Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kazakistan Ne Yana Düşer?

Türkistan’ın en büyük toprak alanına sahip, ama bununla birlikte en az nüfuslu ülkelerden biri olan Kazakistan’ın dünya ölçeğinde Azerbaycan kadar popülaritesi oluşmamıştı. Gerçi Azerbaycan, hem petrol ve hem de başta Kültürel yakınlıkla birlikte “ağabey” konumunda bulunan Türkiye ile “yeniden” kurmaya başladığı ilişki sayesinde ön planda idi. Ki orada da işlerin çok iyi gittiğini söylemek pek olası değildi.


Yazıya başlamadan önce Kazakistan’ın da içerisinde bulunduğu toprakların adının bilinenin aksine Orta Asya değil, Türkistan olduğunu belirtelim. Yani Türk Yurdu, Türk Ülkesi.

Orta Asya kavramı da bir gerçeğe işaret ettiği halde, kendi aralarında bir, iki fark bulunuyor olsa da, bu kavram emperyalist sömürgeciliğin halkları “böl, parçala ve yut” mantığının bir eseri olarak bir bütünlük içeren doğu Türklerinin insicamını yok etmek, onların iradesini görmezden gelmek amacına hizmet eder/ediyor.

Esasında, sömürgeciler, bu tür gerçeği yok saysa da, biz hakşinas olarak halkların kendi kadim topraklarını adlandırırken, o halkın baştan beri kendi topraklarını uygun gördüğü ad’a ve olguya saygı duymamız gerekir. Ör. Arabistan, Kürdistan vb…

Günümüzde, başta Anadolu olmak üzere Irak ve Suriye coğrafyası ile birlikte batıda yaşayan Türk unsurlarının geldiği Türkistan toprağı –Çin egemenliğindeki Doğu Türkistan’ı ve Tacikistan’ı sayamazsak- yaklaşık 100 küsür yıldır “Çarlık, Sovyet ve kapitalist Rusya” egemenliği altında -beş Türk devletine bölünmüş durumdadır.

Bu durum, çarlık döneminde başlamış olup günümüzde de yine Rusya güdümünde kendi varlığını sürdürmektedir.

Sovyet Rusya’nın tarihi bir kırılma anı olarak 89’da Demirperde ülkelerinde başlayan ve komünizmden kurtulma çabaları bir açıdan sonuç vermeye başladığında Rusya’da da bazı şeylerin ters gittiği görüldü.

Sovyetlerin son lideri Mikhail Gorbaçov’un –kimine göre sosyalist süreci bitirmek için uygulamaya koyduğu- Glastnost ve Prestroika politikaları ile birlikte,  ayrıca bunu tetikleyen birçok durumunda konuya eşlik etmesinin sonucunda sosyal emperyalist Rus diktatörlüğü sona ermişti.

Onun peyki olan ülkelerden ziyade, Rusya’nın yıkılışı sonrası içler acısı hali, aslında bu yıkımla direkt bağlantılı olmayıp sosyalist sistemlerin giderek hantallaşması ile ilgiliydi. Ki, kapitalizm kendini yenilerken, sosyalizm(komünizm alabildiğine pejmürde haller yaşıyordu.

Belli bir müddet sonra kendini toparlayan Rusya bu kez BDT(*) çatısı alında eski birliğini yeniden oluşturmaya çalışmıştı.

Bundan dolayı, Orta Asya’da bulunan eski Sovyet peyki –çoğu da Türk- devletler BDT çatısı alında, eskiden olduğu üzere varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.

Yine başlarında Sovyet bürokrasisi içerisinde bulunup kendi halklarına karşı sosyalist diktatörlüğü savunan  ve onun varlığı için kendi halklarını sömüren kızıl, ya da “beyaz” Orta Asyalı elitler olarak, kendilerini birer devletin başında buldular.

Aliyevler Azerbaycan’da, Niyazovlar (Türkmenbaşı) Türkmenistan’da, Akayevler Kırgızistan’da, Nazarbeyevler Kazakistan’da vb. yaklaşık otuz küsur yıldır hüküm sürmekteler. İlginçtir ki, bu Orta Asya ülkeleri, yine Sovyet Rusya’nın bir zamanlar peyki olan Baltık ülkeleri kadar şanslı olamamışlardı. Bunun elbette en önemli bir sebebi, yönetici elitin “kızılbeyazlığına rağmen” halkının, kültürel olarak dahi olsa Müslüman ve Türk olmaları idi. Bunu görmemek için kör, sağır ve duygusuz olmak icap ederdi.

Türkistan’ın en büyük toprak alanına sahip, ama bununla birlikte en az nüfuslu ülkelerden biri olan Kazakistan’ın dünya ölçeğinde  Azerbaycan kadar popülaritesi oluşmamıştı. Gerçi Azerbaycan, hem petrol ve hem de başta Kültürel yakınlıkla birlikte “ağabey” konumunda bulunan Türkiye ile “yeniden” kurmaya başladığı ilişki sayesinde ön planda idi. Ki orada da işlerin çok iyi gittiğini söylemek pek olası değildi.

Bundan önceki süreçte, yine emperyalist bir taktik olarak, Rusya’nın aynı coğrafyada bulunan iki Türk ülkesi olan Özbekistan ve Kırgızistan’da, birbirlerini kırma gayesiyle etnik unsurları faklı şekilde iskân ettirme eyleminden dolayı, uzunca yıllar Özbekistan ile Kırgızistan arasında birkaç kanlı olay vücuda gelmişti.

Bölge hem eskiden olduğu üzere Rusya’ya bağımlı, kendi aralarında kavgalı ve kendi toplumsal iç barışlarını da bir türlü sağlayamamış bir halet-i ruhiye içerisinde bağımsız değil, bakımsız; gönençli değil, umutsuz, geleceği de karanlık bir tablo ortaya koyuyordu. Kısacası, manzara bu idi…

Bu ülkelerden Azerbaycan’ı şimdilik sütliman bir tablo içerisinde değerlendirelim; kadim bir İslami kültüre sahip bulunan Özbekistan’da günümüzde de uygulanan baskıcı uygulamalar sonucunda, baskı uygulanmış olmazsa kendi dini anlayışı ile yaşantısını hale, yola sokacağından kuşku duymayacağımız Müslüman Özbek halkı arasında ki, bu baskılardan dolayı özellikle de gençler arasında İŞİD gibi –kimliği bir hayli meçhul- örgütlere katılım olmazdı.

Özbekistan’da bu durumlar yaşanırken, birçok yer altı ve yer üstü kaynaklar açısından hem kendi bölgesinin ve hem de dünyanın sayılı ülkeleri arasında ismi önplanda geçen Kazakistan’da yoksulluk ve yolsuzluk had safhada idi.

Geçenlerde, bunca doğal kaynağa rağmen halkın yoksulluğuna ilave olarak, onları daha da yoksullaştırdığı söylenen doğal gaza zam yapılması, bardağı taşıran damla oluşmuştu.

Bir kısım insanın ısrarla iddia ettiği gibi, olaylar yapılan zamdan dolayı değil de, ülkeyi karıştırmak ve bizim milliyetçi/ulusalcı ve muhafazakar zevatın da “nedense” söyleyemediği, ama ima yolu ile belirttiği üzere Kazakistan ve sair Orta Asya ülkesinin Rusya’nın güdümünden çıkarılmak istenmesi gibi “stratejik” sebeplerde işin içerisinde var ise de, en belirgin olgu halkın süregelen “varlık içerisine” yoksulluğa, yolsuzluğa ve umutsuz bir şekilde yaşama durumuna isyan idi haddi zatında.

Bu durum sadece Kazakistan ve bölge ülkelerinin sorunu muydu?

Hayır! Bu sorun, tamamına yakını –az sayıda gayr-i Müslim topluluk hariç- Müslüman olan Orta Asya’nın, Kafkasların, Ortadoğu’nun; şuranın, buranın sorunu idi.

Sanki bu sakil durum; Türk’ünden, Kürd’üne, Arab’ından, Çerkez’ine, Arakanlı’sından, Bangladeşlisi’ne vs. zincirleme bir şekilde bir kader gibi üzerimize atılmış, onu kanıksamış ve kabul etmişiz gibi yapışıp kalmıştı.

Biz, yükü dağıtmaya değil, yük taşımaya gönüllü olduğumuz sürece bu sakil durum bir nevi kaderimiz olarak varlığını devam ettirecekti.

Kazak halkı her şeyden önce ekonomik zulme karşı geldiği için, haklı bir başkaldırıya niyet etmişti, ne bilecekti ki, kendisinin derdini anlaması gerekirken, bu işi salt protestodan da öte olarak bu haklı isyanı terör eylemi olarak gören ağabeylerin ve ulusalcı ve muhafazakâr medyanın olaya nasıl, neden ve kim ve ne adına bakıyor olacağını!

Tamam, bu tür haklı ve meşru eylemlerde bazı işler istendiği ve tasarlandığı gibi gitmeyebilirdi. Ama gitmesi için, ya da mağdur toplumu, bu eylemlere dahi ihtiyaç hissettirmeden, gelir dağılımında adaletle birlikte fıtratın gerektirdiği özgürlükler anayasal güvence altına alınmış olsaydı, o çokça bahsedilen dış güçler şayiasına da gerek kalmazdı.

İşin içerisinde gerçekten dış güçler var mıydı; yoksa ne gariptir ki, doğulu(Çoğunluğu da Müslüman) toplumları yönetenlerin ve onlarla birlikte yol alan zevatın(ör. Medya) kendini haklı çıkarmak, meşruiyet sağlamak, bunu yeniden tesis etmek için başvurdukları yollardan biri bu dış güçler mes’elesi idi…

Halbuki iğneyi önce kendine, çuvaldızı ise başkasına(dış güçlere!) batırması gerekirken, zevat hep aynı nakaratı sosyolojik, psikolojik, politik vb. bu argümanlar eşliğinde kullanmaya devam ediyor.

İşin Türkiye cephesine gelince; bu cephede de aynı durum söz konusu idi; Dış güçler vurgusu, Rusya’yı kızdırmayalım/küstürmeyelim hali, Turan birliği düşüncesi vs. vs…

Bir zamanların Türkçü rüyası olan Turan birliği yolunda, çoğu da hamasetten öte gitmeyen ham söylemler yerini, AK Parti döneminde bir birliğe bırakmış. Bu birlik; TDT, yani; Türk Devletleri Topluluğu. Başkanlığına da –şimdilik kaydıyla- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi öncesinin son başbakanı sıfatıyla Binali Yıldırım getirilmişti.

Birlik, konu ile ilgili bir açıklamada bulunmuştu. Açıklamada; devletin varlığı ve birliği ile birlikte Türk dünyası(o da galiba devleler bazında birlik olmasa da) yapı olarak var olan devletlerin, ilişki ağlarının önceliği, giderek yoksullaşan ve yolsuzluğa kurban giden Kazak halkına tercih ediliyordu.

 Bir an iyi niyetle düşünelim; başta ekonomik alanda oluşan yoksulluğa, yolsuzluğa ve var olan uçuruma atıf yapılması, bir ağabey olan Türkiye’nin, onun iktidarının itibarını mazlum ve mağdur Kazak halkı nezdinde kaç kat arttırdı?

Ama bu iyi niyet halka değil, bu yanlışların müsebbibi olan iktidara yönelik olursa, sonucu pek bir anlam ifade etmezdi.

Sözde Müslümanların(aslında muhafazakâr olup milliyetçilerle işbirliği yapan) devr-i iktidarında; mazlum bir halkın haklı isyanı karşısında; reelpolitik, idealpolitiğe tercih edilmişti.

Yine de Müslüman bir halk öncelenmişti, ama bizzat halkın kendisi değil, ona hükmeden, ama hükmederken de ensesi kalınlaşmış mutlu azınlık olan(Nazarbeyevler, Tokayevler vb.) adına!

Son not: Türkistan halkı bizim kardeşimizdi; hem Türkler olarak kavmi, hem de bu ülkede yaşayan, bu ülkenin asli sahibi olan Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Arnavutlar, Çerkezler, Çeçenler, Gürüler, Romanlar, Lazlarla vb. olduğu üzere Müslüman olmalarından dolayı… Bu böyle olunca biz ve onlar diye bir ayrım söz konusu olmazdı. Olmamalıydı da…

Keşke TDT salt Türklük adına değil de, Türk varlığına da vurgu yaparak, her iki ülkede yaşayan diğer halkları da bir arada görme eğilimi içerisinde bir yapı arz etseydi, daha anlamlı olurdu.

Dipnotlar: (*)BDT; Rusya güdümünde “Birleşik Devletler Topluluğu”

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR