Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


İslamcıların İktidar Deneyimi

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


Çeşitli İslam ülkelerinde alternatif siyasal proje sahibi olarak iktidara yürüyen İslamcı partilerin, iktidar sonrasındaki performansları tartışılmaya devam ediyor. Türkiye özelinde düşünürsek, İslami kesimlerden gelenlerin uzun süren iktidarı, onları hem devlete yaklaştırdı hem de iddialarından uzaklaştırdı. İslamcı politik önderler karşılaştıkları krizlerde, devletin ideolojisi olan laiklik ve milliyetçiliğe uyum sağlamakta zorlanmadılar. Ertesinde iddialarının büyük bölümünü geri çektiler ve sistemin en önemli savunucusu haline geldiler. Bu durum özellikle siyasal İslamcılığın iktidar ideolojisi oluşturmak konusunda yeteri birikime ve stratejiye sahip olmadığını gösteriyor. Aslında bu durum Türkiye’ye özgü bir durum da değildir. Diğer İslam ülkelerinde de sisteme muhalefet etmek konusunda büyük bir performans gösteren İslamcı akımların iktidar süreçlerinde başarılı olamadıklarını görüyoruz.                                                                                                                                                                                                                                                                                 Türkiye’deki İslami kökenden gelen iktidarın süre anlamında diğerlerinden daha başarılı olması, bir taraftan ilk on yılında, ekonomi ve devleti elinde tutan sivil askeri oligarşik bürokrasiyle mücadelede gösterdiği performansa, diğer yandan bu mücadelede halktan gördüğü desteğe bağlı olarak gelişti.

Tarihten gelen otoriterlik eğilimi, milliyetçi değerlere bağlılık (Arap/ Türk/ İran milliyetçiliği) ve merkeziyetçi örgütlenme modeli (Sünni Saltanat ve Şia İmamet modeli) sivilleşmenin ve hukuk devleti olmanın önündeki en önemli bariyerlerdir. Modern zamanlarda milliyetçilikle desteklenen bu bariyerler, hem ulus-devlet örgütlenmesiyle İslam ülkelerini birbirinden ayırarak etkisizleştirdi, hem de dünya ölçeğinde etkilerinin sınırlamasına yol açtı. Özellikle milliyetçilikten ısrar giderek ülkeleri birbirinden daha da uzaklaştırmaktır. Bu noktada en önemli sorunun uygulamadan çok zihniyet sorunu olduğunu göstermektedir. İslamcı iktidarlar bir türlü siyasal genlerini oluşturan zihniyetle yeteri düzeyde hesaplaşamıyorlar. Sonuçta sistemi değişip dönüştürecekleri yerde kendileri değişip dönüşüyorlar ve bu değişime uygun yeni bir din yorumu oluşturuyorlar.

İslamcı iktidarlar, iktidara geldikleri ülkelerde adalet ve hukuk merkezli değişimler yapacakları yerde, tarihsel İslam’dan aldıkları değerleri öne çıkardılar. Hem dünya siyasetindeki aktüel durum, hem de tarihsel siyasal mirasları böyle davranmalarını sağladı. Entelektüel ve ahlaki donanımlarının güçsüzlüğü önlerindeki en büyük engeldi. Böylece eleştirel köklerini kaybederek kolayca devletin diline teslim oldular. Yaşanan süreçte iktidarı destekleyen ve büyük ölçüde tarihsel İslam’ın kodlarını benimseyen kitle de büyük ölçüde onlarla birlikte dönüştü.

Siyasal İslamcılar devlet konusunda terminolojik bir yanlışın içine düştüler. Kurdukları siyasal düzeni “İslami düzen”, partilerini “İslami parti”, amaçladıkları devletlerini “İslam devleti” olarak nitelendirdiler. Müslümanların kurdukları devletleri İslam devleti diye nitelemek, doğası gereği hataya açık olan devleti idealleştirerek, eleştiriden uzak tutmaya yol açtı. Devlet ile din eşitlenerek, devlet eleştirileri din eleştirisi gibi algılandı. Sonuç olarak devlet kutsallaştırıldı ve devlet adına İslam’a aykırı uygulamalar görmezden gelindi.

İslamcılar, Türkiye’nin önüne çıkan din ve Kürt sorunu, büyük ölçüde devraldığımız tarihsel mirasla ilgili olduğunu gördüler. Bu sorunun büyük ölçüde Cumhuriyet modernleşmesinin ilk yıllarında uygulanan laiklik ve milliyetçilik politikalarından kaynaklandığını ve karşılaştığımız sorunların kaynağını oluşturduğunu tespit ettiler. Bu sorunların çözümlenmesinde ana eksenin devletin ideolojisi olduğunu görmelerine karşın yeni bir model geliştirme konusunda isteksiz ve yetersiz kaldılar. Türkiye’nin acilen yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı olduğu gerçeğini ıskaladılar.

Siyasal İslamcılar, tarihe tapmak ya da tarihsiz kalmak arasında sıkıştılar.  Gelenekçiler tarihe tapmakta ve formunda hiçbir değişikliğe yanaşmamaktadır; yenilikçi modernistler ise tarihsiz bir konumdadır. Müslümanlar tarihsel birikimlerini bugüne uygun bir formda yeniden üretmelidir. Tarihe gömülmeden ve tarihsiz kalmadan bu hesaplaşma tamamlanmalıdır.

Bu halleriyle İslam ülkeleri sorun çözme yeteneklerini büyük ölçüde kaybettiler. Özgün bir siyaset üretmek yerine, dünyadaki siyasal dengeleri ilişkin bir pozisyon almayı yeğlediler. Böylece sorun çözen değil, sorun üreten bölgelere dönüştüler. İdeolojik ve mezhepçi mücadele İslam toplumlarını birbirine düşürdü ve büyük ölçüde enerjilerini bu çatışmalarda tükettiler. Sonuç olarak bu mücadeleyi kim kazanırsa kazansın, sonuç düşmanlıkları daha da derinleştirdi.

 Aslında temel sorun, değerler ve araçlar arasında sağlıklı bir denge kuramamaktır. İslam siyaset felsefesinin temel değerleri, adalet, liyakat ve katılımdır. Sünni hilafet/ saltanat modeli de, Şii İmamet modeli de yönetim modeli için kullanılan tarihsel araçlardır. Siyasetin temel amacı olan adalet yerine değişken araçlar olan hilafet ve İmamet teorisi değişmez araçlar olarak algılanıyor. Bu durum hem yeni düşüncelerin önünü tıkıyor, hem de çok daha önemli olarak değişmez olarak kabul ettiği hilafet ve İmamet teorisini onaylayacak biçimde değerleri yorumluyor. Bu durum değişmez olan değerleri, araçsallaştırıp dönüştürüyor. Konumu gereği içtihadın ürünü olan siyasal model arayışları tarihselliğin dışına taşınarak kutsallaştırıldı ve bütün zamanlar için izlenecek yöntemler olarak tanımlandı. Aslında Sünni tarih anlayışı gerçekleşmiş olanı meşru kabul etmeye dönüktür. Olan en iyi çözüm ise tarihçiye düşen, olanı meşrulaştıracak bir retorik üretmektir. Hz. Peygamber den sonra hilafet makamına sırasıyla gelen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali tarihsel sıralamasına bir meşru temel bulmak için değerler skalası oluşturulmuştur. Çünkü amaç olanı meşru görmektir.

Gelinen noktada elimizde şu soru kaldı: Ülkelerinde iyi bir muhalefet dili oluşturan ve başarılı bir mücadele veren İslami akımlar ve anlayışlar, neden başarılı bir iktidar dili geliştiremiyorlar?

Gelecek için tartışmaya değer en önemli soru bu.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           Kaynak. Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR