Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Nezir ERGENÇ


MEN EDREKE NEFSEHU FEQED EDREKE REBBEHU

Yazarımız Nezir Ergenç’in "yeni" yazısı...


Bu cümlenin aslının “men erefe nefsehu feqed erefe rebbehu” olduğunu elbette biliyorum. Aslında bu söze kaynaklık eden ilk deneme Delfi tapınağının giriş levhasındaki “kendini bil!” cümlesidir. 

Kendini bilen aslında ne bilir? 

Ya da kendini bilmeyen aslında neyi bilmez?

Kur’an-ı Kerim “Bilme/bilgi” konusunda üç kavramı öne çıkarır: El İlim, Marifet/irfan ve İdrak

Bilgi/bilme konusunda birbirine yakın uzak onlarca tanım yapılmış ehlince; hepsi de kıymetli, tefekkürden besili. Benim tanımım ise, “Varoluş gayesini bilmek” şeklinde ifade buluyor. Yani bilginin konusu her ne ise onun varoluş gayesini anladığımızda o konuyu bilmiş oluruz. 

Bilimsellik ya da rasyonel yaklaşım bilgiyi, özne ile nesne ilişkisinden hareketle tanımlar. Buna göre bilgi, özne ile nesne arasındaki ilişkiden meydana gelen ürün yani hâsıladır. 

Sufilerden bir kısmı “vahdet” bir kısmı ise şahitlik/şehadet, Suhreverdi “huzur”, Eflatun gerekçelendirilmiş inanç, olarak tarif etmiş.

“varoluş gayesini bilmek/anlamak” dediğimizde neyi kast ettiğimizi biraz açmakta fayda var. Allah yarattığı her bir şeyin fıtratına, özüne onun alamet-ı farikası, onun asıl varoluş gayesi olabilecek bir zübde/öz/sır derç etmiştir. Bu; başka bir ifadeyle varlığın, ne bilimin ve ne de felsefenin sormadığı- alanına girmediği için soramadığı- “niçini”  bilmeye, anlamaya dönük bir bilme olayıdır. Bu bilgiye tanık olan, aynı zamanda bilmiş olur.

Ancak sorun, bu bilginin nasıl ve ne ile bulunacağı meselesidir. Yapılan bütün bilgi tanımlamaları bizi ya duyu organlarımız yoluyla ya da “kalp” yoluyla elde edilen bilgiye götürüyor. Oysa ister duyu organlarımızla olsun isten kalple olsun elde edilen veride insanî zaaflarımız kendisini açık eder. Dolayısıyla edindiğimiz bilgi konusunda tereddütlerimiz meydana gelir. Bu sebeple başka kaynaklar ve desteklere ihtiyaç duyarız.

Söz konusu zaafiyetlerin ve tereddütlerin giderilebilmesi için önerdiğim kavram “idrak”tır. Bir şeyi idrak etmek bilmekten öte bir anlamayı içerir. Bu sebeple olsa gerek ki Kur’an bu ifadeyi daha çok soru tarzında dile getirir: İdrak ettin mi veya sana onu idrak ettiren şey nedir?

Ema edrake? Sorusu cevabı bilinen bir sorudur aslında. Bildiğini sandığın şey konusunda olanı değil, olması gerekeni bil ve anla! Anlamında bir talebi görüyoruz. Kadir gecesini idrak ettin mi, akabenin ne olduğunu idrak ettin mi, hutamenin ne olduğun idrak ettin mi? 

Bütün bilgi tanımlamaları “parça” üzerinden yürür, parçaya dairdir. İdrak ise bütüne dönüktür ve idrak etme olayı bütüne dair bilmeyi gerektirir. 

O halde nefsini/kendini idrak edebilen kişi aslında bu bütünlük üzerinden Rabbine dair bir idrake de sahip olabilir. Görme ve hissetmekten çok daha geniş ve kapsayıcı bir bilme yani; ışığı, sıcağı veya soğuğu, sevgiyi veya nefreti idrak etmek gibi.

İnsanın aksini/resmini ayna veya başka bir yansıtıcıda görmesi bilgi konusu olabilir; ancak idrak konusu olmaz. Kendi suretini hiç görmemiş bir insanın kendisini idrak edebilmesidir, söylemeye çalıştığımız şey.

 İdrak, bütün ve kapsayıcı anlamayı zorunlu kılar; bu sebeple kendini idrak edebilen varlığı da idrak edebilir. Gözler Allah’ı idrak edemez; Allah ise gözleri idrak eder. Göz organı ışık olmadan görmeyi başaramaz. Tam da bu yüzden ışıksız, araçsız bilme ve anlama olayı için İDRAK tek çıkar yolumuz.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR