Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Kimliğim beni kimseye benzemez kılan şeydir

Faysal Mahmutoğlu'nun yazısı;


 

Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir” (Rum-22)

Kimliğim beni kimseye benzemez kılan şeydir” der Amin Maalouf. Kişinin kimliği resmi kayıtlardan görünenden farklıdır. Etnik, dinsel, kabile ve renk aidiyetleri kimliklerin oluşumunda belirleyici olabiliyor. Bu aidiyetler aynı anda aynı öneme sahip olamayabiliyor. “İnançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar arasında, bütün kimliklerini özetler gibi görünen şey dinsel aidiyet olur. Ama tehdit altında olan anadilleri ve etnik gruplarıysa, o zaman dindaşlarıyla kıyasıya savaşıyorlar.” (Amin Maalouf/ Ölümcül Kimlikler)

Kimliğiniz inkâr edildiğinde  veya küçümsendiğinde, dilinizin “bilinmeyen bir dil” şeklinde telaffuz edilip resmi kayıtlara geçtiğinde doğal olarak tepki verirsiniz. Farklı kimlikler ve dinsel aidiyetler için hoşgörülü davranmak yetmez. Bunlar; doğuştan gelen insani (fıtri) haklar olarak görülmeli. Bu haklar terörle mücadeleye endekslenmemeli. Farklı kimlikler, kültürel farklılaşmalar bölünme değil zenginlik kaynağı olarak görülmeli. Gelişmiş uygar ülkeler bu kültürleri yaşatma adına gerekli yatırımlar için her türlü desteği verir ve teşvik eder.

Kimliği belirleyen etkenlerin başında dil gelir. Dilin, hem kimlik etkeni hem de iletişim aracı olma özelliği var. Devletler dinden çok dile yasak koymayı tercih eder. Fransa, Cezayirlilerin Hristiyan olmalarını istememiştir ancak Fransızcayı dayatmıştır.  Eski İngiliz sömürgesi olan Hindistan ve Pakistan’da İngilizce ikinci dil olarak konuşulurken dini çeşitlilik herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan aynen korunmuştur. Dil özgürlüğü İnanç özgürlüğünden önce gelir, çünkü din seçimi ihtiyaridir; “dinde zorlama yoktur.”

Hz Peygamber, Medine Vesikası’ndaötekiyle yan yana barış içinde yaşamayı” yasal bir statüye bağlamıştı. Bu Peygamberi gelenek ulus devletlerin kuruluş aşamasına kadar da devam etti. Geçen yüzyılın sonunda Osmanlı’nın Başkenti İstanbul’da; Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Kürtler ve diğer birçok etnik ve dinsel aidiyet özgürce bir arada yaşarken, Londra’da, Berlin’de veya Paris’te böyle bir tabloyla karşılaşmak mümkün değildi. Ancak yüzyılın başında Ermeniler 1915’te tehcirle, Rumlar’ın çoğunluğu mübadeleyle, kalanları da 6-7 Eylül hadiseleriyle yurt dışına sürüldü. Cumhuriyet kurulduktan sonra da Kürtlerin kimliği inkâr edilerek Kürtçe de yasaklandı. Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un 18 Eylül 1930’da Ödemiş’in Gölcük Yaylası’nda söylediği “öz Türk olmayanların bu memlekette bir hakları vardır; o da hizmetçi olmak, köle olmaktır anlayışı egemen oldu. Bu anlayış bir “efendi zihniyeti”ni yarattı.

Kürtlerin kimliklerinde direnmelerine ve asimilasyon politikalarına karşı çıkmalarına devlet çok sert cevap verdi. Bugün başta Koçgiri, Şeyh Sait, Dersim ve Ağrı İsyanı olmak üzere toplam 28 Kürt isyanı devlet güçlerince kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen Kürtler Türkleşmeyi kabullenmediler. Dolayısıyla Kürt sorunu, toplumsal bir yara olarak devam etmektedir. Dönem dönem demokratikleşme hamleleriyle bir takım iyileştirmeler yapılsa bile milliyetçi refleksler hem demokrasinin gelişimine mani olmuş hem de meselenin hallini ötelemiştir. Çözümsüzlük, sorunu uluslararası bir sorun haline getirdi. Binlerce genç insanımız yaşamını yitirirken ülke kaynaklarının büyük bir kısmı bu uğurda tüketildi. Dış politikayı da rehin almış durumda. Sorun gittikçe yönetilemez hale gelmekte ve Türkiye’nin geleceğini esir alan bir işlev görmektedir.

 Güvenlikçi politikalarda ısrar edilmesi Talat Paşa komitesi” ruhunun Ankara’yı hiç terk etmediğini gösteriyor. Sorunu Terör sorunu olarak nitelemek cehaleti aşan kötü niyet kaynaklıdır. Sorunun nedenlerini ortadan kaldırmadan sonuçlarıyla uğraşmanın bir çözüm getirmediğini son 35 yılda yaşayarak öğrendik. 70 yıldır Filistin sorununu sadece askeri müdahalelerle çözmeye çalışan İsrail’in gittikçe daha çok yalnızlaştığı ve şiddet sarmalına kapıldığı canlı bir örnek olarak ortada.

 Yaklaşık yüz yıldır bunca baskı, göç ettirme, katliam ve asimilasyon politikaları ve “Müslümanlık” ve “ümmet” ortak paydasıyla Kürt kimliğinin yok edilmesi veya Türklük potasında eritilmesi başarılamadı. Ancak her ulusta görüleceği gibi kısmi de olsa gönüllü bir asimilasyondan söz edilebilir. Kimliklerinden vazgeçme karşılığında sistemde bir yer edinme hesabı yapanlar, bunu başaranlar var. Bunlar aynı zamanda baskı sisteminin baş aktörü oldular. Bir yerlere gelme adına Kürt kimliğini gizlemeyi bir seçenek olarak değerlendirdiler. Bunlardan bazılarının konjonktürel olarak (adına “barış” demeye cesaret edemedikleri çözüm sürecinde) kimliklerini izhar ettiklerini görüyoruz.

Alt kimlik-üst kimlik tartışmalarını abesle iştigal olarak görüyorum. Doğuştan gelen kimliğin alt kimlik, devletin bireye biçtiği kimlik ise üst kimlik olarak değerlendirildiği görüşlerin esin kaynağının kimlikleri eşit görmemek olduğu açıktır. İnkârın rafine edilmiş farklı bir versiyonudur. Öz değişmiyor inkâr devam ediyor. Üst kimlik dayatması egemen ulus şovenizminin yutturmacasıdır. Kemalist’inden Siyasal İslamcısına kadar, farklı tonlarda da olsa Kürdün “KÜRT” olma haline karşı inkârcı bir yaklaşım sergileniyor.  Kimlik taleplerini emperyalizm işbirlikçiliği olarak değerlendirmek ancak patolojik bir vaka olarak kabul görür. Kürt kimliği tarihsel-kültürel koşulların ortaya çıkardığı ulusal bir kimliktir. Kürtler; ortak mitleri olan, tarihi bir toprağa (coğrafyaya) ve tarihi hafızaya sahip bir millettir.

Bugün artık bir Kürt aydınlanmasından söz edilebilir. Bu sadece kendi dillerini ve kültürlerini geri kazanıp zenginleştirmeleriyle sınırlı değil, çok daha geniş bir boyutta. Dünyanın çeşitli ülkelerinde fende, ilimde, sanatta ve edebiyatta çok büyük başarılara imza attılar. Kürtlerin dört parçada yaşamış olmalarının getirdiği farklı kimliklerle birlikte yaşama zorunluluğu, onları daha geniş bir perspektife sahip olmalarını da sağlamıştır. Kürt diasporasının katkısı da çok önemlidir.

Hapishaneleri çoğaltmakla, operasyonlarla, belediyelere kayyum atamakla bu sorunun çözülemeyeceğini aslında herkes biliyor. Siyaset yolunun kapatılması şiddetin siyasal mücadele yöntemi olarak benimsenmesine zemin hazırlar, illegal yapılanmaları güçlendirir. Din soslu milliyetçi devlet aklı Brezilyada bir Kürd’ün muhtar seçilmesini bile tehdit olarak algılıyor.

 Çözüme katkı sunması gereken sözde sosyal demokrat olan ana muhalefet partisinin de iktidardan farklı düşünmediği ortada.  Afrin’e atılan bombaya ismini yazdıran Aydın belediye başkanı Özlem Çerçi’yi divan başkanı seçtiren partiden Kürt sorununa iktidardan farklı bir yaklaşım beklenemez.

Çözüm eşit yurttaşlık temelinde demokratik bir nizamın tesisiyle mümkündür. Bugün Suriye Kürtlerinin tehdit olarak görülmesi de sorunun çözümsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Sınır dışı müdahaleler çözümü sadece güçleştirir. Suriye’deki Kürt kazanımları kardeşlik temelinde değerlendirilirse barışın tesisi, ülkenin güvenliği ve Ortadoğu’nun huzuruna katkı sağlayacaktır. Dış Kürtleri düşman olarak gören bir anlayış, kendi Kürtleriyle kardeşlik tesis edemez.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR