Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kürtçe ile “imtihan”… Kürtçenin imtihanı…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Kur’an’da “dillerin Allah’ın birer âyeti olduğu belirtilir. (Rum;30/22)

Âyeti de “yaklaşık anlam” açısından “belirti, iz” vb. kelimelerle çevirdiğimizde, dillerin her milletin, toplumun, kendini başka milletlerden vs. ayırıcı bir vasfı olduğunun ve bir “âlamet-i farikası” olarak tezahür ettiğini belirtebiliriz.

Dil, bir milletin ayrıcı vasfının yanında, onun hayata bakış açısını oluşturan, hayata bakışına anlam kazandıran ve onu, “kendi” yapan değerlerin başlangıcı, anahtarı, kildi olarak tanımlayabiliriz.

 

Kürtçe içinde…
Bu durum, istisnasız tüm diller için geçerli olup konumuz gereği söylersek Kürtçe içinde geçerli sayılır.

Bu gerçek ise ve hakikat açısından da böyle ise, “bir dil neden, bir başkası için düpedüz bir “imtihan, sınav” olsun?” dediğinizi duyar gibi oluyor insan!

Hatta dil, “bir tanışma ve bilişme aracı iken neden imtihan sebebi olabiliyor?” akıl almaz gibi değil, ama gerçek…

Dilin bir başkası için imtihan sebebi olma durumu mutlaka eski devirlerde bir izi kalmış ise de, genel anlamda ve mütekâmilen modern dönemlerin bir eseri olduğu görülmektedir.

Bundan dolayıdır ki, ta Osmanlı sön döneminde tartışmaları başlayan Türkçenin sadeleştirilmesine yönelik çabalara bağlı olarak Türkçenin, Cumhuriyet’le birlikte, o da ulus-devlet içre ülkenin, her alanda kullanılmasının şart kılınması ile birlikte, başta Kürtçe olmak üzere yerel birçok dilin –en azından- resmi planda kullanılması yasaklanmıştı.

Türkçenin “tek dil olarak” her alanda rakipsiz bir şekilde kullanılabilmesi için adeta “devlet-sivil toplum” işbirliği içerisinde “vatandaş Türkçe konuş kampanyaları başlatılmıştı.

 

“Vatandaş, Türkçe konuş!”
Bu durum, kaynaklarda “Vatandaş, Türkçe konuş!” 13 Ocak 1928’de Türkiye’deki hukuk öğrencilerinin başlattığı, 1930’lar boyunca devam eden ve azınlıkların kendi dillerini konuşmalarını engellemeyi amaçlayan hükûmet destekli kampanya.” Olarak tanımlanmakta olup Türkçe dışında tüm dilleri de kapsamaktadır. (1)

 

İmtihan ve Kürtçenin kaderi…
Kürt coğrafyası içerisinde bulunan, ama uzun asırlar boyunca, bir kısmı da –Osmanlılar örneğinde olduğu üzere- Türk olan Müslüman devletlerin yönetiminde bulunan ve birçoğuna da eyalet bazında başkentlik yapmış olan Diyarbakır’da, halk arasında kullanılan birkaç dil ile birlikte Kürtçenin de kullanıldığını belirtmeye gerek yok sanırız…

İslam öncesi asırlarda orada hangi kavimler vardı ve kimler hüküm sürdü, o ayrı bir konu olmakla birlikte, Diyarbakır şehir merkezinde yaşayan farklı kavim ve kültürlerin yanında, kırsalında Kürt(Zaza) nüfusun yoğun olarak yaşadığı da bilinmektedir.

Kürt/Zaza nüfusu büyük oranda kırsalda yaşıyor ise, orada konuşulan baskın dilin haliyle Kürtçe olduğu da kabul görecektir.

Kırsalda, belli bir oranda Kürtçe dışında var olan dilerin(Ör. Türkçe) konuşulduğunu da göz ardı etmemek gerekir.

Diyarbakır dışında, nüfusunun, kırsalı ile birlikte önemli bir bölümünün Kürtlerden oluştuğu bölgelerin şehir merkezleri ile birlikte(birkaç dil hariç; ör. Arapça)kırsalında da konuşulan baskın dilinde Kürtçe olduğu izahtan varestedir.

Bu durum, uluslaşma temeli baz alınarak ortaya konan jakoben karakterli cumhuriyet uygulamalarına rağmen büyük oranda devam etmiş olup, çok partili hayata geçilmesine istinaden ve bazı politik sebeplerden dolayı Kürt nüfusun varlığını kabule yanaşan sağcı/muhafazakâr partilerde siyaset yapmaları ile birlikte, bu nüfus, yoğunluklu olarak Türkçeyi de günlük hayatında kullanır oldu.

Bu durum, aynı zamanda, Kemalist rejim açısından “varlığı sorun olan” Kürtlerin tekrardan “kıymete binmeleri” anlamına geliyordu.

Bir yüzü Kürtlere de dönük olan sağcı/muhafazakâr partilerin bu politik atraksiyonunu, Kürtçeye dönük yasağı esnetmiş gibi görünüp algılansa da, var olan yasağın AK Partili iktidar dönemine kadar en üst seviyede devam etiğini/ettirildiği söz konusu idi.

Gerçi, AK Parti’den de önce, özellikle de doksanlarda Kürtçeye yönelik yasağın kısmen gevşetilip kaldırılmış olduğu söz konusu olsa da, pek de ciddi bir anlam ifade etmemişti.

Ki, o da Süleyman Demirel’in “tanımak ve tanımamak” arasında ifade ettiğinden şüphe duyulmayacak olan “Kürt realitesi tanıyoruz.” İfadesinin cılız bir karşılığı olduğu ve pek de işe yaramadığı söylenebilir.

Dönemi açısından düşünüldüğünde var olan realitenin bizzat bir başbakan tarafından tanınır olduğunu” söylemek, kendilerini rejimin sahipleri olarak gören zevat açısından “behamehal” dile getirilemeyişe mahkûm edilmişti.

AK Parti’nin, “iktidara geliş sürecinde” çözümüne yönelik olarak söz verdiği konularda açılım yapma düşüncesinin bir ayağında da Kürt sorunu ve doğal olarak Kürtçenin de özgür bir şekilde hayatın her alanında konuşulması anlamını içeriyordu.

Bu durumda, Kürt sorununun halli ve Kürtçenin de özgürce kullanılması söz konusu olacaktı.

İşe, tam tersinden bakıldığında ise, bir kavmin reddedilen kimliği” üzerinden bakıldığında orada konuşulacak olan dile dair yasağın devam etmesi ve dile dair yasağın olduğu gibi kalması söz konusu demekti.

Bizde örneği görülen anadile yönelik ya tümden yasak, ya da bu yasağın belli bir oranda devam etmesi durumu, kendilerini hangi paradigma ile ve hangi temele oturtuyor olsalar da -var olan rejim farkına bakılmaksızın- Ortadoğu coğrafyasında birçok acı örneğini söyleyebiliriz.

Bu duruma en yakın örnek İslami İran’dan verilebilir.

İran gibi çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir ülkede, Farsça dışında diğer dilerinin yaşam alanlarının giderek daralması birçok ulusal ve uluslar arası araştırmalarda karşımıza çıkmaktadır..(2)

Bu durum, sadece İran’da ve Azeri Türkçesi gibi birçok dille sınırlı olmayıp, kendine hangi ideolojiyi ve paradigmayı seçmiş olursa olsun, modernleşmenin de itkisiyle “ulus-devlet” pozuna bürünen tüm devleler için geçerli olduğu gibi, böylesi ortamlardan yararlanan devletlere cazip gelmektedir.

Anlaşılan o ki, her alanda oluşturulan tekçilik ve bu tekçiliğin “kazandırmış olduğu” güven(!) ve huzur(!) ortamında yaşama düşüncesi o yapıları daha bir prezantabl yapmakta gibi…

İran’da Azericeye vb. dillere yönelik belirtilen durum, Türkiye’de yaşayan Kürt nüfusun elli yaş üzeri ve sıfır-on sekiz yaş arası insanların kendi ana dilerini kullanmaları ve bunun aksi olarak da, o da şehirleşmenin etkisiyle on sekiz – otuz iki ve orta yaş Kürtlerde Kürtçeden ziyade büyük oranda Türkçe konuşmaları, insana yaklaşık olarak aynı sonucu vermektedir.

“Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Van, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Ağrı, Muş, Bingöl, Bitlis, Kars, Dersim ve Iğdır gibi Kürt şehirlerinde binlerce kişi arasında yapılan araştırmalar ve mülakatlara göre Kürt emekçilerin aylık geliri yükseldikçe Kürtçe kullanımının azaldığı gözlemleniyor. Türkçe kullanımı ise artıyor. Hane içinde en sık “54 yaş ve üstü” Kürtçe konuşuyor, bu yaş grubunu “18-32 yaş grubu” takip ediyor. “33-40 yaş grubu” da daha çok Türkçe konuşuyor.” (3)

 

İran’da Azeri Türkçesi vb. Türkiye’de Kürtçe…
İran’da on sekiz yaş üzeri –çoğunluğu da haliyle genç kuşak- Azerilerin vb. Farsçanın baskınlığı altında, Azericeye yönelik olarak kullanabileceği ihtimal dâhilinde olan “Anlıyorum, ama konuşamıyorum” diyebileceği gibi, faraza değil, gerçekte, bu yaş aralığında olup ta kendi akranlarıyla yoğunluklu olarak Türkçe konuşan Diyarbakırlı çocuklarında Kürtçe ile ilgili “Anliyam, ama konuşamiyam”(4) demesi de aynı garabeti çağrıştırmaktadır. Ayrıca bkz.(5)

Bir defa ne İran’da var olan durumun, ne de Türkiye’de yaşanan durumun esas müsebbbi, Azeriler ve Kürtler değil. Bunun altını kalın çizgilerle çizmek gerekir.

O zaman “geriye ne kaldı?” dersek; “sebebini nerede aramalıyız?” sorusuna rahatlıkla şu cevabı verebiliriz; modernleşmeye yönelik olarak –aşırı derecede- şehirleşme, kentleşme” durumu, birbirine bağlı olan sebeplerden ötürü “dışarıda yaşayan” Azeri’yi, Kürd’ü vb. bir başka dilin karşı konulamaz tasallutu altına almaktadır.

Bu durum, aynı zamanda, küçük çocukları ve elli yaş üstü ebeveynleri istisna kıldığımızda, “”toplum içerisinde bulunan” gençleri “başka bir dil ve kültür üzerinden” toplumsallıkla hemhal kıldığı gibi, onları çoklu olarak da asimilasyona ve giderek “oto asimilasyona” kadar uç noktalara taşımaktadır.

AK Parti’nin, bir kısmı, bazı mücbir sebepten dolayı akim kalmış olsa da, TRT bünyesinde açılan ve hizmete sunulan Kürtçe TV kanalı vasıtasıyla Kürt halkının önemli bir bölümünün dilsel, kültürel vb. ihtiyacı karşılanmasına rağmen, okul bazında “anadil” eğitiminde istenen ve arzulanan noktaya henüz ulaşılamadığı da gözden kaçmamalıdır.

Kısacası, Kürtçede dâhil, kendi konuşanı bulunan, ama modern telakki ile yaşadığı ülkede, ülkelerde resmi dil statüsünde olmayan dillerin ya “giderek yok olma” durumu, ya da ehemmiyetsiz bir vasatta varlığını sürdürme durumu onun kaderi olarak tezahür edecek olsa da, çift taraflı bir imtihan aracı olarak kalacağı öngörülebilir.

Tamam anladık, “acı” dil bir imtihan konusu olabilirdi, ama ya “tatlı dil?

 

Dipnotlar
1)https://tr.wikipedia.org/wiki/Vatanda%C5%9F_T%C3%BCrk%C3%A7e_konu%C5%9F
2) Soner Bosnalı, “İran’da “Dil İlşkisi” – “Diller çatışması”, Azeri Türkçesi’nin konumu ve işlevine toplumdilbilimsel bir bakış”, S, 111 (Dil Bilim Araştırmaları-2004, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İST-2004
3) https://haber.sol.org.tr/haber/kurtcenin-gelecegi-kurt-emekcilerine-emanet-386720
4)”Anlıyorum, ama konuşamıyorum.” ((*)Azerice diyalektiğin “Anlıyorum, ama konuşamıyorum” ifadesinin Diyarbakır ve Urfa vb. ağızlarındaki telaffuz karşılığı olan cümle.)
5) https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-anliyamama-konusamiyam/

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR