İstanbul Sözleşmesi karşısında Müslümanları üç 'ana' gruba ayırmak mümkün...
1- Müslüman olduklarını söyledikleri halde, ciddi anlamda İslami, bunun yanında mana olarak direkt İslam'dan beslenen geleneği de pek ciddiye almayan; sekülerleşmiş bir zihin yapısıyla hareket eden; yer yer, teorik(itikadi) açıdan olmasa da, pratik(ameli) açıdan deizme yakın duran kesim; Özelikle birçok gazeteci, akademisyen, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, siyasetçiler, aydınlar vb.
2- İstanbul Sözleşmesi türü, çoğu da Batı tarafından dayatılan anlaşmalara, sözleşmelere gerek bırakmadan; Kur'an'ın öngördüğü ilişkiler ağında, kendine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmek için, azmi gayret çaba sarfeden; fıtratı gözeten, ona halel getirmemeye çalışan, nitelikli ve 'gerekli' birçok çağdaş veriyi de değerlendirmeye çalışan, bunun yanında, hemen her konuda olduğu üzere; aile, kız çocuğu ve özellikle de kadın konusunda, yer yer yanlışlarla bezenmiş geleneği değil de Kur'ani geleneği baz alan Müslümanlar,,,
Bu ikinci kesim; İslamcı, muhafazakar ve olumlu anlamda örfe de uymaya çalışan tüm Müslümanları kapsar.
3- Kur'andaki ince ve titreyen aklı değil de, boz bulanıklaşan dini anlayışa sahip, yanlışlar içerisinde yüzen, ama böylesi bir yüzmeyi dahi, İslam'ın kendisi sanan geniş kesimler...
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, keşke Batı'dan sadır olan bu sözleşmeye gerek bırakmasak, ona gerek duymasak, onun içerimize girebileceği kapıları Kur'ani düsturların yardımıyla kapatsak idik...
Bunu yapamadığımız için, Batı'nın ve bir açıdan hemen her konuda olduğu üzere bu konuda da, Batıcı tezleri, kendi üzerine aldığı toplumu modernleştirme politikalarını baz alan iktidarın/iktidarların 'kanuni/yasal' uygulamalarını kabul etmek zorunda kalırız...
İçimizde hayra çağıran bir topluluğun olması esprisini de işin içerisine dahil ettiğimizde, önce kendimizi, ailemizi,yakın/uzak akraba çevremizi ve kademe,kademe tüm Müslüman toplumu, her konuda olmak üzere, bu konuda da, salt katı ve yer yer kirlenmiş gelenek ile salt seküler, Batıcı tezlere ve uygulamalara karşı sahih bir Müslüman toplum olabilirdik.
Gerisi ise laf-ı güzaf ve Batı'nın yıkıcı -telkinine maruz kalmak olurdu...
Bana göre,işin özü bu.