Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


KAYIP KUŞAĞA

Musab Aydın'ın yeni yazısı;


 

 

Bir yaz daha bitiyor, bir yaz daha... Kaç bahar ümit oldu yüreğimize bilemiyorum, kaç yaz bunaldık hayatın dayanılmaz yakıcılığından… Kaç güz hüzün yağmurlarına tutulduk ve kaç kış gönlümüzde ayaz oldu bilemiyorum.

Sevgili dost,

Çocukluğumuzun çocukları niçin hiç büyüyemediler. Omuzların da bir heybe ile uğurlanan çocuklar niye hep çocuk kaldılar muhayyelimizde. Ayaklarındaki kara lastik, üzerlerinde yamalı kıyafetleriyle yola düşerken, baba ocağına geri döneceklerine söz vermişlerdi oysa. Lakin hiçbiri dönmedi. Şimdilerde “kayıp kuşak” diye anılır oldular büyülü mısralarda…

Her birinin haberi bir başka mevsimde düştü kara toprağa, yüreklerindeki hüzün ile bir beraber. Kâh nazlı bir bahar çiçeği gibi soldular, sağanak yağmurlar altında. Kâh yaz güneşinden kopan bir ateş parçası gibi düştüler susuzluktan çatlamış toprağın bağrına. Bazen sulusepken bir sonbahar hüznüne yenik düştüler. Ayazlı bir Kasım gecesinin sabahında toprağa düşen kırağı gibi. Bazen kışın zemheri kalbinde ayaz oldular. Buz dağının eteklerinde bembeyaz birer kardan adam… Göç yolunda birer yolcu oldukları haberi düştü ölümün yüreğine...

Kıymetli dost,

Sıla hasretiyle yanıp tutuşan bu neslin öyküsünü bilirsin. Ne başlarını okşayan nasırlı bir baba eli görebilmişlerdi ne de sığınabilecekleri bir anne yüreği… Gurbeti yurt edinmişlerdi, ellerinde çocukluklarının masumiyeti ile gökyüzüne yansımıştı gölgeleri. Boylarından büyük yükleri vardı, yüreklerine sığmayan dertleri taşıyorlardı şehrin daracık sokaklarında. Onlar olmasa dünyanın çarkları dönmeyecekti buna inanıyorlardı. Kanlarını ve terlerini akıtıyorlardı dünyanın değirmenini döndürmek için. Lakin kimsenin gördüğü de yoktu. Ölümleri bile haber olmuyordu gazetelerin üçüncü sayfalarında. Onları görmesi gerekenler hep meşguldüler, her kesi gören gözler onlara ise kördü nedense.

Aziz dost,

Sen şairsin, kayıp kuşağın öyküsünü yazmak sana düşer. En güzel destanı da ağıtları da ancak bir şair yazabilir. Dostum, kayıp kuşağın sıladan gurbet yollarına düşme hikayesini bir şair yazmalı. Şehrin vefasız insanlarını, merhametten uzak dehlizlerindeki yalnızlıklarını, hallerini, ahvallerini… Harflerin peşinden koşarken, kelimeleri kaybeden ben nasıl anlatabilirim ki onların hikayesini. Yazmak beceri ister, anlatmak da… Harfleri bir araya getirebilme becerisi, kelimeleri incitmeden cümle kurabilmek de ustalık ister. Bu yüzden cümleleri anlamsızlaştırmadan bir destanı da dramı da yazabilmek şaire düşer.

En güzel kelimeleri seçmek, kelimelerden destanlar yazabilmek şairin maharetidir. Bir mimarın sanatkarlığıyla, bir telkâri ustasının ince işçiliğiyle yazabilecek olan sensin. Yaz, gece olunca şehrin koca apartmanları arasında başını sokacak bir tolda bulamayışlarını. Bir tas çorba için taşınması gereken ağır yüklerini yaz, eğer yazabilirsen. Sen şairsin, kayıp kuşağın sevdalarına ve özlemlerine dair en naif mısralarını kaleme al. Olmadı, anaya, sevgiliye, sılaya yakılmış ağıtlarını...

 

Kadim dost,

Neden yalınayak yola düşen çocuklar hep gurbette ölüyor?  Yanlarında anne baba olmadan, akrabaya, kardeşe kavuşamadan. Koyunlarında saklı sıla hasreti, yüreklerinde buz kesmiş gurbet ile. Ya bir hastanenin nem kokan odasında can çekişirken ya da yüzlerinde acı bir tebessüm ile bir kaldırımın kenarında gözleri açık göçüp giderken. Geride anlatılması imkansız yarım kalmış hayaller, umutlar, sevdalar…

Dostum,

Bir yaz daha bitiyor, bir yaz daha... Kaç bahar ümit oldu yüreğimize bilemiyorum, kaç yaz bunaldık hayatın dayanılmaz yakıcılığından… Kaç güz hüzün yağmurlarına tutulduk ve kaç kış gönlümüzde ayaz oldu bilemiyorum.

Sıladan gelir

Rüzgârın savurduğu haberler,

Yağmurun ıslattığı 

Şimdi vakit eylül 

Mevsim sonbahar…

 

Bir gölge gibi çekip gitmiş,

Her eylül yenilgiye uğrayan yaz

Sararmış çınar yaprakları 

Hüzün rayihaları sarmış her yanı

Çeşme başlarını terk etmiş kuşlar,

Uçuyorlar şimdi bulutların üstünde

Artık göç zamanı…

 

Yazın son tazeliğinde açan,

Çiçeklerin boynu bükülmüş

Benzi solmuş dünyanın

Toprak ölüm rengini almış

Korumasız kalmış tabiat

Savuruyor deli esen rüzgâr

Ne varsa yazdan kalan

Dökülüyor her şey toprağın bağrına…


Eylülün kokusu değmiş toprağa

Duman çökmüş,

Yalnızlığa mahkûm dağların başına

Kar düşecek, 

Yavaş yavaş yamaçlarına…

 

Çekip gidiyorsa her şey,

Kalmamış demektir dünyada vefa

Öyleyse vakit tamamdı

Artık gitme zamanı

Düşmek lazım yola,

Bir eylül sabahı…

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR