Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


İslamcılık, Ak Parti ve Cemaat -FETÖ- (1)

Ak Parti, İslami hareketi etkisizleştirerek dünya sistemine ekledi mi, yoksa rasyonelleştirerek gerçek bir iktidar seçeneği haline mi getirdi?


İdeolojiler ve yerleşik tarih algısı genellikle gerçeği görmemizin önünde birer engel oluştururlar. Bu yüzden bir sosyal ya da siyasal sorunu analiz ederken olayların sınırlandırıcı ve yanıltıcı etkisinden uzak durmak gerekir.

Kendi paradigmamızın tarihi ve sosyal olayları değerlendirmede yanılmaz bir ölçüt olarak kabul etmek ideolojik kısırlığa yol açan faktörlerin başında gelir. Bu yüzden gerçekler ortaya çıktığında bizim ön kabullerimize aykırı da olsa onları veri kabul ederek yorumlamak gerekir.

Tarih ve önemli kişiler hakkında oluşturduğumuz pozitif ve negatif yargıları değiştirmekte zorlanıyoruz. Ama gerçek olan bizim zihinsel paradigmamız değil, tarihin kendi gerçekliğidir. Bunu aşmanın tek yolu paralel okumalar yapmaktır. Hiç kuşku yok ki, içine hapsolduğumuz tarihsel zindandan ancak böyle çıkabiliriz.

İslamcılık akımından söz ederken, bu akımın siyasal anlamda en önemli figürü olan II. Abdülhamid´i unutmamak gerekir. II. Abdülhamid üzerinde farklı tarihçiler tarafından sürdürülen çok sayıda tartışma vardır. İnsanlar çoğunlukla kafalarında kutsallaştırdıkları değerlerin yıkılmasından endişe eder. Abdülhamit değerlendirmesi iki farklı uç arasında savrulmaktadır. Bir kısım Abdülhamit´i sert bir şekilde eleştirirken, diğer taraf göklere çıkarmaktadır. Mehmet Akif Ersoy´un değerlendirmesi eleştireldir. "Gölgesinden bile korkup kaçan ödlek, Bizi tam otuz üç yıl yönetti şeriat diyerek"(1) değerlendirmesi O´na aittir. Kuşkusuz o dönemin İslamcı düşünürlerinin Abdülhamid´e genellikle eleştirel bakmaları dikkat edilmesi gereken bir husustur.

Ercan Yıldırım da Abdülhamid´i benzer şekilde değerlendirmektedir. "İslamcılık hareketini devletin resmi ideolojisi gibi yürüten Abdülhamid yemeklerden önce şampanya içmeyi severdi. Arkadaşları mali konularına bakan kişiler genellikle Ermeni ve Yahudi olan Abdülhamit imparatorluk bünyesine giren fotoğraftan, sinemaya, otomobilden ,tiyatro ,piyano gibi her türlü modern gelişmeye ön ayak olmuştur."(2)

Diğer taraftan çeşitli çevrelerce II. Abdülhamid neredeyse bir tasavvuf ulusu, İslamcılığın kurucusu olarak tanımlanmaktadır. Bu farklı değerlendirmeler kuşkusuz, tarihi kendi dinamikleri içinden anlamak yerine, tarihe bakanların ideolojik ön kabullerinden kaynaklanmaktadır.

İslam´da nasıl bir yönetim biçimi oluşturulacağı konusu da İslamcılığın önemli bir tartışma alanıdır. Modern ulus devletin baskıcı ve otoriter tavrından yola çıkarak, İslam´da yönetim organizasyonu olmadığını savunmak çok tutarlı değildir. Kur´an Allah´a, Peygamber´e ve Ulu´l emre itaati öngörür. Buradan her türlü otoriteyi ve iktidarı reddeden anarşizme gidilemeyeceği açıktır. Toplumda yöneticinin olmasının şart olmadığını savunan Haricilerin bir kolu ile hakimlik ve hekimlik mesleğinin olmadığı bir toplumu savunan İbn Bace gibi düşünürler ve bazı Harici gruplar hariç yönetimin gerekli olduğu ortak bir icmadır.

Türk İslamcılığının oluşumunda İran, Pakistan ve Mısır kültürel havzaları belirleyici oldu. İran´ın etkisi, 1979 İran İslam Devriminin yarattığı dalgaya rağmen, mezhebi nedenlerden dolayı sınırlı kaldı. Asıl belirleyici etki Pakistan (Mevdudi) ve Mısır (Seyyid Kutub) üzerinden oldu. Bu havzalardan yapılan çevirilerden beslenen Türk İslamcılığı beklenen etkiyi niçin gösterememiştir ya da göstermiş midir? Ak Partinin iktidara gelmesini nasıl değerlendirmek gerekir? Yapılan çevirilerin Ak Parti´nin iktidara gelmesinde katkısı nedir? Yoksa bu Türkiye´ye özgü bir durum mudur? Bu sorular Türkiye´nin İslami birikimini anlamak ve doğru değerlendirmek için gerçekten tartışılması gereken sorunlardır.  Kaldı ki, siyasal anlamda İslamcı iktidar deneyiminin Türkiye´de iki ülkeden daha başarılı olduğu bile söylenebilir. Bilindiği gibi Pakistan´da Mevdudi´nin Cemaat-i İslami partisi hiç iktidar olamamıştır. Aynı şekilde Mısır´da Seyyid Kutub´un içinde olduğu İhvan hareketi de, askeri darbe ile sonuçlanan kısa bir iktidar deneyimi istisna tutulacak olursa iktidara gelememiştir. Oysa iki hareketin ortak yanı kültürel olmaktan çok siyasal İslam´ı savunmaları idi. Şimdilerde bütün İslam dünyasındaki siyasal hareketlerin sonunda Ak Parti´yi referans almaları ilginçtir. Ak Parti´nin siyasal İslamcılığın önünü açıp açmadığı sorusu da bir hayli anlamlı bir sorudur. Ak Parti, İslami hareketi etkisizleştirerek dünya sistemine ekledi mi, yoksa rasyonelleştirerek gerçek bir iktidar seçeneği haline mi getirdi? Bir de Ak Parti deneyiminin kültürel zeminde ne tür değişimleri tetiklediği de önemlidir. Burada en önemli nokta, toplumsal dinamiklerdeki değişimin Ak Parti gibi bir oluşumu beslediği mi, yoksa Ak Parti´nin İslamcılığı dönüştürüp başkalaştırdığı mı sorunudur. Galiba Ak Parti deneyimi uzun süre tartışılacak gibi görünüyor.

Türkiye´de orta sınıfların ki, temel özellikleri dindar muhafazakar oluşlarıdır; modernleşme serüvenindeki uyumlarına Nakşibendi geleneğinin büyük katkısı olmuştur. Muhafazakar-dindar geleneğin üzerine oturmuş partilerin sürükleyici aktörleri olan Erbakan, Özal ve kısmen Erdoğan siyasal aklı ile Nakşibendi siyasal aklı arasındaki ilişki incelenmeye değer. Mısır ve Pakistan´da doğan ve İslam dünyasını baştan başa saran İhvan geleneğinin etkisi, Türkiye´de beklenen düzeyde değildir kuşkusuz. Buna hangi etkenlerin neden olduğu ayrıca araştırmaya değer bir konudur.

Türk siyasal tarihine baktığımızda en temel özelliğin değişim ve uyum olduğu görülecektir. Kürt toplumu da büyük ölçüde böyledir. Sünni siyasal aklın egemen olduğu toplumlarda keskin toplumsal devrimler meydana gelmez. Aşamalı ve uzun vadeli değişimler bu toplumlarda daha geçerli bir sosyolojik olgudur. Türklerin Anadolu´da yeni bir senteze gitmeleri, devlet yönetiminde Bizans´tan etkilenmeleri tarih felsefesinin uyum üzerine oturduğunu gösteriyor. Böyle bir milletin mensubu olan dindarlardan ve diğer ideolojilere sahip insanlardan moderniteyi ve onun ürettiği dünya görüşünü tümden reddederek savaşması anlamlı bir düşünce değildir. Onun yerine modernite ve onun yaşam tarzıyla uyum içinde yaşamak daha beklenen bir reflekstir. Cumhuriyet tarihinin en dikkate değer Batı karşıtı (Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar) İslamcısı olan Mehmet Akif bile "Batı medeniyeti ile İslam irfanını birleştirmekten" bahseder. Bu tutum sosyalizm ve İslamcılığın bu topraklarda neden tutunamayıp Türk tipi sosyalizm ve mukaddesatçılık ürettiklerini de açıklar.

İslamcılık ve sosyalizm tartışmalarında gelinen nokta bu ideolojilerin yerelleşemediği ve bu yüzden kitleselleşemedikleri noktasında düğümlendi. Türk tipi sosyalizm, Anadolu sosyalizmi, Türk İslam sentezi kavramsallaştırmaları hem ideolojilerin etkisini azaltırken hem de devlete yakınlaştırarak etkisizleştirdi. Bir anlamda yerellik algısı ideolojileri yumuşattı ve işlevsizleştirdi. Burada asıl tartışılması gereken konu toplumsal değişimde yerellik bir imkan mıdır, yoksa engel mi sorusudur.

İslamcılık düşüncesinin eleştirilmesini normal karşılamak gerekir. Hiç kuşkusuz İslamcılık düşüncesi kim tarafından üretilirse üretilsin, ilmi kapasitesi ne olursa olsun, insan zihninin İslam´dan yola çıkarak ortaya koyduğu bir ideolojidir. Doğası gereği yanılgıya açıktır ve tarihseldir. O yüzden İslamcılık bitti tartışmaları anlamsızdır. İlk olarak tek bir İslamcılık anlayışı yoktur, ikinci olarak İslam var oldukça ondan yeni yorumlar üretilmeye devam edilecektir. Öyle görülüyor ki, zamana karşı en az dayanıklı olan anti-kapitalist İslamcılık ve neo-liberalizm karşıtı İslamcılıktır anlayışları olmuştur. Çünkü kendini tanımlamıyor, neyin karşısında durduğunu belirleyen negatif bir tanımlamadan yola çıkıyorlar. Dilleri son derece rijit ve ötekileştirici. Hedef kitleleri sosyalistler, ateistler, liberallerden çok kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda epistemolojik bir otoriterliği temsil diyorlar. Kendi dışında bulunan herkesi "Emevi" veya "saray" İslamcısı olarak görüyorlar. Bütün iktidarlar kötü olduğu varsayımından hareketle, Ak Parti ile diğer iktidarlar arasında bir fark görmüyorlar.  Israrla İslamcılığın öldüğünü savunarak başka tür bir İslamcılığı savunuyorlar. Kendi görüşlerine göre İslam tarihini, Kuran´ı ve Sünneti yeniden yorumluyorlar. Bir de her tür otoriteyi ve devlet fikrini reddeden anarşist İslamcılar var. Onların bu topraklardaki etkisi son derece kısıtlı olduğundan, ciddiye almak için hiçbir gerekçemiz yok aslında.

Devam edecek...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR