Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Nevzat KAYA


İttihadımızın Önündeki Fitne: Hased

Allah´ın, bizim Kudüs için slogan atmamıza ihtiyacı olmadığını, bilakis ilahi yardıma mazhar olmak için, bizim imani, ameli ve ahlaki sorumluluğu ortaya koymamız gerektiğini çok iyi bilmeli ve anlamalıyız.


Ah şu "tek hakikatçılar" yok mu? Hani şu "bizden başkası yalan" diyenleri diyorum. İşte İslam dünyasının başının belası asıl bunlardır.

Birleştirici olmadıkları gibi ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcılar da. Böyle olmalarının altında yatan sebep ise, kendilerini mutlak hakikatin temsilcisi olarak gören teolojik takıntıları yatmaktadır.

Maalesef Dostlar!

İçimizdeki kirleri temizlemeden, gözlerimizin önündeki perdeyi görmeden, içinde bulunduğumuz girdaptan kurtulmamız mümkün değil.

İğneyi kendimize batırmadan çuvaldızı başkalarına batırmaya çalışmak sorunlarımızı asla çözmeyecektir. Yapmacık, göstermelik ve desinlere yapılan, kökleri tutmayacak kısır bir yatırıma koşturmak, bizi müflisin karşılaşacağı hazin sondan kurtarmayacaktır.!!

Efendim, bir müddettir İslam dünyasının ittihadının önündeki engeller üzerine karınca kararınca okumalar, çalışmalar yapmaya çalışıyorum. Elbette bunun siyasi, ekonomik, tarihsel, zihinsel, ahlaki, bilinç ve bilgi eksikliğiyle ilgili geniş yelpazeli sebepleri vardır.

Fakat burada bunlardan konuşmayacağım. İnşallah başka bir yazıda bunları anlatmaya çalışırım. Ama bugün asıl konuşmak istediğim mesele, içimizi kemiren bir hasedin virüs gibi her tarafımızı sarmış olup, peşinden sürüklüyor olmasıdır.

Mezheplerin ayrı birer din gibi savunulmasına neredeyse aşina olduk. Hatta bunu geçelim, iş artık derneğinin, vakfının, cemaatinin önündeki tabelada yazılı olan isme kadar indi.

Maalesef kimsenin kimseye tahammülü yok. Varsa yoksa bu meydanda kendilerinden başka kimseler olamaz. Kendilerinden başka kimsenin yolu yol değil.

Oysa mezhepler, tarihi süreç içerisinde dinin anlaşılması ve yaşanmasında birer beşeri mekteplerdiler. Şimdi ise bu müspet anlayış yerini menfiliğe, bölünmüşlüğe, tabela Müslümanlığına kadar indirmiş durumda.

Elbette Müslümanların belirli bir gruba, cemaate, meşrebe kendilerini mensup kabul etmeleri meşrudur. Bunda sorun yok. Bu böyle olmakla birlikte, söz konusu bağlılık asabiyeti getiriyorsa, kendi grubunda olmayanlar düşman kabul edilmeye başlanmış ve onlara karşı mücadele kararı verilmişse, o yapı meşruiyetini kaybetmiştir.

Yine bir parantez daha açarak, sayıları az da olsa, cemaatçilik, dernekçilik, vakıfcılık gibi -cılık, -culuk işlerden beri, hakikaten ümmet diyen, vahdet diyen, tabelasında bu kavramları yasal prosedür gereği bulundurmakla beraber, bunları aşmış, kendilerini tanıtırken sadece "Müslümanım" diyen ve başkalarını da yok saymayan anlayışlar da var. Bunların hakkını yok sayamam. Belki de bunların hürmetine bazı işler yeryüzünde devam ediyor.

Fakat gel gelelim ki en yakınından şu "Malatya"mızda şahit olduğum bazı hadiseler, sorunlarımızın sebebinin ve kaynağının neler olduğunu, bunların nasıllarını ve niçinlerini ortaya koymama beni yöneltti.

Bilenlerin malumudur. Müslümanların ortak paydası ya da davası dediğimiz kavramlar veya meseleler vardır. Filistin davası, Kudüs, Mescid-i Aksa gibi evrensel boyutta algılanmış meseleler ile yerelden yerele duyarlılığı artan ya da azalan İhvan-ı Müslimin, Suriye, Arakan, Yemen, Doğu Türkistan gibi meselelerimiz de vardır.

Haliyle Malatya´da ortak gündemlere binaen Sivil Toplum Kuruluşları olarak ara ara bir araya gelir, eylem planları hazırlar ve nasıl bir yol çizeceğimizi, tepkimizin ve taleplerimizin nasıl olacağı konusunda istişarelerde bulunurduk.

Bu vesileyle geçmiş yıllarda Sivil Toplum Kuruluşları olarak, ortak bir anlayışla birçok çalışmaya imza attık. Buraya kadar güzel. Ve olması gerekende aslında budur.

Fakat bu işleri ortaya koyarken öyle çirkin ve gayrı usul cereyan eden hadiselere şahit oldum ki, inanın niçin bilinçlere hükmedecek bir perspektif ortaya koyamadığımızın sebebini de kendimce anlamış oldum.

Örneğin, Kudüs gündemli bir kitle yürüyüşünde veya bir zulmün telini ile gasbedilmiş bir hakkın dile getirilmesiyle ilgili yapılan bir basın açıklamasında, bilmem ne vakfı başkanı ya da dernek temsilcisi, kameraların açısına girmek için nasıl birbirlerini iteklediğini, insanların görüş alanına girmek için ne denli uğraş verip poz verdiklerini uzaktan uzağa hep analiz ettim.

Dostlar pazarda görsün mantığıyla yapılan bu içi boş curcunaların hiçbir işe yaramadığını, toplumsal bir bilinç oluşturmadığını, birilerinin tribünlere oynayıp, bunun üzerinden bir rant peşinde olduğunu ta o zamanlar anlamıştım. Üzgünüm ama maalesef tablo bu.

Sadece bu mu? Hayır hayır. Daha şahit olduğum birçok örnek var. İnanın olay vitrinde görünme mücadelesi ile bu işin başında ben varım havasından başka bir şey değil.

Elbette bu organizasyonlara samimi duygularla katılan, içi yanan ve bir şey yapmalıyız derdinde olanlar da vardı. Ama nedense bunlar hep gerilere iteklenir, yığınların içinde kaybolup giderlerdi.

Samimiyetimle söylüyorum birilerimizin başına bir musibet gelse, bir İslami STK´nın kapısına kilit vurulup çalışmaları sonlandırılsa, buna sevinecek, göbek atacak bir çok İslami STK biliyorum.

Oysa müslümanlar "birbirlerine iyilik ve takva üzerine yardımlaşmakla" mükelleftiler. Gelin görün ki bu düsturu iğrenç bir hasede kurban ettik gitti.

Bir STK başkanını tanıyorum. Utanmadan özelden bana defalarca mesaj atarak başka bir STK´yı yazılarıma konu edinip eleştirmemi istiyordu. Sebep ne biliyor musunuz? Vallahi, billahi, tallahi sadece bencil bir Hased!

Oysa bahsettiği diğer STK başkanını çok iyi tanıyordu. Gerçekten samimi biri olsaydı gider yanlış gördüğü işleri ona anlatır ve onları güya bu yanlıştan geri çevirmenin yollarını arardı. Fakat niyet başkadır. Amaç yapmak ve düzeltmek değil, yıkmak ve bozmak ile ilgili ahlaksızca bir hasedin dışa vurumuydu.

Sırf kendi derneğindeki sohbetlere bazı sebeplerden dolayı gidememden dolayı bana "yaşayan ölü" diyenleri biliyorum. Yani onlarla beraber olursam diriyim, değilsem ölüymüşüm. Ve aynı zamanda yaptığım hiçbir işin meşruiyeti yokmuş da.

Ah Dostlar Ah!

Sahi ne zaman anlayacağız, farklılıklarımızın ve çeşitliliklerimizin bir risk değilde, bir zenginlik olduğunu. Yahu vacibin a´sına riayet etmeyenin gideceği bir cennet olur mu? 

Aciliyetlerimizin ne olduğunun idrakinde olmayanların yapay ve suni gündemlerle meşgul olmaları bizi mahvetti. Ve biz farkında olalım ya da olmayalım buna binaen işleyecek bir sünnet var. O da imha edilmemiz ve yerimize hakkı ve adaleti ikame edecek birilerinin ilahi rızanın iradesiyle getirilmesi olacak.

Artık bilmeliyiz ve anlamalıyız!

Kendimizi değiştirmeden Allah´ın bizi değiştirmeyeceğini bilmeliyiz. Hased ve kibir putunu yıkmadan, ilahi yardıma mazhar olamayacağımızı anlamalıyız. Allah´ın, bizim Kudüs için slogan atmamıza ihtiyacı olmadığını, bilakis ilahi yardıma mazhar olmak için, bizim imani, ameli ve ahlaki sorumluluğu ortaya koymamız gerektiğini çok iyi bilmeli ve anlamalıyız. 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR