Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Konuşma Dilinin Bazı Evreleri Üzerine Bir Girizgâh…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


İnsanlar konuşa, konuşa anlaşma sağlarlar. Bu, onların diğer canlı varlıklar nezdinde en önemli vasıfları, âlâmet-i farikalarıdır. Bu, insanı, sair varlıklardan tamamen ayıran bir ölçü, yani mikyastır.

Konuşma eylemi için bir dile, muhataba, zamana ve zemine ihtiyaç hasıl olur.

Dil, kuralları belirlenmiş, belli bir gramer temeli bulunan ve fonetik yapısı olan, morfolojiye sahip, varlığı bilinen,  konuşulduğu, ama yazıya dökülmediği sürece soyut kalan, ama bilindiği için de maddi olarak ele alınacak bir olgudur.

Muhatapları, öncelikle aynı dili kullanan, ama çoğu kez anlama ve meram anlatmaya yönelik içerik olarak birbirinden farklı konumda bulunan kişiler ve kişilerden oluşan küçüklü, büyüklü topluluklar olarak karşımıza çıkar.

Zaman ve zemin ise, konuşma eyleminin fiiliyata geçmesi için araçsal olarak manzarada kendine bir yer bulur.

Dil eğitimi, anne karnında başlar, aile ortamında devam eder, sokakta netleşir ve okulda son kıvamına varır.

Dikkat ettiysek, çoğu ebeveyn, kendileri ciddi bir eğitimden geçmedikleri için, çocuklarına “aile ortamında verilebilecek” standart bazı konular dışında, genel anlamda evlatlarının eğitimini –dilde dahil olmak üzere- okul/öğretmen tarafından verilmesine taraf olurlar.

Unuttukları bir şey var, o da, işin eğitim kısmı bir tarafa, ama okulla verilen şeyin öğretmek olduğu kabul gördüğünde, yine iş dönüp dolaşıp ebeveyni bulur.

Konuyu, her şeyden ziyade dil eğitimi açısından değerlendirdiğimizde, okulun/öğretmenin vereceği bilginin, aslında ebeveynin verebileceği bilgiden pek de farklı olmayacağı görülecektir. Sadece, onların verdiğine az bir ilave söz konusu olacaktır. O kadar.

Yukarıda bir yerde dil eğitiminin temini için bir silsileden bahsetmiştik. Var olan silsilede ilerleyen zaman içerisinde bir kopukluk sadır olduğunda, bizim, işe kaldığımız yerden var olan maddi donelerin harekete geçmesi sonucu işin bir bütün olarak tamamlanmasının olmayacağını görmemiz gerekir.

Silsilede bir kopukluk olmamalı… bir evre tamamlandığında, işe diğer evre ile devam edilmeli… mes’ele kavranmalı… sonuçta, insanın hayatı yorumlanmasında önemli olduğu bilinen ve o olmadan, zerre miskal bir bilgi kırıntısının dahi elde edilemeyeceği gerçeği kabul görmeli.

Anne dilini, insan için anne sütüne benzetebiliriz.  Biyolojik olarak bir çocuk dünyaya teşrif ettiği andan itibaren annenin süt salgıladığı bilinen bir gerçektir.

Dilde, aynen anne sütü gibi eylemsel bir özelliğe sahiptir. Daha doğum öncesinde, çocuk ana rahminde iken, annesinin, “iki kişi arasında”, annenin hissettiğini düşündüğümüz bir şekilde, anne karnında bulunan yavrusuyla yapmış olduğu monolog –aslında bir açıdan diyalogda sayılabilir- sonucu, çocuğun dil ile ünsiyeti başlamış olur.

Bu ilk aşama, aslında üçüncü şahıslar tarafından –baba vs.- hissedilse dahi, mahiyeti açısından pek de bilinmeyen doneleri bünyesinde barındırır.

Dil, çocuğun dünyaya teşrifi ile maddi planda dil evreleri başlar. Anne, aile ortanı,  sokak, okul ve daha sonra ise çarşı Pazar evreleri ile devam eder, durur.

Dil öğreniminin ilk ayağının, öyle sanıldığı gibi kurgulanmış salt bir akılla olmayıp, çocuğun bir eylem olarak, annesine attığı gülücük sonucu oluştuğunu deneyimlerimiz sonucu meydana geldiği kabul edilmelidir.

Anneden kaynaklanan ve bazıları, maalesef kalıcı yönü bulunan davranışların varlığı, dil eğitimi ve öğretimi açısından çocuk için olumsuzluk içerir. Bırakın bunu, hemen her annenin bazı sebeplerden dolayı, yüzüne vuran farklı ruh hallerinin dahi, çocuğa yansıdığı bilinen özellikler nasıl etkileyici ise, annenin kullandığı özensiz dil; buna bağlı olarak kullandığı olumsuz kelime ve cümlelerin de çocuk üzerinde –çoğunlukla kalıcı- izler bırakacaktır.

Bu sakil durumu telafi etmek mümkün müdür? Haliyle “evet”, ama işi, olumsuz anlamda bazı kalıcı noktalarını da sarf-ı nazar etmeden halletme yoluna gidilmesi gerekir.

İşte, farkında olunsun, ya da olunması, yukarıda bir yerde bahsettiğimiz üzere, çocuğun eğitiminin eveveyn tarafından tümden okula ve öğretmene havale edilmesinin temelinde, “çocuk daha iyi bir dil eğitimi alsın” düşüncesinden ziyade, ebeveynin daha ilk evrede yapmış olduğu yanlışın izalesine yönelik bir girişimin olduğunu söyleyebiliriz.

Bu evreden sonraki evre, işin içerisinde anne ve baba ile –kardeşlerin- ve aileyi oluşturan diğer bireylerinde yer almış olduğu evredir. Bu evrede de, çocuk, dil öğrenme hususunda, tamamen olumlu olmanın yanında kalıcı hasarlara da maruz kalabilir. Haliyle bu evreye dikkat etmek ve bu evreyi, sağ, salim sonuca ulaştırmak gerekir. Buradaki durum, adeta “kol kırılır, yen içinde kalır” fehvası gereğince var olan realite olumlu hale getirilebilir.

Ama yapısı gereği, her yönüyle dış sayılan sokağın var olan dilinin tümden olumlu olabileceği gibi, tümden de olumsuzluklar içerebileceği gözden ırak tutulmamalıdır.

Hiçbir zaman, bu konuda “saldım çayıra, Mevlam kayıra” düşüncesiyle hareket edilmemeli, dikkatli olunmalıdır. Sokağın dili, salt kuru bir dil olmaktan ziyade, adeta uyuşturucu gibi insanı insanlığından çıkaran maddelerle eşdeğer olduğu gözden ırak tutulmamalı… her ikisinin de telafisi mümkün olmakla birlikte, az da olsa hasar bırakmakta ve lekesi insanı ömrünün sonuna dek takip etmektedir.

Sokağın dilinin birçok açıdan zararı olduğu üzere, sokak insan hayatında, bugün ve gelecek açısından önemli bir yer tutacaksa, bura dilinin öğrenilmesinin de gerekli olduğu gerçeği de kabul görür. Burada dikkat edilmesi gereken şey ise, bu dilin var olan zararlarının telafisinde çocuğa verilecek olan desteğin sağlam bir temele sahip olması gerçeğidir.

Son evre ise, okuldur. Modern anlayışta, her ne kadar, kendi açısından söylersek, kişinin “aydınlanması, bilinçlenmesi” öncelendiği halde, eğitimin geri planda, öğretimim ise önplanda olduğu gerçeğinden hareket edersek, işini eğitim yönü büyük oranda, yine müfredatla uyumlu bir şekilde aileye düşmektedir. Bundan kaçışın işin tabiatı gereği mümkün olmaması konuyu önemli kılmaktadır.

 Sonuçta, dilin, salt dil olmaktan ziyade, insan için gerekli olan din olgusunun anlaşılması konusunda önemi yadsınamaz bir gerçekliği kabul gördüğünde –düğmenin yanlış iliklenmesi örneğinde- ortaya çıkacak olan manzaraya haliyle vahim sonuçlar doğuracaktır.

Kısacası, dil olmadan hayat ve din vücuda gelmez, çok şey eksik ve güdük kalır. O zaman dil eğitimi silsilesinde yer ne olursa olsun, asla atlanmamalı…

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR