Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kriz Dönemlerinde ?Kürtleri? Hatırlamak!

Türk ulusalcılığı adına Kürtlere iki seçenek sunuluyordu; ?ya değişerek, dönüşerek yaşa, ya da öl!?


Kürt halkı, İttihad Terakki´den bu yana devlete yön veren ya da yön verdiğini düşünen ?iç´ siyasi güçler tarafından dikkate alınmış ve sonuçta ya imha yoluna gidilmiş ya kendi siyasi meşruiyetleri için bir dayanak ya da kriz zamanlarında kapısını çaldıkları bir konumda değerlendirilmişti.

Kürt halkı adına ulusalcılık (milliyetçilik) öncesi dönemde, kendine özgü aşiret yapısı, sosyal ve ekonomik konumu ve idarî bağlamda Osmanlı ile türüne özgü ilişkileri bulunan, yerine göre müttefik, yerine göre de çıbanbaşı olarak algılandığı bir vakıadan bahsedilebilirdi.

Türk ulusallaşması sürecinde ise Kürtler kendi öz kimlikleri ve dinamikleriyle özgün bir halk değil de ya tamamen kendi kimliğinden soyutlandırılmak suretiyle Türkleştirilmesi (Ziya Gökalp) ya da tamamen imha edilmesi (tek parti dönemi) gereken bir konumda ele alınmaya çalışılmıştı.

Hatta Kürtlerin, aslında Türk ırkından sayılan bir kavim oldukları düşüncesinden hareket edildiğinde, hem Ziya Gökalp´in düşünce ve uğraşısı, hem de tek parti iktidarı döneminde vuku bulan tenkil ve katliamlar olaya damgasını vuruyordu.

Burada Kürtlere iki seçenek sunuluyordu; ?ya değişerek, dönüşerek yaşa, ya da öl!?

Bu durum bin dokuz yüz elli (1950) sonrasında az çok değişecekti? Bu değişimde, esaslı ve kalıcı ya da az çok esasa yakın olarak düşünülse de pek kalıcı bir öze sahip olunmamıştı.

Kabul edilmelidir ki bu öz, İTC ve jakoben Kemalist çizgi ile, bu çizgiyi az da olsa esnetmeye yönelik İslam soslu bir kulvarda oluşan sağcı-muhafazakâr çizgi arasında oluşan gelgitlerin büyük etkisi vardı.

Kürtlerle İş Birliği

1950 sonrasında Kürtlerle yapılan en belirgin iş birliğinden birisi ve aynı zamanda içerdiği anlamı açısından sembolik değere haizi, dönemin Başbakanı Adnan Menderes´in, Şeyh Said´in torunu olan merhum Abdülmelik Fırat´ın yaşının büyültülerek DP´den milletvekili seçtirilmesi idi.

Bu bile başlı başına o bildik gelgitler arasında Demokrat Parti kadrolarının var olan Kürt sorununu çözmeye yönelik bir çaba olarak okunabilirdi.

Ama o gelgitlerden dolayı, bu sembolik hareketler pek gelişme kaydedememişti.

 

Bu sürecin akabinde 27 Mayıs Kemalist darbe sonrasında askeri cuntanın, başta bölgenin kanaat önderleri olmak üzere, âlimlerini, şeyhlerini, aydınlarını, yerel siyasetçilerini derdest edip alıkoyduğu Sivas Kampı, bu gelgitleri önemli oranda berhava etmişti. Hatta Kürt olmadığı halde, İslam´a uygun bir yaşantı içerisinde bulunan birçok Türk aydını, âlim ve kanaat önderi de mezkûr kampta alıkonulmuştu. Örneğin M. Said Çekmegil bu isimlerden biri idi?

Kendi öznel bağlamında Menderes´in çabalarının yerini, başını Süleyman Demirel´in çektiği bir süreç izlemişti. Zaten ?Dün dündür, bugün bugündür´ cü mantıkla maruf olan Demirel ve taifesinin Kürtlerle var olan ilişkisi içerisinde, bambaşka bir mecrada seyreden Kemalist modernleşme sürecinde ortadan kalkması arzulanan aşiret sosyolojisi üzerinden Kürtlerin oyunu almaya yönelik bir mantık vardı.

Bu sayede Kürt feodalitesi, aynı zamanda modernleştirmeci, ama bunu salt muhafazakâr kalıplarla yapmaya çalışan sağcı ve millici anlayışa oy ve güç kazandırmış oluyordu.

Seksenlere kadar Kürdistan´ın birçok bölgesinde, İslam´ı salt manevi bir kimlik olarak üzerinde taşıyan, bununla birlikte tarihin derinliklerinden sadır olagelen ve çoğu da İslam´la pek örtüşmeyen birçok kültürel değeri, kendi siyasi, ekonomik ve toplumsal statüsü için elde tutmaya çalışan feodal zümrenin, değil Kürtlerin tam bağımsızlığı, yaşadıkları ülkede, bütünün esaslı bir parçası olarak ve kendi değerleriyle var olması gereken bir Kürt kimliğinin yerine, sistemin sağcılık saikiyle öngördüğü fenomenleri baş tacı eden konumu, bir açıdan PKK´nin varlığıyla birlikte az da olsa sarsıntıya uğramıştı.

Yetmişlerin sonunda başlayan ve iki binlere kadar devam eden sürece bakıldığında, anlatılmak istendiği halde pek dile getirilmeyen birçok olgunun meseleyi orta yere koyduğu görülecektir.

Bu durum, sağcı feodal aymazlığa karşı, modernleştirmeci, indirgemeci ve ilerlemeci sol karşı çıkış olarak değerlendirilebilirdi. Ki daha fazlası için sahaya bir göz atmakta fayda vardı?

Yukarıdaki başlığı ?Kriz dönemlerinde ?Kürtleri? hatırlamak? olarak belirtmiştik. İTC´in başlatıcısı olduğu, tek parti döneminde gerek kültürel, gerekse tenkil vaziyetleri bağlamında devam eden Kürt sorununa yönelik çözüm çabaların, ana unsurun Türk olduğu dayatması üzerinden yürütülen çabaların Menderes ile başlayan, Süleyman Demirel ile devam eden, Turgut Özal´ın şahsında somutlaştığı gözlemlenen ve Erdoğan´ın iktidarı döneminde çözümün, ?maliyeti ve bedeli ne olursa olsun? yakın olduğuna yönelik saha çalışmalarına bakıldığında, bu işin Kemalistler ve solculardan ziyade sağcıların çözmesi gereken bir iş olduğu savı, en başta ?iktidarda olmasalar dahi´ Kemalist çekirdek kadronun karşı çıkışı karşısında havada kalıyordu.

Bunun, AK Parti´nin başlattığı, ama birçok saik ile düşünüldüğünde pek de sonuç elde edilememiş olduğu görülen ?akil adamlı? çözüm sürecinde, bu işe ?bilerek, ya da bilmeyerek´ yanaştırılmayan yerel güçlerin ve dinamiklerin yerine, sathî dinamiklerin ikame edilmesi ve asla kanaat önderi vasfı bulunmayan, çoğu da şarkıcı ve türkücü zevatın popüler bir mantıkla işin içerisine dâhil edilmesi, sosyal açıdan olsa dahi sakil bırakıyordu.

Daha öncesi de bulunan ve 15 Temmuz ile ayyuka çıkan darbe ve karşı darbe mantığına koşut olarak oluşan ve bir açıdan beka tartışmaları ile belirginleşen, hatta MHP saikiyle resmileştiğini söyleyebileceğimiz şimdiki durum, Kürtleri çemberin dışına itmiş görünse de devam eden sürecin sonunda, tahmini olarak MHP ile yaşanması olası bir durumda, Kürtler tekrardan AK Parti´nin, bizatihi Erdoğan´ın, atacağı adımla kriz döneminde ?tekrardan´ hatırlanan bir konuma gelebilecekti.

Bizimkisi salt bir öngörüydü, ama pek de yabana atılacak cinsten değildi. Zira Kürtlerin şu ya da bu şekilde dışlandığı, dışta tutulduğu bir vasat pek de makul bir vasat olmadığı gibi, sürdürülebilir de değildi. Keza bağımsızlık referandumu sürecinde, yine MHP faktörüne bağlı olarak Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile aniden kesilen bağların, tekrardan kurulmak istendiği bir dönemde, kendi Kürdüne karşı duyarsız kalması hakikate aykırılık içerirdi.

Kriz zamanlarında Kürtleri hatırlama babında, geçmiş dönem HDP Genel Başkanı sıfatıyla hem Selahattin Demirtaş´ın ve eş başkanı sıfatıyla da Figen Yüksekdağ´ın ? mahkeme kararına saygı duymakla birlikte- tekrarlanacak olan İBB seçimleri arifesinde beraat ettirilmeleri, yine bizlere kriz dönemlerinde stratejik değil de taktik oyunlar olduğu imasını çağrıştırıyordu.

Bu iki siyasinin beraat ettirilmeleri, HDP´nin İstanbullu Kürt seçmenini nasıl etkileyecekti, görecektik?

AK Parti dışında, ülke için çeşitli alanlarda yapıla gelen hatalara yönelik olarak oluşan krizlerden ziyade, bu krizleri kendi geleceği için malzemeye çevirmeye çalışan CHP´nin, İBB seçimlerini kazanma adına HDP ile yaptığı bilinen anlaşmaya bakıldığında, yine karşımıza aşılması gereken bir kriz üzerinden Kürtlerin hatırlandığı görülecekti.

AK Parti gibi sağcı, muhafazakâr partilerin, siyasi temsilcisi sıfatıyla HDP´nin dışında, kendileriyle aynı inanç dünyasına mensup bulunan Kürt kitlenin, bu partiler tarafından kriz bahanesiyle de olsa hatırlanması bir anlam ifade ediyordu, etmesine, ama bu halka yönelik tenkil ve katliamla anılan bir partinin durumuna ne diyecektik doğrusu?

Ya Kürt halkı, kendi siyasi temsilcilerini dinlemeyecek ya da ölümcül bir durum olmakla birlikte ?kendi celladına aşık´ hallere mecbur kalacaktı.

Yine mecburiyeti ve krizi sistemin kendisi üretmişti ve devam ettiriyordu, anlaşılan?

Bu tür krizleri, fırsata çevirmeyen tek ve yegâne siyasi gücün MHP olduğu çok rahatlıkla söylenebilirdi. O da zaten, demografik olarak kabul ettiği, ama kültürel ve özellikle de ?siyasi´ alanda ?kendisi olmasını istemediği? Kürt halkının varlığını üniterizm formu içerisinde yok saymayı bir devlet geleneği olarak elde tutuyordu. Ki bu sebepten dolayı ittifak öncesi dönemlerde AK Parti´ye yönelik ?bölücü´ yaftasını yapıştırmaya çalışıyordu. Yine Allah(cc) bilir, ama ittifakın dağılması söz konusu olursa eğer, işlerde farklılaşabilirdi.

Davutoğlu ve yeni kuracağı partisinin faktörü?

Kendi Başbakanlığı döneminde, gerek iktidarın başlattığı çözüm süreci ve gerekse de şu ya da bu şekilde ?İslamcı´ kulvarda bulunan ve birçok siyasetini izafi de olsa İslamcılık üzerinden yürütmeye çalışan Ahmet Davutoğlu, bir açıdan kuracağı söylenen partisinin de zeminin oluşturma adına Diyarbakır´da düzenlenmiş olan bir iftar programına katılmıştı.

Davutoğlu orada şunları söylemişti: "Türkiye´de evet, Kürt vatandaşlarımızın meselesi var. Ama Türk vatandaşlarının, Kürt vatandaşlarının da meseleleri ortaktır. Hepimiz Türkiye´deki kamu düzeninin esasını birlikte kurma iradesini gösterirsek, hiç kimse tekrar bu topraklarda 12 Eylül´deki acıların yaşanmasına da terör örgütlerinin bu hayatı bize zindan edercesine ilçelerimizi, şehirlerimizi barikatlarla, ortak hayat alanını yok eden unsurlarla doldurmasına izin vermemiş oluruz. Bütün bir millet olarak, kamu düzenimize sahip çıkacağız, özgürlüklerimizden zinhar fedakârlık etmeyeceğiz, fedakârlık etmemizi isteyenlere karşı omuz omuza duracağız ve güvenliğimizi tehdit eden kim olursa olsun ona karşı da hep birlikte duracağız.?

İnşallah, bu ifadeler doğrultusunda ve Davutoğlu´nun şahsında Kürt halkı kriz vesilesiyle hatırlanması değil de onların da tüm varlıkları ile daimi olarak hatırda tutulması söz konusu olurdu.

Türkiye´de kriz ile hatırlanan Kürtler, Irak´ta Cumhurbaşkanı oluyor?

Türkiye ile kıyaslandığında, gerek imparatorluk tecrübesi olmayan, gerek yüzü Batı´ya dönük olmayan ve kendi bulunduğu bölgede çeşitli sorunlarla boğuşan Irak´ta yeniden yapılanan devlet katmanında Kürtlerin Cumhurbaşkanlığı makamı sadedinde temsil edilen Irak Kürtleri ile kıyaslandığında, bağlı bulunduğu değerler açısından onlardan daha ileride bulunduğu söylenebilecek olan Türkiyeli Kürlerin, sadece vatandaşlık işleri haricinde siyasi partiler tarafından salt kriz dönemlerinde hatırlanmaları pek de sağlıklı bir işleyişin oluşturulamadığının göstergesi oluyordu.

Ne diyelim?

Büyük devlet olmak, kendi halkını kriz dönemlerinde değil, ama her zaman hatırlamak ve bir makuliyet içerisinde ?iğneden ipliğe´ her hakkının verilmesi adına anayasal bir düzenleme yapmakla eş değerdi. En azından biz, dünyaya baktığımızda bu işlerin böyle yürüdüğünü görüyorduk. 

Haksız mıyız?..

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR