Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


KUŞAKLARA SESLENİŞ

Musab AYDIN'IN Yazısı;


 

 

Sevgili dost,

Eve kapandığımız, kendimizle baş başa kaldığımız bu günlerde düşünmek için epeyce vaktimiz oluyor. Zaman bize oldukça cömert. Belli ki bu geniş zaman imkânını hakkıyla kullanamıyoruz. Ama yine de birçok meseleyi düşünme, kritik etme imkânı bulabiliyoruz.

Giderek artan toplumsal sorunlar üzerinde düşünmemiz gerektiğini yazmışsın. Konuya dair tahlillerine katılıyorum elbette. Lâkin sorunların tespitine mâhir olduğumuz kadar çözüm noktasında mâharetli olamadığımızı sende biliyorsun. Yeni genç kuşağın ilgi alanlarına, tavırlarına yönelik yazdıklarını önemli buluyorum. Fakat her dönemin genç kuşağı benzer eleştirilere muhatap olmuştur.

Eskiden kuşaklar dede, baba ve torun gibi kategorize edilirdi. Bu sınıflandırma üzerinden yapılan değerlendirmeler ile kuşak farkına ve iletişim sorununa dikkat çekilirdi. Her kuşak arasındaki zaman dilimi yaklaşık yirmi, yirmi beş yıl gibi bir dönemi kapsardı. Oysa şimdilerde kuşaklar arası zaman diliminin beş altı yıla kadar düştüğü söyleniyor.

Kuşakların sahip oldukları özellikleri bakımından aralarında uçurumların olduğu yadsınamaz. İnsanlık tarihi ile başlayan kuşaklar arası çatışmalara ise hiçbir toplum çözüm üretilebilmiş değil. Zira her kuşağın oluşumuna zemin oluşturan sebepler farklılık gösterir. Sosyal hayata karşı duyarlıklarını, beklentilerini dolayısıyla tepkilerini besleyen de bu faktörlerdir.

Kıymetli dost,

Günümüz toplumlarını oluşturan nesilleri X, Y ve Z kuşağı olarak kategorize edildiğini yazmışsın. Ve her kuşağın farklı özellikler gösterdiğini de… Biz 1965-1979 yılları arasında doğanlara da X kuşağı denilmiş. Bizim kuşağı hayata hazırlayan temel faktörlerde “yokluk ve zorluk” olarak belirtiliyor. Bu görüşe katıldığımı söylemeliyim.

Kanımca X kuşağını da kentli ve köylü olarak iki kategoriye ayırmak lazım. Önemli bir husus da köylü nüfusunun kentli nüfustan çok daha fazla olduğu dönemlere denk düşüyor olması. Bu yüzden X kuşağını kendi içinde besleyen etkenler büyük oranda farklılık gösteriyor. Disiplini seven ve çalışkan olan seksenli yılların gençliğine “ara kuşak”, X kuşağı veya 80’lerin kuşağı da denilmiş.

X kuşağının çoğunluğunu teşkil eden, bizlerinde dahil olduğu köylü kesiminin yetişme şartları oldukça zordu. Yokluk zamanlarına yokluk mekânların da hayat mücadelesiyle başladık biliyorsun. Yaşam şartlarımız şehirli akranlarımıza göre oldukça farklıydı. Ulaşım ve taşımacılık at, katır gibi binek hayvanları ile sağlanırdı. Gün içerisinde, kilometrelerce yürüyerek birçok yere gitmenin yadırganacak bir yanı yoktu. Haberleşmeyi yüz yüze yapar mektupları şehre giden yakınlar aracılığıyla elden ulaştırırdık.

“Sessiz kuşak” dedikleri bizim nesil, babalarının ağır yüküne omuz verirdi. Akşama kadar bağda bahçede, bazen de dağda bayırda çalışırdı. Yılda bir, yeni kara lastik alınabilmişse babalar için her şey yolundaydı. Kıyafet işi daha kolaydı, büyüklerin eskileri kesip biçilirdi. Beklentiler büyük değildi. Yokluk dünyasında ne kadar beklentiye girebilirdi ki insan. Hayalleri de beklentileri de şekillendiren insanın ufku değil midir?

Şehir hayatı kutsanırken, “köylü milletin efendisi” diye diye köylüyü ve köylülüğü yerdiler. Bütün zorluklara rağmen geçimde kolay değildi köylük yerde. Kışın bir süreliğine gelip yazın terk ettiği şehre yerleşmek zorunda kaldı “milletin efendileri”. Daha doğrusu şehrin de köyü sayılan varoş bölgelere yerleştirildi. Şehir yerinde de hayata bakışları değişememişti.

X kuşağı için sonradan hayatlarına giren teknolojiye ayak uydurmakta zorlandıkları söyleniyor. En büyük servet olarak aile ve sevgiyi görmüşlerdi. Bütün yokluğa rağmen parayı hayatlarının tercihinde son sıraya almışlardı. Öncelenen sağlık, özgürlük ve eğitimdi. Sessiz kuşağı öncü nesil olarak; temkinli olan X kuşağını ise fedakâr nesil olarak isimlendiriyorum. Sen nasıl bakıyorsun bizim kuşağa?

Aziz dost,

1980-1999 yılları arasında doğanlara da Y kuşağı denilmiş. Bizim çocuklarımızın da dahil olduğu nu nesil için, milenyum kuşağı yakıştırması yapılmış. Bu nesil “teknolojinin ivmelenmesi” dönemine denk geldi. Bizim, yani X kuşağı gibi teknoloji ile sonradan karşılaşmadılar. Daha çocukluğunda tanıştılar. Disipline gelmeyen Y kuşağı, düzenli ve uzun çalışmaya da uyumlu olmadı. Fazla emek vermeden kendilerini ispat etme eğilimlerinin yanında gerçekçi olmayan taleplerle öne çıktılar.

Harcamayı seven, yiyici bir yapıya sahip bu nesil karşıt düşüncelere açık değildi. Bu yüzden babalarıyla çatışma yoluna girdiler. Hayatta ilk tercihlerini paradan yana kullandılar. Diploma için öğretim görmekten geri durmayan Y kuşak ancak okumayı hiç sevmedi. Sevgi, özgürlük ve eğitime ise çok önem vermedikleri görüldü. Fakat yine de X ve Z kuşak arasında köprü görevi yapabildikleri söyleniyor. Buna ne dersin? Gerçekten köprü olabilecekler mi? Hovarda bir yapıya sahip, gözü kara Y kuşağını biraz da vefâsız kuşak olarak tanımlıyorum.

Yazdığın son nesil ise Z kuşağı. 2000-2020 yılları arasında dünyaya gelenlere verilen isim. Kristal nesil de denilen Z kuşağına “teknolojiyle doğan” çocuklar da denilebilir. Teknolojiyi iyi kullanan bu nesil, asosyal bir hayatı tercih etmiş gibi. Sosyal ortamlarında arkadaşlarıyla konuşmak yerine sosyal medyada boy göstermeyi tercih etmekte. Bu sebeple yalnızlık tehdidi altında görünüyor. “Teknoloji ürünü” dediğin bu kuşağın durumu daha da sıkıntılı. Hırsı ve azmi olmayan kristal nesil, sabırsız bir işe odaklanamayan yapısıyla öne çıkıyor. Kompleksten uzak ve çoğunlukla yersiz olmakla beraber açık sözlü bir yanları da var. Lâkin Z kuşağını vurdumduymaz ve eyyamcı olarak tanımlıyorum.

Sevgili dost,

Z kuşağının peşinden geleceklere “alfa jenerasyonu” olarak isimlendirmişler bile. Anlaşılan kuşaklar arası mesafe iyice açılacak. Y kuşağıyla yaşadığımız çatışmayı bile arayacak hâle geldik. Bu yüzden çözüm üretmeliyiz ve görev bize yani X kuşağına düşüyor. Çocuklarımız olan bu nesile değerlerimizi aşılamakta başarısız olduk. Büyük kısmı otuzlu yaşlarda olan Y kuşağı üzerinden torunlarımıza yani Z kuşağına ulaşabilmeliyiz. Devraldığımız kültürel mirası, dinimizin inanç ve ibadet rükûnlarını öğretmemiz, omuzlarımızda bir sorumluluk olarak duruyor.  Yaşadığımız hayata dair tecrübelerimizi hebâ etmemeliyiz. Toplumun yeniden inşası için inancımızı ve değerlerimizi kutsal bir emanet olarak yüreklerine bırakabilmeliyiz.

Dostum,

Kanımca sorumluluk yine de bize düşmekte.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR