Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Klasik İslamcılık / Yeni İslamcılık

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Her türden batıl(*) düşünce, eylem ve yaşam formuna karşı Müslümanı özgürleştirme hareketi olarak okunabilecek olan tevhidi ilkeler çerçevesinde gelişen hayat telakkisinin adına İslamcılık denilebilir.

İslamcılık, teorik olarak bu şekilde ele alındığı gibi, bizim için kendi müktesebatı içerisinde tarihî, dinî ve kültürel bir mirasın merkezi olan Osmanlı üzerinden dönemin, bu işle iştigal etmiş bulunan aydın ve entelektüellerinin, sultan’ı ikna çabasına dayanmaktaydı.

Her ne kadar alışıldık üzere, o da “ortaya konulmasından dolayı” ideoloji kalıbında değerlendirilecek olsa da, İslamcılık, birçok açıdan var olan gerileme/geriye gitme, vasatını yitirme, giderek çürüme ve akabinde de yok olmaya karşı, ortaya konan çabalar olarak da değerlendirilmeyi hak eder.

Buna İslamî literatürde “ihya ve tecdîd” denir. İhya; canlanma, tecdîd ise “yenilenme/yenilenebilme” çabası olarak düşünülebilir.

Bağlıları tarafından İslam’a nispet edilen itikadî/düşünsel “ana” formlara mensup âlim, fazıl, aydın ve entelektüellerin onlarca, hatta yüzlerce yıldır “canlanma ve yenile(n)me” adına yapıp ettikleri, işin erbabı tarafından İslamcılık anlamında ele alınmış ve değerlendirilmiştir.

Ebu’l-Musa el-eş’ari, İbn Teymiyye, Cemaleddîn Afganî ve bizde de “Kur’an Şairi” Mehmed Âkif’in vb. var olan çabaları, gerilemeye, geri gitmeye, vasatını yitirmeye, çürümeye ve giderek yok olmaya(efnâ/fani) yüz tutmuş bulunan tevhidi anlayışın yeniden hayat bulması çabaları olarak değerlendirilebilir.

İslamcılığı, İslam’dan yola çıkarak, İslam’ın en başta Müslümanlara ne vermek istediği, nasıl bir şekilde verdiği ve “neyi vad’detdiği/neyi verdiği” soruları üzerinden değerlendirdiğimizde, karşımıza normalde bir birinin devamı ya da ondan öncekinden belirgin bir farklılaşma ve sonrakine de aykırı düşecek donelerin toplamı üç İslamcılık biçimi ile karşılaşırız.

Klasik, ama birçok açıdan kuşatıcı İslamcılık, bu kuşatıcılığı yer yer daraltan İslamcılık(tam olarak “klasik İslamcılık”) bir de İslam’ın mesajının “günümüz idrakine söylenen yönüyle” yeni İslamcılık olarak tasnif edilir.

Kuşatıcı İslamcılık içerisinde birçok kişinin adı verilebilir. Hasan Basri, Kadı Abdülcebbar ve İbni Haldun ilk akla gelen Müslümanlar olarak öne çıkar.

Bugün, İslamcılık formunun oluşumunda, kurucu metin sadedinde temele ve asl’a irca edilme suretiyle oluşturulan çağdaş metinlerden yararlandığımız gibi, “olması gerekeni” ıskalamaması arzulanan geçmiş dönem metinlerinden de hareketle yapıyı tahkim etmek gerekir.

Bunun için, her biri bir ekol, mezhep ve meşrebe mensup olup ta “espriyi kaçırmadığı düşünülen zevatın” düşünce dünyasına ve bizatihi düşüncelerine önem vermek gerekir.
Bu aynı zamanda, olması gereken kuşatıcılığı yer yer daraltan zevatın da yok sayılması, önemsenmemesi ve eserlerinin ise bir tarafa bırakılıp okunmamasını gerektirmez. Gerektirmediği gibi onları tümden gözden düşürmesi de haklı çıkarmaz.

İslamcılığın kurucu ögeleri; İslam düşüncesi ve Müslüman düşünürler…

Kurucu ögeler, en başta söz konusu İslam olduğuna göre Kur’an olarak öne çıkar. Daha sonra, kitabın “açıklanması, onun üzerinden bir yaşam oluşturulması” ve akabinde de ister sağlıklı bir şekilde yürümeye ve isterse de cari olan bir gerilemeye karşı ihya ve tecdîd olgusuna hayatiyet kazandırmak için öne çıkarlar.

Bu durum, çağdaş durumda da geçerli olduğu üzere İslamcılığı klasik, bizim anlatımımızla söylersek, zaman açısından klasik, anlam, mantık ve büyük oranda kabule şayan yönüyle “kuşatıcı İslamcılık” üzerimden İslam düşüncesi faaliyeti göze çarpar.

“İslam düşüncesi, kendisini, bütün düşünce faaliyetleri gibi, esas olarak düşünürleri üzerinden gösterir. İslam düşüncesi, Müslümanların düşüncesidir, ama aynı zamanda –Müslümanlar insan oldukları içinde- insanlık düşüncesidir. İslam düşüncesi, kendi fiilleri ve onların sonuçları karşısında, kendilerine aşkın bir konumda destek olan Ahir Zaman Peygamberine ittiba eden ve bu yolla özgürleşen insanların kaygıları, hatırladıkları ve irtibatlandırdıklarının keyfiyeti ile alakalıdır.” (1)

Tahsin Görgün, klasik İslam düşüncesi çerçevesinde, Hasan-ı Basri, Kadı Abdülcebbar ve İbn Haldun üzerinden kaleme aldığı “Klasik İslam Düşüncesinin Üç Sütunu” adlı eserinde söz konusu edip değerlendirdiği âlim ve düşünürler üzerinden konuya dair şu tespitte bulunuyor; “Üç düşünür, farklı dönemlerinde İslam düşüncesinin temsil gücü yüksek misalleri olarak görülebilir. Hasan-ı Basri, henüz düşünce ekollerinin, mezheplerin ve ilimlerin tedvin edilmediği dönemdeki düşünceyi temsil ederken, Kadı Abdülcebbar İslam medeniyetinin temel ilimlerinin tedvin sürecinin tamamlandığı ve meseleleri halletme hususunda makul yolların teşekkül ettiği bir dönemdeki düşüncenin temsil gücü yüksek bir numunesidir. Buna karşılık İbn Haldun, düşüncede ekolleşmenin belirli bir birikime ulaştığı ve sorunların çözümünün, daha üst bir bakış şeklini iktiza ettiği bir durumda, metafizik düşüncenin toplum ve medeniyetin sorunlarını kavrama ve halletmede etkin hâle getirilmeye çalışıldığı bir döneme denk düşer ve bu dönemi temsil eder.” (2)

Klasik İslamcılığın mahiyetini ortaya koyan bazı konular
İslamcılık söz konusu edildiğinde, bu dünya görüş, ilgilisi tarafından birkaç safhaya ayrıldığında, karşımıza “klasik ve yeni dönem” açısından iki safha çıkar.
Klasik İslamcılık, genel itibarıyla gerileme durumuna binaen, o durumun izalesine yönelik çabaların tümünü kapsadığı kabul görür.

Yönetim biçiminin hilafetten saltanata dönüştüğü Emevi döneminden başlamak üzere- onlara karşı yapılan kıyamlar, karşı duruşlar, akabinde bir ihtilâl sonucunda iktidara gelen, ama kendisi de var olan bozulmanın müsebbibi arasına giren, mihne olaylarına sebep olan Abbasilere karşı verilen mücadele ile devam eden süreçte devrede klasik İslamcılığın olduğu görülecektir.

Yine Selçuklular ile başlayan yeni süreçte çeşitli alanda yapılan, edilen birçok şey bu İslamcılık içerisinde değerlendirilebilir. Ör. Selçuklunun, kendisini çok uğraştıran Batınî hareketlere yönelik çabalar klasik İslamcılık hesabına yazılabilir.

Bu dönemde başlayan Haçlı seferlerine karşı verilen mücadelenin, askeri ve mülkî safhası, vechesi bir yana, itikadî ve düşünsel vechesi toplamda yanlışı ve doğrusuyla klasik İslamcılık içerisinde ele alınabilir.

Daha sonraki safhalarda da-1300’ler- Moğolların İslam dünyasını istila ve işgali ile başlayan ortamda İmam İbn Teymiyye’nin gerek Moğollara ve gerekse de Memluklulara karşı vermiş olduğu “itikadî(inanç) ve düşünsel temelli mücadelesi ise tastamam klasik İslamcılığının zirvesi sayılabilir.

Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, Yeni İslamcılık öncesi İslamcılığı her ne kadar klasik İslamcılık olarak ele almış olsak da, klasik İslamcılık içerinde mütalaa edilmekle birlikte, “efradını cami, ağyarını” mani” bir yol izleyen İslamcılığı dönemi açısından klasik olmanın yanında bir de “kuşatıcı” vasfıyla ele alıp değerlendirmemiz gerekir.

Yine yukarıda belirttiğimiz alıntılarda, bu İslamcılık içerisinde, günümüzde dahi isimleri, düşünceleri ve görüşleri açısından halen dikkate değerli bulduğumuz bir Hasan-ı Basri ve İbn Haldun bize göre “kuşatıcılık” vasıflarıyla kendi döneminin İslamcılığının yüz akı olarak var olan değerlerini muhafaza etmektedirler.

 

Yeni İslamcılık…

Mücadelenin netleştiği

“Yeni İslamcılık, insan yaşamında doğrudan karşılığı bulunmayan metafizik kabullerin irrasyonel bir şekilde yaygınlaştırılmaya çalışıldığı veya maksadından kopmuş kuralların evrenselleştirilip ona göre hayatın dizayn edilmek istendiği dogmatik bir mücadele değildir. Kalıba dökülen her şey zamanın gadrine uğrayarak gerçeklikle bağını yitireceği ve eskiyeceği için kalıba dökülmüş sabit bir yaşam biçimi dayatmaz.” (103)… “…kendi tanımlarını esas alması ve o tanımlara dayalı anlayışın yaygınlaşması için çabalaması, diğer fikirlerin yok sayılması veya yok edilmesi değildir. … “Tam tersi Yeni İslamcılık ortak değer fikrine sahip olan bütün kültürlerle peşinen barışıktır. Farklı kültürlerle değerlerin tanımı üzerinden ittifak edemese de “ne olmaması lazım! Sorusundan hareketle asgari müşterekte buluşmayı zorlar.” (104)

Asgari müşterek İslamî literatürdeki anlamıyla maruf yani “ortak iyi”nin kendisidir.

Yazar, Yeni İslamcılığın; dayatma değil, bilakis ikna olduğunu; “Her dönemin insanı, evrensel doğrulardan ilham alarak kendi gününün yorumlarını üretmek zorundadır. Bunlar içinde insanlığın problemlerine en iyi çözümler içeren ve umut oluşturmayı başaran, insanların teveccühüne de mazhar olur. Herkesin kendi görüşünü hakikat zannettiği eski algı biçiminin yanlışlığı ortaya çıktığına göre, hiçbir görüş; iktidar gücüne yaslanarak zorla kendi cennetini kuramaz ve toplumu farklı görüşlerin cehennemi haline getiremez.” (105, 106)

… iktidar olmayı değil muhalefeti seçtiğini;”Günümüz siyaset felsefesinde iktidar yıpranma makamıdır. İktidarla özdeşleşen fikirler, onun olumlu icraatlarından nasiplerini alsalar da gücün yoldan çıkarıcı etkisinin ürettiği daha fazla olumsuzluğun müsebbibi haline gelirler.” … İktidarın yanında duranlar onun nimetlerinden yararlanırlar ancak gönüllülükle oluşmayan imkanlar gönüllülüğü öldürür ve fikir gruplarını yozlaştırır. İktidara karşı fikri körleştirir.” (106)
…devrim olmayıp dönüşüm olduğunu; “Klasik İslamcılığın en önemli özelliklerinden birisi, gizli veya açık devrimci bir zihniyet taşımasıydı…. Her dönem için geçerli *bir- hareket tarzına “nebevi yöntem” denmişti; adı vardı ama yöntemin neler içerdiği kesin belli olmadığı için yorumlar farklılaşıyor “metot özden (dinden) bir parçadır” anlayışı çerçevesinde yöntem ayrılıkları dini ayrılıklar haline getiriliyordu.” (107)
Bu durumunda, kendi döneminde nitelik açısından bir işe yaramacağı öngörüsüyle düşündüğümüzde, salt devrim düşüncesinin ve onun, kendi döneminde oluşturduğu hayal kırıklığının gelecek olan nesillere de olumsuz yansımasına bakılacak olsa, devrimin değil de, dönüşümün uygun ve itibar edilecek olması lazım gelir.

Yazar, onun kötülük düzenine karşı organize bir mücadele temeline dayandığını ve bunlara bağlı olarak, yeni İslamcılığın dünyayla ve beşeri olanla yeni bir iletişim denemesi olduğun altını çiziyor; “Dünya herkesin iyi olduğu ve iyilik dilediği bir yer değildir. Hırslarına kapılanlar, insanlıklarını gittikçe kaybedip hayvanlığa düşerler ve azıcık menfaat uğruna bile bile kötüyü tercih ederler.” (109)

O zaman “kötüyü tercih edip bir araya gelip birleşenlere karşı Ne yapılabilir?” diye sorduğumuzda, şu söylenebilir; “İyilerin organize varlığı kötülerin istediği gibi hareket etmesini engeller ve menfaat düzenini kaçınılmaz olarak bozar.” (110)
Yeni İslamcılık dünyayla ve beşeri olanla yeni bir iletim denemesidir.

Bu konuda yazar, özet olarak; “Değerleri bir uygulama pratiğine dönüştürmek, din kadar dünyayı, teori kadar pratiği bilmek demektir. Değerleri uygulama pratiğine dönüştürecek olan özne, dünyayı bilmek için beşeri tecrübelerden istifade etmeye mecburdur.” … “Bu çerçevede Yeni İslamcılık, dünyayla ve beşeri olanla yeni bir iletişim denemesidir.” (112)

Keşke, bunca yanlış anlama, anlaşılma, bocalama, kriz ve kaos ortamı oluşmadan, yeni İslamcılığın üstlenmesi gereken “dünyayla ve beşeri olanla, o da yeniden iletişim kurma düşünce ve pratiği daha öncelerde olsa idi.

 

Dipnotlar:
*)Batıldan kasıt görünür şekliyle “din dışılıkla birlikte” sözde dine uygun olarak telakki edilen, ama onun ruhunu yansıtmayan her tür düşünce ve eylem biçimini belirtmek gerekir.
1)https://www.kitapyurdu.com/kitap/klasik-islam-dusuncesinin-uc-sutunu-hasani-basri-kadi-abdulcebbar-ibn-haldun/657208.html
2)https://www.kitapyurdu.com/kitap/klasik-islam-dusuncesinin-uc-sutunu-hasani-basri-kadi-abdulcebbar-ibn-haldun/657208.html
 

*)Nuri Yılmaz, Yeni Dönemde İslamcılık/Gizli Deizm, Mana Yayınları

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR