Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Aziz DARICI


MEDYA VE TEKNOLOJİ (GÜÇ, İKTİDAR, HAKİMİYET)

Yazarımız Aziz Darıcı'nın "yeni" yazısı...


İnsan, hem kendisinin eseri hem de esiri olabilir mi?

Çağımıza baktığımızda iletişim ve etkileşim içinde bulunduğumuz dünya bizden farklılaşmaktadır. Hızlı ve öngörülemeyen bazı değişimler genelde toplumların, özelde insanın düşünce ve davranış biçimleri üzerinde derin izler bırakmaktadır. İnsanın zihin dünyasına sayılamayacak kadar imgeler, semboller akıtılmaktadır. Baudrillard'ın  tespitle söylediği "Gerçek bireyler günümüzde bir imgel gösterge bombardıman altında olması insanların gerçekliği değil, oradaki imgeyi görmesine ve hemen ardından gelen yeni imgeyle bir öncekini unutmasına neden olmaktadır." Yani bize gelen obje ve bilgiyi görüp okuyoruz(ya da okuduğumuzu zannediyoruz) ama tahlil edecek ya vakti vermemektedir ya da ona vakit bulamamaktayız. Çünkü yeni bir objeyle ve bilgiyle algılarımız farklı bir yöne kaydırılarak hemen başka bir şeye muhatap kılınmaktadır. Yakınlaşmakta olduğumuzu zannettiğimiz şeye bir türlü dokunamamaktayız. Tadını aldığımız ama doyamayıp-anlayamayıp elinizden alınan yemek misali gibi doymayı-doyumsamayı bekliyoruz. Anlayacağınız hem eserimiz olan bir hayatı yaşıyoruz hem de ürettiğimiz bu ilişkide esir konumundayız. Hem yemeği veren elsiniz hem de yemeği önünüzden alan ele tekabül ediyorsunuz. (Meramımız için Ali Şeriat'inin "İnsanın Dört Zindanı" eserini (okunması için) sözün burasında not düşürelim.)

Medyanın özgürlük, doğru haber, doğru bilgi, güvenilir haber, gerçek haber sloganları kavramsal olarak çok şık ve de cazip durmaktadır. Ama özgürlüğün sınırları, kapsamı, nasıllığı üzerinde kafa yorduğumuzda kime, neye göre özgürüz tartışması başlatmış olursunuz. Manuel Castells "Medya ve Teknoloji" hakkında şöyle diyordu; " Bir çelişki gibi görünse de yeni iletişim teknolojileri sayesinde hiç tanık olmadığımız bir özgürlüğü yine tanık olmadığımız bir bağımlılık deneyimiyle bir arada yaşıyoruz." Medya ve Teknoloji" hem nefretin(olumsuzluk) ifadesi hem de sevginin(olumluluk) aracı kılındığı bir ikilemle beraber gelmektedir. Onsuz yapılamayacağı kanaati hakimken; ona bağımlı olmanın getirdiği bunalımlardan bezmiş gibi bir görüntü içerisindeyiz. Gerçeklikle sanalın benzeştiği, iç içe geçen modern zamanlar; artık hakikatin, doğallığın, samimiyetin izini bulmak artık o kadar kolay olmamaktadır. Sanal gerçeklik, hayatın kendi gerçekliğinin üzerinden kendisini ifade etmektedir. Buna aracı olan medya ve teknoloji ise kendi gücünü insanların onu kullanım(kendisi izin verirse) amacına göre kendini gerçekleştirmektedir. Araçsal olan(medya ve teknoloji) amacın(hayata-insana hizmeti) kendini ifade ediş tarzından ilham alarak kendini burada göstermektedir.

Medya artık bilgilendirme aracı olmaktan çıkmış güç ve iktidar alanı içinde tanımlanan bir kavrama dönüşmüştür. Aslında büyük ölçüde bireyselleşmeden ve tüketim kültüründen beslenen çağdaş küreselleşme sürecinin ve kapitalizmin vazgeçilmez unsuru haline gelen medya ve teknoloji; artık nasıl bir dünya istiyoruz sorusuna verilen cevapların adı haline gelmiştir. İki cihan harbinde insanları etkilemeyi ve etki altına alma aracı olarak kullanılan medya ve teknoloji, halen bu alışkanlığını çok sesliğine rağmen terk etmiş değildir. Herman ve Chomsky (1988), "propaganda modeli" adını verdikleri yaklaşımlarında devlet ve özel sektörün propaganda işlevinin medyanın bütün hizmetleri içinde çok önemli bir yer tuttuğunu belirtirler ve özel mülkiyet alanındaki medya kurumlarını sınıf tahakkümünün araçları olarak nitelendirirler. Egemen seçkinlerin mülkiyetinde olan medya doğrudan onlar tarafından kontrol edilmektedir. Böylelikle halkın neyi göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine karar verme ve düzenli propaganda kampanyalarıyla kamuoyunu yönetme gücüne sahiptirler. Medyanın mülkiyetine sahip olanların medya ve medya içerikleri üzerinde doğrudan bir kontrole sahip olduğunu belirten araçsalcı yaklaşımlar medyada mülkiyet ve yönetimin doğrudan birbirine bağlı olduğunu belirtirler. Medya patronlar hangi fikirlerin kitlelere ulaştırılacağı konusunda tartışmasız söz sahibidir. Benzer gelenek içindeki yapısal yaklaşıma göre ise ekonomik yapı, medya sahiplerinin, medya yöneticilerinin ve çalışanlarının etkinliklerini sekilendirir. Ekonomik yapının baskısı maksimum kar için hareket etmeyi ve bunun için daha fazla rekabeti gerektirdiğinden, bu yaklaşıma göre mülkiyet sahiplerinin niyetinden çok, medya profesyonellerine yönelik bu yapısal baskı ve sınırlamalar daha belirleyicidir (Williams, 2003: 83-84).

Stuart Hall Medyayı modern toplumlarda, egemen söylemler içinde "dünyayı sınıflandırmak” gibi önemli bir ideolojik/hegemonik işlevin yerine getirilmesine hizmet ettiği tespitini yapalı çok olmuştur. Özgürlüğün ve çok sesliliğin ifadesi olarak kendini anlamlandırmaya çalışılan medya artık kapitalist ruhu besleyen ideolojik/hegemonik bir aygıta dönüşmüştür. "Gerçeğin sesi", "doğru haberin adresi" gibi parolalar aslında anlatılmak istenilen şeye insanı inandırmanın, daha doğrusu manipüle edilen doğruların kendince ifade ediş tarzıdır. Reklam, algı ve manipülasyonla beraber gelen içeriklerin neyi göstermeye çalıştığını anlamak bu yüzden zorlaşmaktadır. Satmanın ve satın almanın bir aracı olan bir olgunun kendisini yalandan, dolandan, karmaşık ilişkilerden kurtarıp; insanı bilgi edindirme aracına dönüşmesi artık ütopyalaşmıştır. Buradan ahlaki, imani, bilgisel, bilimsel notlar devşirmek her ne kadar bazılarımız için hala anlamlı gözükse de kendisi özgür olmayan, bağımsız hareket etmeyen bir medyanın artık birleştirme ve bütünleştirme aracı olarak değil de ötekileştiren ve yabancılaştıran ve bunun üzerinden kendi tahakkümünü oluşturan bir güce dönüştüğünü vurgulamak gerekmektedir. Medya, toplumları uyuşturmaktadır. Ama aracısı kıldığı teknolojinin gölgesinden hareket ederek kendini daima meşrulaştırarak toplumlara sunmaktadır.

Medyada artık zıt/karşıt kalemlerden-fikirlerden çok zeminsel/ortamsal alanın bu güç gösterisinde kendisine yer bulan ve bulmayanlardan söz edilmektedir. Kalemin, bilginin hakkını verenlerin değer bulmadığı-bulamadığı(söyledikleri para etmediği) için medya dili artık bir kültürel "etki-etkileme gücü" aracıdır. Sözün doğruluğuna değil etki alanına bakılmaktadır. Doğru yanlış bilgi ayrımı burada haliyle gündem edilememektedir. Ahlaki olanla olmayan arasında bir fark ta gözetilmemektedir. Burada bilginin satın alma gücü devreye sokulmaktadır. O yüzdendir ki insanoğlu günümüzde medya savaşlarıyla birlikte en şiddetli ve en kirli mücadele sahnelerine tanıklık etmektedir. Burada asıl dert kimin daha çok doğruları söylediğinden ziyade; kim daha çok etki alanı, çekim gücü, maddi güç oluşturmaktadır unsuru ön planı çıkmaktadır. Hem bilginin kendisi, hem de gerçeklik silikleşirken benzetişim sektörüne uğrayan insanlardan güç ve iktidar alanı devşirilmekle beraber küreselleşmenin yarattığı hegemonyada kendini ifade etmekte zorlanan toplumlar; benzetilmek istenilen şeye(kültüre) adım adım ilerlemektedirler.  Adorno ve Horkheimer'in medya ve teknolojinin insanlığı getirdiği nokta itibariyle söyledikleri; "Bugün kültür her şeyi birbirine benzetiyor. Filmler, radyo ve dergiler bir sistem oluşturuyor. Her alan kendi içinde ve diğerleriyle bir sistemi oluşturuyor."  Onlara göre medya, birilerinin manipülasyonu ya da teknolojinin kendinden menkul gücü sonucu bireyleri etkilemesi sorunu değil, sitemin işleyişinin tam da kendisiydi." Eğer bir sistemden bahsediliyorsa; bu sistemin işleyiş biçimlerine maruz bırakılan insanların farklı olan bir dünya(hakikatle) ile bir iletişim kurması nasıl mümkün kılınacak? 

Devam edecek…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR