Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


İslam’a “Karşı” İslam…

Yazarımız Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Yukarıda başlığa çektiğimiz ifade, salt kendi başına düşünüldüğünde bir anlam ifade etmez ve büyük bir ihtimalle kuşku ile karşılanır.

Böyle bir şeyin elbette farkındayım. İslam, İslam’a karşı olamazdı. Din, dine karşı olabilir, ideoloji, yekdiğerine karşı olabilir, hatta mezhep mezhebe karşı olabilirdi, ama İslam İslam’a nasıl karşı olacaktı?

Bu mümkün müydü? Bazı açılardan hayır, bazı açılardan ise evet!

Hayır, çünkü, adına yapılagelen çeşitli yArialorumların varlığına rağmen, bu yorumları asl’a halel getirmeden düşündüğümüzde elimizde birçok değil, bir tek İslam vardı.

İşin “evet” bahsine gelince ise, yine onun adına öteden beri yapılagelen yorumların, bazı mülahazalarla işin aslı olarak düşünüldüğünde, karşımıza birbirine karşıt, muhalif birden çok –en azından iki- İslamların olduğu görülecekti.

Ali Şeriati’nin, Şia üzerinden, iki ayrı Şiadan bahsetmesi dahi iin vahametini ortaya koymaktadır.

Onun “Dine Karşı Din” şeklinde tercüme yoluyla Türkçeleştirilip formüle edilen olgu da işte buydu!

Biri hakikati içeren, diğeri ise, var olan hakikati tersyüz etme ile işe başlanan ve –batıl olduğu halde- “dünya gözü ile” ondan “başarı” elde edilen karşı İslam.

Buna, Amerikan İslam’ı da denilebilir. Hatta Avrupa İslam’ı, ona sirayet etmiş bulunan sekülerizmin katılığından maada “Fransız İslam’ı” kabilinden birçok, ama her nedense hakka galebe çalmak için bir noktada tekleşen kontra İslam diye tanımlayabileceğimiz İslamlar gırla gidiyor.

Dikkat edilirse, bu ifadelendirmeler her ne kadar bizim “düşmanı tanımamız açısından” bir isimlendirme olsa da, Batı, hem bu isimlendirmeleri ve hem de isimden hareketle olguya işlerlik kazandırmaktadır.

İmdi soralım; “Batı, kendi payına düşen din’i, sadece dışarıda kullanılmak üzere emperyalist amaçları için dört duvar arasına sıkıştırmışken, içini boşaltma suretiyle İslam’a neden ilgi duyarken, nerden hareket etmektedir?

Elbette, bunun birbiriyle girintili ve ilintili birçok sebebi var. Bu sebeplerden en önemlisi ve “en eskisi” ta İslam’ın bidayetine kadar giden “sureta haktan görünen” şirkin kendisine alan açmasıyla alakalı olmasıdır denilebilir.

Bunun derinlerde damarı vardır mutlaka. Bu damarın bir ikisi, İslamlaşma sürecinde, ona koşut olarak oluştu ise, bir iki tanesi de, salt tevhid, adalet ve özgürlük dini olan İslam adına oluşturulan ve adına genelde “Emevicilik” vb. denilmesinde bir mahzuru olmayan bir bürokrasiden, din bürokrasisinden bahsedebiliriz.

Bunun temelinin atılma sürecinde, oluşum aşamasında karşılaşılan dönemin iki süper gücünden sadır olan uygulamaların etkisi büyüktü.

Bunlar, başlı başına ve birbiri ile bağlantılı üç derin’i oluşturur; a-derin devlet, derin din ve derin toplum.(bu üç olgu, pek de modern dönemlerle alakalı olmayıp, benim şahsen, 30-35 yıllık okumalarımdan elde ettiğin bir sonuca dayanmaktadır.)

Bu konuda sıralamada yer değişikliği pek ala mümkündür, ama –yanlış ve batılda olsa- uygun hareket ettiğinde, bu batıl güruhun görece de olsa bir başarı elde edeceği “maalesef ki” öngörülebilir.

Bir de bunların yanında İslam’a düşman olduğu halde, onun yerini almak istediği halde, kendini onun adıyla karşıt hale getirmeden bir nevi İslam’a karşı olan anlayışlarda söz konudur.

Bu tür anlayışlar, kesinlikte seküler zeminlerde vücut bulur, din karşıtı her tür modern olguya bünyesinde yer verir ve o minvalde hakikate karşı olur.

Bununla birlikte bir Avrupa İslam’ı, bir Fransız İslam’ın, tamamen laik ve seküler zeminlerde oluştuğu halde sonuna İslam ekini almaktadır.

Bir de, işin muhafazakarlık boyutu var. Bu boyut, Fransız İhtilali ile kendini gösteren hilafsız seküler anlayışa, ortama uymadığı için, onun baskısına maruz kalan, kendi yapısından bir miktar azaltarak ve karşıtının şerrinden emin olmaya çalışan muhafazakarlık bize ihraç edildiğinde “hem Allah’a itaat ve hem de yersel iktidarlara karşı olmama hali” üzerinden derin dine katkı sunan bir anlayışta için cazibe merkezini oluşturmaktadır.

Konumuz buraya kadar geldiğine göre, hem geçmişte arız olarak kültürümüzün bir parçası olan “Emevicilik” vb. ile onu aşamadığı için seküler tapınağa saygı ile eğilen muhafazakarlık bir noktada birleşince, geçmişi geleceğin aynası olarak okumak durumunda kalırdık.

Demek ki, ne Batı cephesinde ve ne de Şark cephesinde pek bir değişiklik yoktu. Sadece, aletler değişmiş, ama amaç dün bıraktığımız gibiydi.

Ders alınabilirdi, ama onda da zamanın iyi kullanılmaması durumu, geçmişten ders almamızı engelliyordu.

Kısacası;

Kıssadan Histe

“Geçmişten adam hisse kaparmış…. Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? “Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” (Mehmed Âkif, Safahat: Yedinci Kitap)

Kısacası; Mezhebe karşı mezhep, dine karşı din ve İslam’a karşı İslam…

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR