Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kürt Sorununa Yönelik Çözüm Hangi Aşamada?

Kürt sorunun çözüm yeri meclis olup meşruiyet anlamında anayasal bir çerçeveye oturtulması ve devletin yetkili birimleri tarafından uygulanması sağlanmalı ve “olası” uygulamalar denetlenmelidir.


Kemalist rejimin, İttihad ve Terakki ile başlayan ve Cumhuriyet’le birlikte devam edip günümüze kadar gelen ulus-devlet formu içerisinde birçok halk gibi Kürt halkının da varlığının inkârına dayanan Kürt sorununun çözümüne yönelik yaklaşık otuz, otuz bes küsur yıldır gerek siyasi ve gerekse de toplumsal planda bir şeyler söylenip duruyor.

12 Eylül sonrası Özal ile başlayan sağcı-liberal ve milliyetçi muhafazakâr iktidar elitleri, bu konunun çözümü sadedinde, çoğu da zevahiri kurtarmaya yönelik, oldukça çarpıcı olup slogandan ibaret beylik cümleler kurdular.

Özal, Mesut Yılmaz, Demirel aynı minvalde sözler sarf etti. Ama büyük çoğunluğu elini taşın altına koyup çözüm yoluna gitmediler.

Bunlar içerisinde sadece Özal, konunun önemine bağlı olarak gerek terörü bitirmek ve gerekse de –bu sorunun çözümü sonrasında- nasıl bir yapı oluşturulmasına dair yurt dışında denenmiş çözümlere yönelik ifadeler kullanmıştı.

Buna bir de Erbakan ve partisinin ve kısa dönemli iktidarının akim kalan çabaları da dahil edebiliriz.

Bunlar dile getirilirken, topyekûn “karanlık yıllar” olarak tanımlanacak olan doksanların kendine özgü ortamında meydana gelen olaylar, hem ülkeyi zorlu ve sıkıntılı bir yere götürürken, hem de Kürt sorununun çözümüne yönelik olası çabaları da ortadan kaldırmış oldu.

Akabinde patlayan iki bin bir krizi de hemen her alanda meydana gelen yıkımın tuzu, biberi olmuştu.
Mevcut siyasi partilerin ve var olan ortamların sakilliğine derman olur düşüncesiyle kurulan AK Parti’nin ve lideri Erdoğan’ın, daha 2005’lerde bu sorunun çözümüne yönelik dönemin Diyarbakır Belediye başkanı Osman Baydemir’in şahsında bölgeyi ziyaret etmiş olması, başta Kürt halkının nazarında güzel bir şekilde karşılanmıştı.

Tarihinde ilk kez, bir Başbakan, işi slogana ve hamasete dökmeden kalkıp Diyarbakır’a kadar gitmiş ve Kürt sorununun çözümüne yönelik gayet “iyimser ifadeler” kullanmıştı.

Bu hava sonucu, uzun bir dönem PKK saldırmazlık pozisyonunda bulunmuş ve görece de olsa bölgeye ve ülkeye genelinde bir barış havası hâkim olmuştu.

Bu saldırmazlık durumu ve bahar havası dönem, dönem devam etti ve aynı zamanda da bazı sebeplere binaen başa dönüldü.

Bu başa dönmeler, bir yandan PKK’nin birçok dış olguya ve desteğe bağlı olarak vücut buldu; bir yandan da bu kez bazı iç saiklere binaen devlet’e hâkim olan şahinlerin baskınlığı sonucu vukubulmuştu.

Bu sorunun çözümüne yönelik ciddi çabaların 12 Eylül referandumu sonrasında arttığı ve “bölgeler bazında” akil insanlardan oluşan heyetlerin, o da sivil toplumla birlikte mevcut iktidarın da işin başında bulunduğu bir ortamda arttığı söz konusu oldu.

Sorunun çözümüne yönelik epeyce çabanın kemale erdirilmesi an mes’elesi iken, HDP’yi bypass eden Kandil’in içte gerek FETÖ’nün, dışta ise ABD ile bazı bölgesel güçlerin kışkırtması sonucu Ceylanpınar’da iki polis memurunun öldürülmesi sonucunda akamete uğramış ve birçok çaba ise bu yüzden güme gitmişti..

Bunda HDP’nin(DEM Parti) de sözde mecliste grubu bulunduğu ve buna bağlı olarak siyaset yoluyla çözüme yönelik yapılacak olan birçok çabanın yerine kendi iradesini dağ’a teslim etmesi de sorunu çözümsüzlüğe itmiş oldu.

Daha sonra HDP’nin, yine dışarı saikiyle kışkırtılan PKK’nin, siyasi ayağa verdiği ayar ve o ayara bağlı olarak halkın sokağa çağırılması soncunda, 2014 Ekiminde bayram ortamında HÜDA-PAR’lılara yönelik saldırıların akabinde HDP’ye yönelik soruşturma ve tutuklamalar başlayınca çözüm süreci tümden unutuldu ve donduruldu.

Ne adına ve neye mal olursa olsun, iktidardan ziyade o da bizzat “devletin” çözüm istediğini var sayarsak, Erdoğan’ın, soruna yönelik “onu dondurucuya koydum” demesi, şartlar oluştuğunda, sorunu, çözüme kavuşturmak için dondurucudan çıkarabileceği öngörülebilir.

AK Parti’den ziyade, hatta iktidar çevresinde bulunan birçok gücün varlığına rağmen, siyasette son yıllarını yaşadığını çeşitli vesilelerle ima eden Erdoğan’ın, var olan ve giderek katmerleşen bu sorunu küllî bir çözüme kavuşturarak, en azında Kürt halkının şahsında “vicdanen müsterih” bir şekilde siyasi hayatını “fiilî olarak” sonlandırmak isteğini hisseder gibi oluyoruz.

Bu da bir insan ve siyasetçi için normal bir şey.

Bu şahsi ve şahsi olduğu kadarda bu sorunun olası çözümüne yönelik isteklerin bir araya gelmesine binaen epey zamandır fısıltıda olsa, medyada ve birçok kuliste İktidarın/Erdoğan’ın, DEM Parti ile 31 Mart yerel seçimleri sonrasında(1 Nisan 2024’ten itibaren) yeniden görüşmelere başlanacağına dair beklentiler mevcut.

Bu durum henüz taraflar açısından ne dile getirildi, ne de buna yönelik açıklamalar henüz kamuoyuna açıklanmadı, ama çözüm konusu, devlet’in bir şekilde -o da büyük bir ihtimalle devlet’in belirleyeceği usûllerle- masaya getirilir ve sorun “ülke bütünlüğü ve yeniden birleştiricilik” şartlarında bir hale ve yola koyulur.

Sorunun dondurucudan çıkarılması ve masaya getirilmesi adına hem devlet’i yakından tanıyan ve hem de DEM Parti ile Kürtler arasında popülaritesi, etkisi ve ağırlığı tartışılmaz olan Ahmet Türk’ün, son dönemlerde çözüme yönelik, muhataplar açısından Erdoğan ile DEM Parti’yi işaret etmesi yabana atılacak bir söylem gibi durmuyor.

Bunu, bir de öncelerinde, tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş başta olmak üzere birçok kişinin dile getirmesi de eklenince, bir şeylerin olacağı kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.

En son olarak Diyarbakır’da gerçekleştirilen Nevroz kutlamalarında eski milletvekili Leyla Zana ile birçok siyasinin ve komuyla ilgili birçok gazeteci ve yorumcunun söylemlerine bakıldığında, -o da inşallah- bir çözüme yakın durduğumuzu söyleyebiliriz.

Buraya kadar tamam, bu sorunun çözümü için tarafların kollarını çemremeleri ve elli taşın altına koymaları gerekir.

Bu sorunun çözüm yeri meclis olup meşruiyet anlamında anayasal bir çerçeveye oturtulması ve devletin yetkili birimleri tarafından uygulanması sağlanmalı ve denetlenmelidir.

Büyük bir ihtimalle var olan sorunun çözümü sadedinde yönetimsel anlamda birçok yol ve metod masaya konulacak ve üzerinde tartışılacaktır.

Sorunun çözümünde hangi kriterler uygulanacak; devlet hangi yol ve metodu önerecek, ya da kabul edecek; yürürlükte olan büyük şehir belediyeler yasasını mı, özerkliği mi, yoksa federasyonu mu; bunların ya hepsi masaya gelecek, ya da o da “şartlara uygun olmadığı için” düşünülmeyecek mi, direkt halkı ilgilendiren kültürel haklar dışında ana dil konusu eğitim alanında nasıl uygulanacak; buna uygun bir yol nasıl bulunacak; bunlar, cevabını bekleyen sorular olarak ortada duruyor.

Bize kalırsa, bu yol ve yöntemlerde özerklik ve federasyon fikri en başta devletin üniter yapısına uygun düşmediği için doğal olarak elenecek, onun yerine yapılacak olan tartışmalar ve müzakereler sonucunda uygun ve makul bir yol ve yöntem bulunacaktır.

Akla en uygun düşeni büyük şehir belediyeler yasası olarak duruyor. Gerçi, bu yasa salt alt ve üstyapı hizmetleri ve kültür alanı ile halka yönelik sosyal politikaları içeriyor olsa da, gerek bölgede ve gerekse de hatırı sayılır bir Kürt nüfusun olduğu Batı illerinde de belediye hizmetleri içerisinde o da, birim bazında kendine uygulama alanı bulur.

Bunlar buraya kadar tamam.

O da fısıltı yoluyla bize kadar gelen ve 1Nisan’da Erdoğan ile DEM Parti’nin konuya dair bir görüşme yapacağı rivayeti sağlam bir temele dayanıyor olsa da, söz konusu çözümü kim, kimler, hangi toplumsal gruplar kabul edecek, ya da kimler ne adına red edecektir?

En başta bu soruların cevap bulması gerekir.

Yine en başta Erdoğan’ı “reis” sıfatıyla tanımlayıp tanıyan kendi kitlesi bir yığın konuda homojen olmadığından dolayı, bu konuda, o da söz konusu Kürtler olduğuna göre nasıl tavır takınacaklar?

Demokrasi anlayışına uygun olup hak, hukuk, adalet bazında ve ayrıca sağlam temele ve karşılıklı ve eşit ilişkilere dayanan bir İslam kardeşliği içerisinde mi, yoksa o da “bölünme korkusuna binaen” Türk milliyetçisi reflekslerine sığınarak var olan çabaların heba edilmesi mi söz konusu olacak?

Bu çok önemli…

Zira eskiden beri, hatta Refah Partisi dönemlerinde dahi bu partinin Orta Anadolulu seçmeninin önemli bir bölümünün milliyetçilik yarışında MHP’den eksik kalır bir tarafının olmadığına maalesef çokça şahit olmuştuk.

Bunlar dışında, AK Parti kitlesi gibi muhafazakâr olan diğer partilerin(Deva, Gelecek, Saadet, Yeniden Refah vb.) gerek kadroları ile gerek seçmen kitlelerinin tavrı da merak konusu.

CHP’ye gelince, partiye taze kan ve dinamiklik kazandırma adına iki bin onların başında partiye genel başkan olan Kılıçdaroğlu’nun –kendisi de Kürt ve Alevi olduğu halde- çözüm sürecine karşı çıkmasına bakıldığında, partinin şimdilerde DEM Parti ile içerisine girdiği angajmanın içinin boş ve kof olduğun çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sorunun çözüme kavuşturulması gerektiği halde, hangi partinin, hangi toplumsal çevrenin/çevrelerin ve sivil toplum örgütlerinin kaçta kaçının ontolojik açıdan bu sorunun varlığını kabul ettiğini, ya da etmediğini; çözüme katkı sunacaklar ise, işin içerisinde ne kadar bulunacakları şimdiden merak konusu…

Tabii ki, eğer bir çözüm bulunacaksa, karşılıklı olarak tüm şüphelerin giderilmesi gerekir. Ki, toplum çözüme ikna edilebilsin. Tabi ki, en başta ikna edilmesi gereken toplumsal ve “siyasal” çevrenin AK Parti çevresi olduğu konusunda bir izaha gerek yoktur sanırız.

Yani, Kambersiz düğün olmaz” misali, AK Parti tabanı işin içerisinde olmayacaksa, tüm yük Erdoğan’ın omuzlarında kalacaktır.

Yine buraya kadar tamam.

Tamam olmayan bir şey daha var ki, her ne kadar dışta görünüyor olsa da, o da ontolojik olarak içle bağlantılı bir konu olan Türkiye dışında yaşayan Kürtlere yönelik verileceği düşünülen görüntünün ve mesajın mahiyetinin varlığı olacaktır. Bunların tümünü toplayıp bir araya getirdiğimizde manzara tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmış olacak.

Bu anlatılanlara rağmen, gerçekten Erdoğan AK Parti ve haliyle Devlet, diğer paydaşları da dâhil ettiğimizde 31Mart yerel seçimlerin akabinde (1 Nisan gibi) olacağı düşünülen görüşmeyi gerçekleştirecek mi?

İnsan, şimdiden hayal ve gerçek arasında gidip geliyor.

Umarız ki, olur.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR