Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


İslamcılık Çeşitlemeleri Üzerine Bir Değerlendirme…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Mustafa Öztürk bir yazısında Fazlur Rahman üzerinden İslamcılık kritiği yaparken, birçok İslamcılık yolu ve yönetimin varlığından bahsetmişti. Bu yollara mensup âlim, düşünür ve izleyicilerinin büyük bölümünü kıyasıya eleştirmişti.

Eleştirilerinin bir kısmında haklılık payı vardı mutlaka. Önce İslamcılık içerik, konu ve ilgi açılarından dolayı herkese göre değişebilir, farklı anlamlar kazanabilir ve çoğu kez birbiriyle ya örtüşür, ya da çatallaşabilirdi.

Başlangıcı modern dönemle ve özellikle de Osmanlı açısından düşündüğünde, II. Meşrutiyet’le birlikte, bu topraklarda dile gelmiş, hakkında görüş ileri sürülmüş, konuşulmaya başlamış ve kanaatlere konu olmuştu.

Bunu modern dönemin kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirdiğimizde, onu, Batı düşünce dünyasının kendi bütünlüğü içerisinde değişmeye ve gelişmeye bağlı olarak ele aldığımızda, onun çok rahatlıkla bir ideoloji olduğunu ileri sürebilirdik. Ama ideoloji denen şey aynı zamanda bir inanca taalluk etiğinden dolayı onu bir ideoloji olarak değil, İslam adına toplumsal değişimi, dönüşümü baz alan bir durum olarak değerlendirdiğimizde, belli bir mantık örgüsü içerisinde, uygulama tarafı tamamen insanlara bırakılan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. konularda Müslümanlar adına ortaya bir şeyler koymanın adı İslamcılık olacaktır.

Yani görünüşte Kur’an’a dayandığı söylenen/söylenebilecek olan, ama sonuçta insanların kendi yanından ürettiği ve üreteceği olası bulunan bir itikadi görüşten meşruiyet almadan, onun yerine, yorumlara yer vererek, ama onu kendi tekeline de almadan/ele geçirmeden, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. alanlarda söz söyleme, var olan sorunları çözme, olabilecekler hakkında ise, daha işin başında düşünce üretip çözüm sunma çabası İslamcılık olarak kabul ve makbul bir şeydi.

Ama iş farklılaşmaya başlayınca, işin çehresinin değiştiğini söyleyebilirdik. Cemaleddin Afgani’nin Sultan II. Abdülhamid’e sunduğu, aslında devleti kurtarma ideolojisi olarak ortaya konmaya çalışılan İslamcılığın, sultan’ın nezdinde muhafazakâr kalıplar içerisinde, başka bir anlam dünyasına kaydığını görmekteyiz…

Bunun Pakistan’da Mevdudi örneğinde birçok etkili zevatın şahsında tezahür etiği şekliyle, ‘modern’ tarihte ilk kez ulusalcılık kalıpları içerisinde adına İslam cumhuriyeti denen pür ideolojik yapının oluşumunda kullanıldığını da görmekteyiz…

Birçok İslam ülkesinde, başlarda devleti kurtarma ideolojisi/düşüncesi olarak ortaya konan İslamcılığın bir de Türkiye boyutu vardı. Türkiye, ne Osmanlı’nın son döneminde bizzat sultan’ın nezdinde ve ne de -birçok ülkede olduğu gibi- Pakistan’da devleti ‘oluşturan, onaran, onunla bir farklılaşmanın sağlandığ gibi değil de, İslam’dan ne anladığı, ne anlamadığı, son raddede dahası, ne yapmak istediği, ne yapmak istemediği belirgin olmayan birçok çevre ve şahsın, İslam’dan ne anlıyor iseler, o anlayışı, belki de diğer Müslümanlara galebe çalacak oranda, kendi ‘gelecekleri’ adına bayraklaştırdıkları söylenebilirdi.

Bunun içerisinde Cemaleddin Afgani saikiyle gelmiş bulunan bir İslamcılığı alıp değerlendiren, onu kendi milli düşüncesine payanda kılacak oranda millileştirici bir çabaya hasredenler, bu görüşün/ideolojinin varlığını umursamadan, hatta onu kendi din anlayışı açısından zararlı bulan, ama gel gör ki Batı’nın ve Batıcıların soruları karşısında İslamcı söylemlerden medet uman ve onu yine geçici bir müddet kullanma eğilimi içerisinde olduğu gözlemlenen gelenekçi kesime mensup insanlar ve grupların varlığı söz konusu…

Böyle bir duruma, onu salt kullanmaya yönelik çabalara bakıldığında, burada İslamcılıktan bahsedilebilir mi? Kesinlikle hayır!

İslamcılığın belli ve standart bir tarifi olmadığı gibi, belli bir rengi de yoktu. Bundan dolayı, gerek modern, gerek gelenekçi ve gerekse de ıslah çizgisini sürdüren insanların, grupların İslamcılık gömleğini giymeleri de zamana ve zemine göre değişiklik gösterir.

Belli bir gruba, anlayışa ve anlam çevresine atfetmeden söylersek, kendince toplumun geri kalan büyük çoğunluğundan ayrıştırma düşünme ve eylemine İslamcılık denebilir mi? Buna da kesinlikle “hayır!” diyebiliriz. Zira bu ayrışma düşüncesinin, temelinde kibre kapı araladığından dolayı reddolunması gerektiği belirginlik kazanır.

Millici, milliyetçi olup bir açıdan da kendini Müslüman olarak tanımlayıp İslam’a nispet eden insanlar, gruplar ve çevreler ne kadar İslamcı idiler ve bunu ne ve nereye kadar sürdürebilirlerdi? Bu da cevap alınması ve mevzuun anlaşılması için sorulması gereken önemli bir soru olarak değerlendirilmeli…

Bir de, belki de ‘zurnanın zırt dediği’ noktaya geldiğimizde, işe başlarken, almış olduğu, sahiplendiği formun İslamcılık dışı bir temeli olduğunu düşündüğümüz, ama çoğu kez de konjönktür gereği İslamcı cenahta bulunan, İslamcılığı savunan, ama bir İslam ülkesi Amerika’nın işgaline uğradığında, sözde oraları savunur görünen El-Kaide, DAEŞ gibi Selefi ve tekfirci yapılara en azından söylemsel ve sloganik bazda destek verenleri asla İslamcı olarak değerlendiremeyiz.

Bu konuda, o yapılara karşı çıkan gruplara ve şahıslara, hatta devletlere karşı tavır geliştiren radikal -çoğu da toplumsal planda marijinal ve sönük- grupların, tekrardan konjönktür değiştiğinde yeniden İslamcı söylemi kuşandıklarını söyleyebilirdik.

Bu gelgitler, bu gruplara önderlik eden zevatın ya kafa/zihin yapısından kaynaklanmakta, ya İslamcılık çok şeyi gizleyen bir perde ve işin bahanesi idi, ya da birilerinin bu gelgitlerin devam etmesinde çıkarları söz konusuydu.

Halbuki İslamcılık, modern dönemlerde, her ne kadar Batıcı formlara bağlanacak olsa da, Osmanlı modernleşmesinin görünür bir ürünü olan Meşrutiyet döneminde gelişip vücut bulmuş olup, en başta, kendi dönemi açısından, Batı’ya karşı İslam dünyasını savunan ve bizzat devleti ve onun şahsında ümmeti kurtarmaya çalışan, çağdaş donelerden yararlanan, Kur’anî gerekçeleri kendine referans kabul eden, ama itikadın yegane sahibinin Allah(c) olduğu bilincinde olan, sadece çerçeve belirlemeden, birçok konuda olabileceği üzere, o konuda da yoruma açık bulunan bir dünya görüşünün adı idi. Ki, bunu bu şekilde alıp değerlendirmek gerekirdi.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR