Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kürt Sorunu… Çözüm Tartışmaları… Çözüm Adına Kimin Devre Dışı Kalması Gerek?

Akıl, konu ile ilgili olarak bizlere şunu önermektedir; çözüm için HDP ile çözüme niyetli partiler ile bölgede siyaset yapan “Kürt partileri” ile sivil toplum örgütleri ve bu işe evet diyen tüm bileşenlerin ortaklaşa çalışması…


Yaklaşık bir asırlık mazisi bulunan Kürt sorununun çözümüne yönelik, 12 Eylül askeri vesayet döneminde, yürürlükte olan baskıcı politikalara rağmen, halkın büyük teveccühüyle önce Başbakanlık daha sonra ise Cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal’ın, kendi döneminde, sorunun çözümüne yönelik bir, iki çabası söz konusu olmuştu.

Süreç, sanki var olan bu sorun çözümünü de beraberinde getiriyor gibi bir hava içerisinde devam ediyordu.

Süreç devam ederken, dönemin sosyal demokrat karaktere sahip SHP’sinden meclise girmiş bulunan ve Kürt kimliklerinden dolayı “bölge milletvekili” sıfatıyla tanınan vekiller, 1989 yılında Paris’te düzenlenen Kürt sorunu ile ilgili bir konferansa katılmaları gerekçesiyle adı geçen partiden ihraç edilmişlerdi.

Bilinen o ihraçtan itibaren bugüne kadar, birbirinin devamı niteliğinde birçok parti kurulmuştu. Kurulan bu partilerin tamamına yakını, PKK üzerinden terörle iltisaklı olarak ele alınıp değerlendirildiği için AYM tarafından kapatılmıştı.

Hemen her kapatılan parti ile ilgili olarak, sair partilerle birlikte, dönem, dönem AK Parti’ye de arız olmuş bulunan salt devletçi reflekslerin etkisine bağlı olarak bu “Kürt partilerinin” devre dışı kalmasından dolayı, kime gideceği ve henüz yönü belli olmayan Kürt oylarına talip olma düşüncesi, haliyle temsiliyet bağlamında oluşan boşluğa sığınarak, çözümü öteleyip duruyordu.

Bu bağlamda, HDP karşıtı partilerin ellerinin güçlenmesi adına HDP “eski” eş genel başkanı Sezai Temelli’nin çözümün adresi olarak Öcalan ve Kandil olarak belirtmesi bir açıdan onun kapatılmasını isteyen kesimler için derman olmuştu.

Konu ile ilgili olarak Murat Belge şunları söylüyor; “Kürt sorununa barış ve eşitlik ve demokrasi içinde bir çözüm bulunması ihtimaline olumlu bakmayan (aşağı yukarı bütün partilerde bulunduğunu sandığım) kesimlerin hepsini mutlu etmiş…” (1)

Murat Belge devamında şu ifadeleri kullanıyor“HDP, henüz HEP adıyla kurulduğu dönemde, Sezai Temelli’nin sözlerinden anlaşılan türde bir parti olarak kurulmuştu.  Bunun böyle olduğunu bilmeyen yoktu. Türkiye’de en etkili, dolayısıyla en uzun ömürlü “Kürt direnişini” PKK başlatmış, başlattığı gerilla eylemleriyle mücadelesini bir noktaya taşımıştı.” (2)

Ki, Murat Belge, SHP’den yapılan ihraç sonrası, Aydın Güven Gürkan’ın da içerisinde bulunduğu HEP’in kuruluşunda yer almışlardı. Daha sonra, bu ikili bu kurulan yeni partiden ayrılmışlardı. (3)

Doksanlarda Kürt Sorununu Tartışmanın “Ana”  Kaynağı…

Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, Özal döneminde başlayan Kürt sorununa çözüm çabaları, Özal sonrasında da –büyük oranda göstermelik de olsa- kendinden söz ettiriyordu.

O süreçte dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” yollu ifadesini, birçok sebeple birlikte düşünüldüğünde nakzedecek oranda,  halefi olan Tansu Çilller’in, DEP’i kasdederek “PKK mecliste, onu meclisten atacağız!” çıkışı soruna yönelik çözümü doksanlarda da pek mümkün kılmamıştı.

Hatta ondan önce 1992’de kurulan DYP-SHP koalisyonunda (Tansu Çiller-Murat Karayalçın) var olan bu soruna yönelik ciddi bir çaba ortaya konulmamıştı. Ama zaman ilerliyor ve tarihte hükmünü icra ediyordu. Bir yanda derin yapının asimilasyona ve “gerekirse” kırıma yönelik inadı, bir yanda neredeyse karakolların camdan olacağını söyleyip kaçak güreştiği ayan beyan görünen siyasilerin kendi aralarında top çevirmeleri, ekonomik krizler gibi saikler, bu işin biran önce bir çözüme kavuşmasını arzulayanlar adına Kürt sorununu tümden unutturmaya çalışıyordu.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere ANAP sonrası koalisyon hükümetleri döneminde, bırakın Kürt sorununa çözüm bulmayı, iş insanını, sıradan vatandaşı ve kurumlarıyla birlikte bir ülke ve devlet adeta iflasın eşiğine gelmişti. Buna bağlı olarak, ülke insanını ranta ve faizli yaşama alıştırmak için, devlet içerisinde bir dayanağı bulunan her önüne gelenin, ileride içi boşaltılacağı besbelli olan birçok bankanın kurulması ve ardı, ardına iflas etmesi/ettirilmesi var olan sakil manzarayı tamamlıyordu.

Böylesi bir eşiğe gelmiş olmak, elbette birçok sebeple açıklanabileceği gibi, çözümsüz bırakılan Kürt sorunu ile de doğrudan bağlantılıydı. Hiçbir sıkıntı olmadığında sanayiye, istihdama, eğitime, kültüre vb. kalemlere harcanması gereken paranın, alın terinin ve emeğin asimilasyona ve o olgu üzerinden mutlak destek bağlamında güvenliğe(silaha) yatırılması soncunu doğuruyordu.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, başlıkta da belirtmeye çalıştığımız üzere, Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” ve “Karakollar camdan olacak” beyanına rağmen, aynı partinin(DYP) yeni genel başkanı sıfatıyla Tansu Çiller’in, konuyu temeline inerek çözmek yerine PKK’yi dönemin Kürt partisi DEP ile özdeş kılıp, onun adını zikretmeden, işi direkt PKK’ye bağlayarak işi sonlandırması ile alakalıydı diye düşünüyoruz.

Şimdikine benzer bir şekilde var olan, ama onlara göre “olmayan hatta yok olan” Kürt sorununun bir daha ağızlara alınmaması için, işi salt güvenlikçi bir yaklaşımla halletmeye düşüncesi de yabana atılmamalıdır.

Kürt Sorunu Çözüm İçin AK Parti’yi mi Bekliyordu?

Akabinde 2001 krizinde de etkili olan durumun ortaya çıkardığı kötü ve olumsuz manzara aynı zamanda AK Parti’nin de önünü açmış oluyordu.

AK Parti iktidarda kaldığı ve sistemden şu ya da bu anda gayr-i memnun olan çevrelerin ilgisine mazhar olduğu gibi bir açıdan Kürtler’in de “en büyük partisi” olarak revaç bulmuştu. Daha sonra ise, adeta, yarı yolda at değiştirme sevdası sonucu izlediği politikalar sebebiyle birçok toplumsal kesimin nazarında olduğu gibi Kürtlerinde nazarında büyük oranda gözden düşmüş, itibar kaybetmişti ve kaybetmeye de devam ediyordu. (Bkz.)

İki bin iki(2002)de iktidara gelen AK Parti’nin, iki bin onlar(2010)a kadar, her ne kadar Kürt sorununa yönelik ciddi ve “sivil” bir çabası, çalışması yoksa da, Kürtlerle birlikte birçok toplumsal kesimin var olan sorunlarına çözüm arayışları Kürtleri de büyük oranda gelecek için umutlandırıyordu.

Bu umutla birlikte “HDP’nin(BDP), PKK’nin vb. güdümünde kalması, onu çözüm adına haklı bir muhatap” olarak tanımlamıyordu. Bu tavrından dolayı siyasi partilerin büyük çoğunluğu onunla birlikte poz vermek istemiyorlardı. Ki, bundan dolayı olsa gerek, Sezai Temelli’nin belirtmeye çalıştığı “İmralı” adresi, başta partinin eski eş başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’lilerle birlikte başta Kılıçdaroğlu olmak üzere liderleri ve temsil ettikleri partilerini memnun etmemişti.

Kılıçdaroğlu, Sezai Temelli’in çözümün adresini İmralı olarak belirtmesine koşut olarak çözümün adresinin meclis olacağını belirtmesi de bir hayli önem arz etmekteydi.

Onun ısrarla ve hem de böyle bir sorunun olmadığını(4) üstüne basa basa ifade etmeye çalışan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye yönelik olarak, Kürt sorununu da ‘işin içerisinde’ göstererek “Ülkenin bütün sorunlarını dostlarımızla birlikte çözeceğiz” beyanı söz konusu idi.(5)

İşin Çözümü Bugünlere kalmasa idi…

AK Parti’nin ise, 12 Eylül referandumunda elde ettiği güce istinaden otoriterleştiği belirginleşiyordu. Bu otoriterleşme beraberinde “sözde” solun hâkimiyetinde olduğu savıyla dönemin HSYK’sının, bünyesine muhafazakârlık saikıyla FETÖ’cülerin doluşmasıyla birlikte, olay farklı bir mecraya çekiliyordu. Bunlar, aynı zamanda ileride olacaklarında (17-24 Aralık-15 Temmuz) bir nevi habercisi idi.

AK Parti’nin de, geçmişe dönüp bakıldığında bugünden itibaren umut vermediği, konuya dair bir çözüm, öneri ve niyetinin olmadığı ayan beyan ortadaydı. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın: “Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur… Türkiye’de böyle bir sorun yok.” (6) İfadelerini esas veri kabul ettiğimizde, var olan sorunun “en azından” bu süreçte devlet nezdinde bir daha konuşulmamak üzere yok sayılacağı; ya da AK Parti’nin işi bir punduna getirip MHP yükünden kurtulduğunda, kendisinden kopan Kürt oylarını yine kendisine gelmesini sağlamak için, büyük oranda da devletin imkânlarını kullanmaya çalışması ve bu işten sonuç alması da akla pek ters gelmemelidir.

Üç PKK’li Kadına Yönelik Yapılan Fail-i Meçhul(!) Paris Saldırısı…

2013 yılının ilk ayında Paris’te üç PKK’li bayana yapılan, faili meçhul(!) suikastın, bir nevi çözüm sürecine katkı sunacağı söz konusu olmuştu. Adeta bırakın yasallığı bulunan partinin, hem PKK’nin, hem İmralı’nın, hem Kandil’in ve hem de PKK’nin Avrupa kanadının(ör. Remzi kartal) Türkiye kamuoyu ile birlikte hareket edeceği imajı, çözüm umutlarını epey çoğaltmıştı.

Bu arada, kesin resmi bir durum söz konusu olmadan, “sükût ikrardan gelir” kabilinden hem devletin(AK Parti) hem PKK’nin bağlaşıklarının, hem HDP’nin ve sivil toplum örgütleri ile birlikte aydınların, sanatçıların ve halkın moral değer vererek katılmaları sonucu oluşan çözüm süreci, PKK’nin -galiba dönemin etkin bir iç gücü olan FETÖ’nün kışkırtması sonucu- Ceylanpınar’da polislere karşı terör eylemi ortaya koyması akim akim bırakılmıştı.

Daha sonra birtakım iç ve dış gelişme ülkenin ilerlemesinin önünde takoz olmuştu. Rahip Bronson olayı, Halkbank Genel Müdürü’nün ABD’de tutuklanıp alıkonulması, Patriot yerine Rus S-400’lerinde karar kılınması, art arda gelen ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı, muhalefet partilerinin – ama HDP ile pek poz vermeme şartıyla- mevcut iktidara karşı bloklaşmaları, bazı önceliklerin dikkate alınmasına rağmen Kürt sorununun olası çözümünü unutturmuşa benziyordu.

Bir de AK Parti’ye muhalifte olsalar, gerek yurt içinde ve gerekse de yurt dışında(Suriye ve Irak) “teröre karşı elde edilen askeri başarıların etkisiyle Kürt sorunu tümden unutulmuş oluyordu.

Hâlbuki her biri farkı ideolojik temeli bulunan muhalefet partilerinin, terörle mücadele ile çözülmesi elzem olan Kürt sorununu aynı kefeye koymaları, çözümü büyük oranda etkisizleştiriyor ve yok sayıyordu.

Uzun bir sessizlik dönemi yaşandı. Bu dönemde, neredeyse her haklı eleştirinin, bir de FETÖ’nün oluşturduğu olumsuz havaya binaen iktidar ve destekçilerinin kahir ekseriyeti tarafından ihanet kalıbında değerlendirilmesine mehaz teşkil eden muktedir algıya dönüşmesi, birçok konuda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da “boşa kürek çekme ve havada uçup gitme kabilinden”  konuya dair söylemlerin, konuşmaların ve ortaya konan çabaların pek bir kıymet-i harbiye’si kalmıyordu.

İktidar Hazırlığındaki Muhalefetin Önayak Olduğu “Yeni” Bir Çözüm Süreci mi?

Bununla birlikte, yaklaşık yirmi yıllık ve artık umut olmaktan çıktığı birçok çevre tarafından gözlemlenen Cumhur İttifakı(AK Parti-MHP vs.) karşısında “toplum, ülke ve devlet adına” büyük bir başarı elde etmek için çabalayan Millet İtifakı’nın, topyekûn bir başarı elde etmek için –özellikle de CHP’nin arzusu istikametine- HDP’nin de bu ittifakın bileşeni olmasına yönelik atraksiyonlar görünür bir şekilde kendine yer bulmaktadır.

Bundan dolayı; Sezai Temelli’nin konuya dair görüş belirtmesine koşut olarak ve ona zıt bir oranda Kılıçdaroğlu’nun Öcalan’ı, Kandil’i değil HDP’yi muhatap kabul edip çözümün adresinin “milli irade”nin kalbi olan meclisi adres göstermesi kayda değer bir anlama havidir.

Akabinde HDP eş genel başkanı sıfatıyla Mithat Sancar’ın da çözüm yeri olarak meclisi işaret etmesi, Kürt sonu bağlamında, o da belki görünürde PKK’nin, Öcalan’ın ve Kandil’in “eski-yeni” bağlamında, zamanın ruhuna uygun bir dilin ve söylemin zemin bulması anlamına geldiği söylenebilirdi. (7)

Zaten Sezai Temelli dışında ne HDP’den yetkili şahısların, ne AK Parti karşısında konumlanan partilerin liderlerinin Kürt sorunu “eğer” çözülecekse, muhatabının Öcalan, PKK ve Kandil olmayacağı su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

AK Parti’nin şimdilik, tüm parti organları ve hükümetteki yetkilileri dâhil, ne işin muhatabının kim olacağını ve ne de bu sorunun çözümüne yönelik apaçık bir açıklaması olmadı.

Sadece MHP’nin, AK Parti’nin derin suskunluğu karşısında Kürt sorununun çözümüne yönelik “olumsuz tavrı” Kürtlerin varlığını kabul etmekle birlikte,  o varlığın kendi kültürel ve siyasi kimliğiyle hareket etmesini şiddetle reddetmesi, aynı zamanda işin rengini ortaya koyduğu gibi, çözümü de bir daha konuşulmama şartıyla dondurmaya, ötelemeye ve nihayetinde eski bir ulusalcı sevda olan topyekûn uluslaşma yolunda kavmi, kültürel, hatta siyasi farklılıkları ortadan kaldırmaya yönelik tavrı adeta “el, elin üstünde, benim elim tüm elerin üstünde” kabilinden farklılıklara tahammülsüzlüğü öngörmektedir. (8)

Akıl, konu ile ilgili olarak bizlere şunu önermektedir; çözüm için HDP ile çözüme niyetli partiler ile bölgede siyaset yapan “Kürt partileri” ile sivil toplum örgütleri ve bu işe evet diyen tüm bileşenlerin ortaklaşa çalışması…

Dipnotlar:

1-https://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/imrali-mi,32543

2-https://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/imrali-mi,32543

3-https://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/imrali-mi,32543

Bkz. kurtlerin-ve-bilumum-magdurlarin-partisinden-dususe-ak-parti/Sait Alioğlu

4- https://www.karar.com/guncel-haberler/son-dakika-bahceli-hdp-mesru-degil-1633121

5)-https://www.gazeteduvar.com.tr/kilicdaroglundan-kurt-sorunu-aciklamasi-barisi-dostlarimizla-getirecegiz-haber-1535863

6- https://serbestiyet.com/featured/erdogan-yok-kurt-sorununu-cozmektir-yok-sudur-yok-budur-turkiyede-boyle-bir-sorun-yok-70877/

7-http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/147172

8-https://www.karar.com/guncel-haberler/son-dakika-bahceli-hdp-mesru-degil-1633121

 

Kaynak Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR