Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Jürgen Habermas; Diyalogun Terki ve Batı’nın Kibrine Yenilmek…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Jürgen Habermas, 1929 yılında Almanya’nın(iki devlete ayrılmazdan önce) Düseldorf şehrinde dünyaya gelmiş olup filozof, sosyolog ve siyaset bilimci olarak kendi alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir.

O, eleştirel teori(kuram) ve Amerikan pragmatizmi geleneğin mensup olup kendine ait olan teorisi içerisinde temellendirmeye çalıştığı “kamusal alan” kavramı ve iletişimsel eylemin pragmatizmi ile tanınan bir düşünürdür.

Üzerinde durduğu çalışmaları bazen “Yeni Marksist” olarak ta adlandırılır.
Habermas, bu bilimsel etiketlerinden dolayı, Franfurt Okulu’nun eleştirel kuram olarak bilinen görüşlerini yenilemiş, sağduyu sahibi bir çağdaş düşünür olarak da bilinir. O, ortaya koyduğu çalışmalardan dolayı, 2001 yılında açılan Frankfurt kitap fuarında barış ödülü’ne layık görülmüştür.

Habermas, 22 nisan 2002 itibariyle Ankara’ya gelmiş, TÜBİTAK Feza Gürsoy salonunda “Tolerans ve Ayrımcılık” konulu bir konferansta vermiş bulunmaktadır. Çeşitli çevrelerce “çağdaş markisist” olarak tanımlanan Habermas, o vermiş olduğu TÜBİTAK’taki konferansından iki gün sonra(24 Nisan 2022) Türkiye Felsefe Kurumu’nun 2003’e doğru etkinlikleri çerçevesinde “liberal demokrasiyi üç okuma biçimi konulu bir konferans daha vermiştir.

Bunlardan da anlaşılacağı üzere Jürgen Habermas, çok yönlü bir bilim insanı olarak tanınmakta ve bilinmektedir.

Çalışmaları ve araştırmaları ile ilgili olduğu alanlarda dünya çapında haklı” bir üne sahip bulunan Habermas, Batı’da olduğu üzere İslam dünyasında da bu ününe binaen bir tanırlılığa sahip bulunmaktadır.

Eserlerinin büyük bölümünün Arapça ve Farsçaya çevrilip okunması, onun bu tanırlılığına işaret etmektedir.

O, Abu Dabi’den büyük bir ödül kazanmasına rağmen kendisine gelen eleştirilerden sonra, kendisine verilecek olan ödülü reddetmiştir.
İslam bilimci ve yazar Stefan Weidner, bu durumu değerlendirirken, bunun Arapların köklü bir kültürel diyalog kurma çabalarını baltaladığını ve aynı zamanda bununla Batı’nın, kendi ahlaki kibrini ortaya koyduğunu belirtir.

Burada, Batı’nın, dünya karşısında “haklı ya da haksız” elde ettiği başarıların gölgesinde oluşan ve onun esas kimliğini de yansıtan kibri karşısında Habermas’ın, “alacağı” ödülü reddetmesi, onun insanların bir hayli ilgisini çeken düşüncelerinin de bir anlamının bulunmadığını göstermemesi açısından ilginçlik içermektedir.

İslam bilimci ve yazar Stefan Weidner, “Müslüman Cesareti ve Alman Korkusu: İletişim Filozofu Diyaloğu Reddediyor” başlıklı makalesinde “Habermas olayı Batının ahlaki kibrini gösteren apaçık bir örnektir. Ayrıca Arapların ve Müslümanların hakkının Batı tarafından teslim edilebilmesinin neredeyse imkânsız olduğunun da bir delilidir. Katar, en ufak bir eleştiri ile karşılaşmadan tüm futbol dünyasını satın alabilir. Ama İsrail’le barış anlaşması imzalamış olması bile Abu Dabi’nin Jürgen Habermas’a ödül vermesine yetmez, öyle mi? Peki ne yeter bileniniz var mı?” derken tümden haksız mı? (1)

Bu durum, o da gerçek anlamda, çoğu kez iddia olunduğu halde, “İslam’ı temsil etme” sadedinde bulunmaları pek de mümkün olmayan birçok Müslüman ülke liderlerinin ve yöneticilerin olduğu üzere Arap devlet yöneticilerinin de kendi yanlarından Batı ile diyalog kurma çabaları ümmet açısından ciddiye alınmayacak olsa da, bu çabanın dahi Batı tarafından kuşku ile karşılanmasını göstermektedir.

Jürgen Habermas, Alman sosyolog, filozof ve siyaset bilimci

Burada garip olan bir durum var, o da, kanaatimizce, sosyal alanlarda nice çalışması bulunan ve bu çalışmalarının sonucu olarak “Müslüman yöneticilerin” toplumsal gerçeklikten kopuk, halkı içermeyen ve belki de yüzü kendi yöneticilerine dönük aydın tabakasının “kısa günün kârı” kabilinden yaklaşımının sathî(yüzeysel, sıradan) olması gerektiğini bir sosyal bilimcinin bilmemesi mümkün olmayacağıdır.

Sanırız, onun Batı kibrine yenilmesi, yine o kibrin bir parçası, hatta tamamlatıcı(mütemmin cüzü) parçası olan, Batı’nın Ortadoğu’da ileri karakolu sayılan Siyonist İsrail’in, baskıları karşısında nefsi müdafaada bulunan ve normalde de kendi işgal ve gasp edilmiş topraklarını savunan Filistinlilere karşı İşgalci devlet adına bildirilere imza atmak da garip ve reddedilmesi gereken bir durum olsa gerek…

Almanya; sömürge çağının son sömürgeciliğinden soykırım utancına…
Anlaşılan o ki, dilimizde “hain korkulu olur” diye var olan ifadeye atıf yaptığımızda, Almanya, Batılı anlamda “sömürge çağının son sömürgecisi” rolüne soyunmuş ve o da “son anda” Afrika’da birkaç ülkeyi sömürge haline getirmişti.

Bu durum, o ülkelerin, 20. Yüzyılın başında birer, birer kendi bağımsızlıklarını elde etmesi ve aynı zamanda “ideolojik, ekonomik, kültürel vb.” çerçevelerde beliren kamplarda yer almalarına(Ör. Bağlantısızlar)istinaden Almanya’nın da bu kıtadaki rolünü sona erdirmiş oldu.

Almanya bu kez albay rütbesiyle Adolf Hitler’in, Sovyetler dahil tüm Avrupa’yı ele geçirme düşünesi sonucu bir maceraya girmiş, bu arada Yahudi kitleye karşı –mahiyeti halen tartışılıyor olsa da- soykırıma girişmesinin bedelimi ödeme sadedine, koca bir ülkenin ve devletin söz konusu İsrail olunca, kendi aklını dumura uğratıcı çabalarının yansıması bu kez Habermas’ta makes bulmuş gibi…

Demek ki, herkes, kendi iddiasından vurulabilirmiş!

Şair, yazar ve düşünür İsmet Özel, bir tık ileri gidip “Allah, insanı iddiasından vurur” der.

Burada iddiasından vurulan sadece, ülkesi olan Almanya ile aynı “kaderi” paylaştığı düşünülen Jürgen Habermas olmayıp, düşünceleri, eserleri ve eylemleriyle Batı dünyası dâhil –ülkemiz ile birlikte- neredeyse tüm dünyada tanınırlığı ve bilinirliği olan birkaç Batılı düşünce insanın da “İsrail’den yana, Hamas üzerinden Filistin’e karşı” çıkmaları, kendi iddialarının meşruiyetini hiçleştirmektedir.

“Habermas’ın yanı sıra Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve KlausGünther imzalı bildiride, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından karşıt açıklamalar ve gösteriler sürerken İsrail ve Almanya’daki Yahudiler ile dayanışma gösterilmesi gerektiği belirtildi…. 7 Ekim sonrası İsrail’in Hamas’a “misillemesinin” orantılı olup olmadığı, sivil kayıpların önlenip önlenmediği ve gelecekte barış prensibiyle bir savaşın yürütülüp yürütülmediği konularında tartışmalara neden olduğu belirtilen bildiride İsrail’in soykırımla suçlanmasına karşı çıkıldı. … Bildiride, Almanya’nın Nazi geçmişi de hatırlatılarak İsrail’in eylemlerinin hiçbir şekilde antisemitik tepkileri meşrulaştıramayacağı savunuldu.” (2)

Habermas ile birlikte; Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve Klaus Günther’in imzaladığı bu meşum bildiriye karşı; Columbia Üniversitesi profesörü tarihçi Adam Tooze, King’s College London’da Avrupa çalışmaları profesörü Alex Callinicos ile birlikte ABD’li siyaset bilimci Jodi Dean’da kendi X sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla zevat tarafından imzalanan metne dair eleştirilerini dile getirdiler.

İsrail yanlısı imzacılara, yukarıda adları belirtilen akademisyenler dile getirdikleri “haklı” tepkilerinde, imzacıları, “ırkçı, aşırı sağcı Başbakan Binyamin Netenyahu hükümetini ortaya koydukları eylemleri savunmakla” eleştirdiler.

Hatta bunlardan Alex Callinicos, bir tık ileri giderek, özellikle de Habermas’ın şahsında “eleştirel teorinin resmen ölmüş olduğu”nu belirtme ihtiyacı hissetmiş bulunmaktadır. (3)

Bu eleştiri dahi, başlı başına bir “kıymet-i harbiye”ye yönelik olarak değerlendirilebilir.

İnsan, o da “eğer yok edilmemişse” fıtratı gereği özünde iyi bir varlıktır. Ama onun bu iyi tarafı, zaman içerisinde gerek kişisel ve gerekse de toplumsal anlamda, o toplumun kendi bütünlüğü içerisinde elde ettiği hâl’in durumuna göre şekil ve içerik değiştirebilir.

Burada, iyi anlamda istisnaî durumlar olduğu gibi, hakikatin tümden yitiminden kaynaklanan sakil durumlar, o şekil ve içerik açısından kendine belli bir yer bulur.

Bunu, o da Yahudi soykırımına binaen “ne yazık ki” Almanların kahir ekseriyetinde görmekteyiz.

Bu durumu aynı zamanda, Batı’nın, eski zamanların anlatılarına ilaveten modern dönemde elde edip dillendirdiği söylemle birlikte, onun adeta tamamlayıcısı olan “sömürgeci mantık” ile izah edebiliriz.

Batıcı söylem ve sömürgeci mantık, birbirinden farklı gibi görünse de aynı seküler minval üzere baştan kurgulandığı gibi ilgilisince sürekliliğe tabi tutulmaktadır.

Habermasların durum ve tutumu da, kendi alanlarından elde ettikleri ve sözde “tüm insanlığı kuşatıcı” olan düşüncelerinin aksine, birçok konuda olduğu üzere söz Araplarla/Müslümanlarla diyaloga gelince, bu insani tavrın Batı’nın kibrine yenik düşmekte/düşülmektedir.

Dipnotlar:
1)https://perspektif.eu/2021/05/30/iletisim-filozofu-habermas-diyalogu-reddediyor/
2)https://www.aa.com.tr/tr/dunya/alman-filozof-habermasin-da-imzaladigi-israil-ile-dayanisma-bildirisi-elestirildi/3055362
3)https://www.aa.com.tr/tr/dunya/alman-filozof-habermasin-da-imzaladigi-israil-ile-dayanisma-bildirisi-elestirildi/3055362

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR