu net olarak görmüyor. Rüyanın yorumunu veya çözümünü karanlık bir bölgenin aydınlatılması olarak görüyor, ancak belli bir yöntem de önermiyor. Onun çabası psikolojimizi arketipler aracılığıyla keşfetmektir. (73). Söz konusu arketipler fizyolojik-biyolojik varlığımızın kökeninde mi yoksa filozofların ve sufilerin işaret ettiği bireysel nefsin menşei külli nefste mi, belli değil.

Özetle Jung bize rüyanın belli bir mantık ve niyet taşıdığını söyler. Belli bir yöntem söz konusu olmasa oa kişi kendi rüyasını yorumlayabilir, ancak yorum için onu oluşturan ilişkiler ağını çözmek gerekir. Rüyada görünen her bir sembol ve kelime bir anlama sahiptir. Rüya bir tiyatro oyununun ihtiva ettiği bütün unsurlarıyla bireyseldir. Ona göre Freud rüyayı nevrotikleştirdi, oysa nevrotik olmayanlar da, yani herkes rüya görür. Eğer rüya ile nevroz arasında bu türden ilişki kurulacak olursa, rüya gören herkes nevrotik demektir, bu ise temelden yanlıştır. Freud'un rüyayı id'le neredeyse mutlak olarak ilişkilendirmesi indirgemeciliktir, bilimsel olarak indirgemecilik savunulamaz, deneysel olarak da isabetli olduğu ortadadır.

Jung’tan sonra görüşlerine bakmamız gereken diğer bir psikolog  Alfred Adler’dir. Rüyaları insan aklının yaratıcı ürünü gören Adler’e göre rüya her insanda varolan ruhsal bir durumun dışavurumudur. Geçmiş zamanlarda kimi insanlar rüyayı Tanrı’nın veya atalarının kendi ruhlarını ele geçirmesi olarak görürlerken, kimileri de rüyaları hayatlarının rehberi sayarlardı. Bir insan rüyaların geleceği haber verdiğine inanıyorsa, o kötü durumdadır demektir. Rüyayı çözmek için çocukluk dönemine inilir veya bireysel ruh çözümlemeleri yapılır ki, ikinci teknik kullanılırken rüyalardan yararlanılır. Adler, Freud’un aksine rüyanın hepten geçmişle ilgili olmayıp kişinin geleceğine bakmak istemesi ve sorunlarına çözüm bulması amacına yönelik olduğunu söyler. Gerçi Freud da sonlara doğru ölüm düşüncesinin rüyalara egemen olduğunu kabul etmiştir. Adler, rüyada görülen hayat ile gerçek hayat arasında çelişki görmez. Gerçek hayatta sorunlarımızı çözemediğimiz için rüya görürüz; bu sayede rüya hayat biçimimizi destekler ve güçlendirir. Bazı durumlarda gördüğümüz rüyayı ya hiç hatırlamayız veya az bir kısmı hafızamızda kalır. Adler’e göre bu önemli değildir, çünkü önemli olan duygu olarak bize hissettirdikleridir, hatırlamasak bile gördüğümüz rüya maksadını gerçekleştirmiş olur. Yani rüyaların maksatları uyandırdıkları duygulardır. Sağduyu (akıl) ile duygular birbirine düşmandırlar. Son derece akıllı veya bilimsel verilere göre ilerleyen kimse çok az düş görür; sorunlarını sağduyu ile çözemeyenler ise rüya görür; bu manada rüyalar gerçeklikten kaçıştır. Rüyada yapıp ettiklerimiz aslında kendimizi aldatmaktır. Bazı insanlar rüya görmez, çünkü bu insanlar gerçek sorunlarından kaçmayan kimselerdir; rüya görseler de çabuk unuturlar. Adler, rüya mekanizmasını “belli resimlerin çizilmesi”, “mecaz ve semboller” ve “basitleştirme” olmak üzere üçe ayırır.

Kısaca Adler, rüyayı insan aklının evrensel etkinliği olarak görür; insanların sorunlarına rehberlik eder. Yaşanan gerçek hayat ile rüyada görülenler arasında çelişki yoktur, insanlar gerçek hayatta sorunlarını çözemediklerinde rüyalar görürler, bu sayede hayat biçimleri desteklenmiş olur, duyguları güçlenir; rüyanın unutulması önemli değildir, önemli olan uyandırdığı duygudur, bu duygu sorunları olan insanı rahatlatır.  Hastalar tedavi edildiğinde çocuklukta yaşadıkları olaylara inilirken rüyalardan da yararlanılır. (74).

Modern psikologlardan son olarak görüşlerine başvuracağımız kişi Eric Fromm olacaktır. Fromm'a göre rüyalar basite alınamaz, mitoslar ve masallar gibi bir dile sahiptirler, ne var ki bu dil unutulmaya terkedilmiş bulunmaktadır. Dikkatlice bakıldığında, mitosların dili ile rüyalar arasında şaşırtıcı benzerlikler olduğu görülür. Çağımız insanı mitos, masal ve rüyaların dilini bilmiyorsa, değer vermediği ve bir tecrübe hazinesi olarak görmediği içindir. Fromm, Freud'un id'in cinselliği ve cinsellikle aldığı hazzı saplantı haline getirmek ve rüyaları bilincin bastırdıkları bilinçaltının açığa çıkmasına bağlamakla fazlasıyla basitleştirmiştir. Bu yetersiz bir yaklaşımdır.

Gündelik hayatımızda birbirinden hayli farklı olaylar yaşarız, rüyada bunlar şaşırtıcı biçimde birbirleriyle irtibatlı hale gelirler. Fromm, kendi kuramını geliştirirken eleştiriler yöneltmesine rağmen gerek Freud'tan, gerekse Jung ve Bergson'dan yararlanmayı ihmal etmez, hatta bu konuda eklektik olduğu söylenebilir. Rüyaların akıl dışı yönleri var ama içimizde gömülü/saklı (meknuz) bulunan iyi ve kötü her şey yani aklımız ve ahlakımız da rüyada dışa vurur. Rüya ruhumuzun faaliyetidir. İnsan başkalarıyla iletişim kurar ama sembolik anlamlar en çok rüyada ortaya çıkar; uykuya daldığımızda normal dille ifade edemediğimiz çok sayıda ruhi hallerimiz gördüğümüz rüya ayrıntılarıyla bize anlatır. Fromm, sembolleri tesadüfi ve evrensel olmak üzere ikiye ayırır; tesadüfi olanlar, temsil ettikleri varlık ile arasında rastlantıya dayalı ilişki var; evrensel olanında ise sembol ile varlık arasında belli bir ilişki var ve bu hemen hemen herkeste aynıdır. Fromm'a göre sembolik dil insanlığın eski ve ortak dilidir; önsözünde bu dili yeniden anlamlandırmak amacıyla “Rüyalar, masallar ve mitoslar” kitabını yazdığını söyler. Bu dilin hem kadim hem ortak oluşunun tipik örneği Tevrat'ta anlatılan Yunus peygamber kıssasıdır: Gemiye binme, alt kata inme, uykuya dalma, denizi seyretme ve balığın karnında yaşama vs. motiflerden oluşan bu hikayenin birçok medeniyette bilindiğini, hikayede anlatılanlar fiilen yaşandığı için değil, anlatılmak istenen Yunus'un iç dünyası ve yaşadığı bocalamalardır (75). Fromm, Yusuf aleyhisselamın rüyasına da değinir, ona göre "güneş, ay ve 11 yıldız" metaforu Yusuf'un hırslı kişiliğinin sembolleridir (76). Şu halde sembollerin dili başlı başına bir dil ise, bu durumda yapılması gereken onu “yorumlamak” değil, “anlamak” olmalıdır. Bu yüzden yüksek okullarda ve üniversitelerde yabancı diller yanında sembollerin dili de öğretilmelidir, bu farklı insan toplulukları arasında iletişim ve diyalogu kurmaya yardımcı olur..

Rüya doğası gereği tabiatüstüdür; dolayısıyla uyanık iken tâbi olduğumuz, bedenimizin faaliyetlerine sınırlar koyan  zaman ve uzay kuralları rüyada geçerliliğini kaybeder (s. 18). Fromm, bir Sibyilla özdeyişini aktarır: “Kimileri eğitimle aydınlanır, kimileri rüyalarıyla (s. 133.)” Fromm rüya yorumlarının birçok psikolojik tedavide kullanılabileceğini kabul eder. Korkularımızın temelinde arzu ve tutkularımız barınmaktadır. Öyle tutkularımız var ki bir türlü gerçekleşemez, gerçekleşecek olurlarsa da büyük gürültü ve tepkilere yol açarlar.  Rüya görüyorsak, bu tam anlamıyla gerçektir. Fromm "rölativist" açıdan "gerçek nedir" diye sorur. Bir şey herkese "göre" gerçektir. Binaenaleyh bilim ve akıl neden yegane gerçek olsun?

Fromm'a göre kişilerin rüyalarının farklı olması, ayrı gerçekliklere değil, gerçeğin farklı boyut ve yönelimleriyle ilgilidir. Gördüğümüz rüya gerçek değilse, uyanıkken gördüklerimizin gerçek olduklarının garantisi nedir? Rüya gören kişinin ürünüdür, kişi rüyada hangi hale bürünürse,o hal onundur, odur. Rüya beynin ürünü olduğundan, bilinç uyku durumunda (dış) etkilerden kurtulduğundan rüyada görülenler daha doğru ve gerçektir; uyanık halde iken kamuoyu bilinci etkiler, uyku halinde berraklaşır. Bilinçaltı bilinç halinden kopuk değil, zaman zaman bilinçaltında olanlar dışa vurur ve bilinç seviyesinde kullanılır ama önemli bir kısmı da orada kalır, işte orada kalanlar rüyada ortaya çıkar. Bu açıdan rüyalar bugünü, geçmişi ve geleceği de kapsar.

Bu bakış açısı, Süruş'un kuramına aykırı; zira eğer Hz. Peygamber, vahyi ve vahiy aracılığıyla anlatılanları rüyada gördüyse, modern bilime ve akla aykırı gibi görünen bir dizi bilgi ve haber birer gerçektirler. Evet, ateş şeytanları gökte yakmıştır, yedi gök söz konusudur; Musa ve kavmi suyun içinden geçip Firavun ve ordusundan kurtulmuşlardır. Ama peygamber olmayanların gördüğü aksi rüyalar da birer gerçek ise, peygamberin rüya ile elde ettiği bilgi ve haberlerin asli ve sahih gerçeklik (hakikat) değeri kalmaz; muhataplarına tebliğ ettiği bilgi ve haberler "peygambere göre"dir. Bu demektir ki, başkaları da peygamber rüyalarının önüne kendi rüyalarını birer gerçek (hakikat) olarak dikebilirler.

Fromm'un rüya teorisini birkaç maddeye indirmek gerekirse, şunlar denebilir: Rüya gün boyu yaşadıklarımızın bir yansımasıdır. Her insan rüya görür, rüyaların temelinde bir anlam söz konusudur.  Bu anlamın dini bir muhtevası var, rüya dini bir mesaj taşır. Rüyada hem akıl dışı yönler, hem içimizde olan iyi ve kötü her şey aklımız ve ahlakımız dışa vurur. Rüyalarda ortaya çıkan sembol dili insanlığın en eski ve ortak dilidir .Rüyanın dili semboldür, tipik örneği Yusuf'un rüyalarıdır. Rüyaların yorumunda tesadüfi ve evrensel semboller önemli rol oynar; rüyaların gerçekliği ve güvenirliği uyanık haldeki algılardan daha güçlüdür; uykuda bilinç baskılardan kurtulduğu için uyku halinin ürünü rüya daha sağlıklı ve güvenilirdir; rüyalar yorumlanırken tek düze ve spesifik anlamlandırmalardan kaçınmak gerekir. (77)

Bundan sonraki yazımızda "uyku ve ölüm" arasındaki ilişkiyi ele almaya çalışacağız. (alibulac.net/ 5 Ekim 2019.)

Notlar

66) Bkz. Abdulvahit İmamoğlu, Bazı psikanalistlere göre rüyanın insan hayatındaki yeri, Sakarya Ünvrs. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XII, Sayı: 22 (2010/2), s. 21-47.

67) Bilinç ve bilinçaltı; Yağmur Küçükbezirci, Bilinçaltı mesaj gönderme teknikleri ve bilinçaltı mesajların topluma etkileri,  Selçuk Ünv. Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölm. El- mek: ykbezirciyahoo.com; https://docplayer.biz.tr/11219108-Bilinc-ve-bilincalti.html

68) Günümüz nevrozu için bkz. Karen Horney, Günümüzün nevrotik insanı, Çev. A. Erdem Bagatur, Varlık Yay., İstnbul-1986, s. 13 vd.

69) Bkz. Karl Abraham, Rüyalar ve mitler, Çev. Emine Nur Gökçe, Pinhan Yayı. İstanbul-2017, s. 7, 17, 18 vd.; Freud, Totem ve tabu, Çev. Hasan Can,  Tutku Yay. Ankara-2014, s. 11 vd.

70) Bkz. Freud, Günlük yaşamın psikopatolojisi, Çev. Hasan Can, Tutku Yay. 2. Bsm. Ankara-2015, s. 52 vd.

71) Sigmund Freud, Rüyaların yorumu 1-2, Erasmus Yay., stanbul-2019;  Freud, Düşlerin yorumu I-II, Çev.Emre Kapkan, Payel Yay. İstanbul/2001-2004; Karl Abraham, Age., s, 12 vd.; Bülent Akot, Freud’un rüya yorum metodu, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 10; Sayı: 1, 2010, s. 224.

72) Karl Abraham, Age., s. 11.

73) C.G. Jung, Din ve psikoloji. Çev. Cengiz Yay. İnsan Ya. İstanbul-1993. S. 40 vd.; Adulvahit İmamoğlu, Age., s. 24-30.

74) Alfred Adler, Yaşama sanatı, çev. Kamural Sipal, Say Yay. İstanbul-1984, s. 111 vd.; Adler, Psikolojik Aktivite, Çev. Belkıs Çorakçı, İstanbul-1993, Say Y. s. 213-232.; Abdulvahit İmamoğlu, Agm., s. 33-36.)

75) Burada dikkat çekici nokta şu ki, Yahudi asıllı olup diğer kitaplarında Tevrat'ı arkada etkili bir ilham kaynağı kullanan Fromm'un, Yunus aleyhisselamın yaşadığı maceranın gerçekliğinden kuşku duyar izlenimini vermesidir. Sebebi belki de gerçekten kıssaya inanmaması değil, 19. yüzyıldan tevarüs edilen 20. yüzyıl bilim anlayışına sımsıkı sarılmış bulunan akademik ve aydın çevrenin onu yargılamaya kalkışmasından duyduğu endişedir ki, bunu kendisi de üstü kapalı ifade etme lüzumunu hissetmiştir.

76) Burada da Fromm, Tevrat anlatımlarının etkisinde Hz. Yusuf'a bir peygamberde olmaması gereken "hırslı kişilik" zaafı izafe edebilmektedir. Bilindiği üzere Tevrat, Hz. Nuh, Hz. Davut ve diğer peygamberlere yakışmayan suç ve günahlar, yüz kızartıcı cürümler isnad edebilmektedir. Hz. Yusuf ve diğer peygamberlerin rüyaları ve yorumları için bkz. Hidayet Aydar, Kur'an'da Rüyalar ve Rüyaların Hayata Yansımaları, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, V (2005), Sayı: 1.

77) Eric Fromm, Rüyalar, masallar, mitoslar,  Çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, 3. Bsm., Say Yay., İstanbul-2017, s. 25 vd., 187 vd.; Abdulvahit İmamoğlu, Agm., s. 37-46.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR