Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kal Dili…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


“Kale; dedi ki!”

Bundan önceki yazımızda kişinin, karşındaki insana kendisini tanıtmak için kullandığı kendine özgü bir dilden bahis açmıştık.

Bu dile “hâl dili” demiştik.

Hâl dilinde, insan karşısında bulunan kişiye kendini olumlu ya da olumsuz olarak tanıtmak ve belki de kabul ettirmek için işaretlere ve görüngülere ihtiyaç duyabileceğini ve bu şekilde hareket edebileceğini belirtmiştik.. Yani, kısacası insan beden dilini kullanmaktadır. İşte bu dile hâl dili dendiği gibi, çok popüler bir şekilde beden dili de denmektedir.

Bu dil, görüngüler üzerinden kurgulanan bir dildir. Karşıdaki kişinin, berikinden ne istediğine göre şekillenen bir dil olan hâl dili, madde olarak kapalılık içerdiği halde, mânâ olarak açıklık içerir. Bu açıklık, haliyle bir popülizmi ve sükûtu da içermesi açısından o dili önemli kılar.

Diğer bir dil ise kal dilidir. Yani, salt konuşma ve yazma dilidir. Bu dil sözlükte “söz, lakırtı ve laf “anlamlarını içermektedir. Mecazen de “bir şeyi kökünden çekip koparmak.” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Lisan-ı kal, “söz ile anlatılan mânâ, konuşma dili” olarak tanımlanır. Konuşma ve özellikle de yazma dili olduğundan dolayı da lafzi, yani literaldir.

Bu dil hem insanın, dünyayı, kendisini/çevresini anlama, anlatma, tanıma ve tanımlama özelliğinden dolayı insani ve bir de lafzîlikten kaynaklanması açısından ilahi bir durum arz eder.

Bu dilin literalliği, yani lafzî oluşu, kendisiyle edebi metinlerin oluşumu ile de alakalıdır. Ki, buna “lisan-ı edeb” denir. Bu da birbirini besler bir şekilde aynı amaca hizmet babında bir eserin edebî oluşunu ve ona şekil veren ve onu ele alan kişinin de edepli olmasını gerektirir.

Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, “gaybın haberlerini bildiren dil” ve buna bağlı olarak ahiret ahvalini veya bizce bilinmeyen gayb hükmündeki haberleri söyleyen dil” olarak tanımlanabilir.

“Kale; dedi” Ketebe, yazdı” türü ifadelere baktığımızda, bu dilin de çeşitli açılardan popülist bir yönüyle birlikte sükûta meydan vermeyen bir başka yönü de bulunakladır.

Yazının icadı ile birlikte, çeşitli yol, yöntem ve şekil(alfabe) ile kendini kalıcı kılan bu dil, yine olumlu ve olumsuz yönleriyle hâl diline nazaran kalıcı olma özelliğini korumaktadır. Eğer, alfabe(şekillerde de buna dahil) icat edilmiş olmasaydı insan hafızasının hâl dilini günümüze kadar taşıması pek, belki de hiç mümkün olmazdı. Kaldı ki, insanı genel anlamda ve “iyilik içre” hikmetin peşinde koşan bir varlık olarak tanımlasak dahi, alfabe ve şekil olmaksızın, insan üretimi olan maddi birikimi ve elçilerin alıp ilettiği vahyi birebir ve hiç değişmeden günümüze dek iletmeleri belki de hiç mümkün olmazdı.

Vahye dayanan son dört kitabın ilk üçünün ciddi bir tahrifata uğraması ve bunun yanında tahrif edil(e)mediği halde, Kur’an’ın yer yer, o da maksatlı olarak yanlış yorumlanma durumunda kalması; hâl dilinin iki özelliği olan popülizm ve sükût açısından değerlendirildiğinde, işin ne kadar önemli ve vahim olduğunu bizlere göstermektedir.

Bu iki dil, aynı zamanda, insanın, ona yönelik muhatap kılındığı din dilini de içermesi açsından ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR