Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


İSLAM VE DEMOKRASİ

Faysal Mahmutoğlu'nun yazısı;


 

İslam ve Demokrasi son yüzyılda en çok tartışılan konuların başında gelmektedir. Daha çok uyum sorunu yaşanabileceği noktasında farklı düşünceler serdedilmektedir. Semavi din olan Hıristiyanlık ve Yahudilik için bir sorun teşkil etmezken İslam için sorun oluşturacağı tezleri hep gündemi meşgul etmiştir.  Demokrasinin İslam’la tamamen çeliştiğini ve asla bir arada bulunamayacağını iddia edenlerin başında Huntingtun, Lewis ve Roy gelmektedir. Bunda soğuk savaş dönemi kapandıktan sonra batının komünizm yerine İslam’ı bir “öteki” olarak yerleştirmesinin de payı büyük. İslam dünyasında sayıları hatırı sayılır bir orana ulaşan ve etkileri ciddi oranda artan bir grup entelektüel de ( Fazlur Rahman, Malik bin Nebi ve el Efendi ) İslam ve demokrasinin bir birinin zıddı veya alternatifi olamadığını, İslam’ın dini kulvarda işlev gördüğünü, demokrasinin ise ümmet çoğunluğunun iradesini esas alan bir yönetim biçimi olduğunu dolayısıyla ikisi arasında bir uyumsuzluğunu söz konusu olamayacağını iddia etmekteler.

İslam bir din, bir medeniyet ve bir yaşam tarzıdır. Demokrasi ise yönetim biçimidir, azınlığın haklarına azami saygı gösteren çoğunluğa ülkeyi yönetme hakkı verir, fakat hâkimiyet hakkı vermez. Demokrasi’deki çoğunluk-azınlık kavramı özgürlüklerle ilgili değil, yönetme hakkıyla ilgilidir. Onun için anayasalar herkesi güvence altına alsın diye büyük uzlaşılarla yapılır. İnsanlık monarşi, faşizm, komünizm gibi rejimleri tecrübe ettikten sonra iç barışın ancak demokrasi ile mümkün olacağını gördü ve zaman içinde inşa ettiği değerlerle bir yaşam tarzına dönüştürdü.

İslam, bir yönetim tarzı önermiyor ancak, yönetimin evrensel ilkelerini ve yöneticilerde bulunması gereken nitelikler ile hak ve sorumluluklarını belirler. Bunlar; adalet, eşitlik, meşveret, liyakat din ve vicdan özgürlüğü. İnsanlık için bunlar vazgeçilmez unsurlardır. Bütün bu İslami ilkelerin maksimum düzeyde kullanılabilen tek yönetim tarzı demokrasidir.

Özgürlük, İslam’da temel haktıro kadar ki, Allah Hz. Peygamber’i hak ve hakikati tebliği etmekle mükellef kılmış ve fakat ona asla bir zorlama, dikte etme yetkisi vermemiştir. Dolayısıyla Allah kendine eş ve ortak koşan müşrikleri bile zorbalıkla yola getirmeyi tercih etmemiştir”  (1)

Tüm dinlerin hedefi insanın mutluluğunu, huzurunu sağlamaktır. Demokrasinin amacı ise; toplumun huzur ve barış içinde katılımcı bir yönetim tesisi etmektir. Demokrasinin temeli; kuvvetler ayrılığı, hak ve özgürlükler ve kamu düzenidir.

  Hz. Peygamberin halktan “bey’at” alması bir nevi halkın yönetime katılımını sağlaması şeklinde değerlendirilebilir. Bey’at uygulaması kılıç zoruyla değil halkın gönüllülüğü esası ile gerçekleşmiştir.

Hz. Ömer; “Sustuğunuz sürece size hayır yoktur, konuşursanız size hayır vardır”  derken İslam’ın konuşan, haklarına sahip çıkan, yönetime katılan, yönetimi denetleyen bir toplum inşasını murat ettiğine vurgu yapıyor. Oğlunun Küfe valilik teklifini liyakat gerekçesiyle reddetmesi, Halife Osman’ın seçiminde bir seçici heyet oluşturması, oğlunu seçici heyete dâhil edip seçilmeme şartı koydurması günümüz için demokratik bir teamül olarak kabul edilebilir.

Monarşilerde tüm yetkiler bir kişide toplanırken demokraside toplumun tüm katmanları yönetime ortaktır. İslam’ın istişare ilkesi monarşilerin reddi anlamına gelir. Diktatörlüklerin İslami açıdan meşruluğu yoktur. Diktatöryal yönetimler insanı birey olmaktan çıkarıp kul (abd)a indirgemekte.

Kur’an’da egemenliğin kime ait olduğuna dair bir açıklama yoktur. Hâkimiyet Allah’ındır sözü, mutlak manasınadır ve bütün kâinatı, mevcudatı yani bütün yaratılmışları kapsar. Mülk ve hâkimiyet Allah’ındır demek, Allah’ın bütün varlığın yaratıcısı olduğu, gücünün ve iradesinin sınırlandırılamayacağı, istediğine istediğini vereceği anlamınadır.

Bunun siyasi egemenlik ve hukuksal bir mülkiyetle ilişkisi yoktur.

Siyaset insan iradesiyle şekillenen beşeri bir alandır.

 İslam bir rejim öngörmüş olsaydı Hz. Peygamber ashabına bunu anlatırdı. Hz. Ebu Bekir’in  “ne yapacağımızı keşke peygambere sorsaydık” demesi bunu doğruluyor. Hz. Peygamber elçiliğinin yanı sıra özellikle Medine de toplumu ilgilendiren idari ve siyasi birçok karara imza atmış, antlaşmalar imzalamış ve yeni devletin sınırlarını çizmiştir (bu konuda geniş bilgi için Ali Bulaç’ın “Medine Vesikası” isimli kitabına bakılabilir). Hz. Peygamberin dünyevi konularda arkadaşlarıyla istişare ettiğinin birçok örneğini biliyoruz. Bedir esirlerinin özgürlüğü konusu, Hendek savaşında Medine’nin savunmasının nasıl yapılacağı ve namaza çağrı gibi örnekler mevcut.

Peygamberin irtihalinden sonra bir yönetim boşluğunu görüyoruz. İlk iki halife bu süreci çok başarılı bir şekilde yönettiler, dönemin en ileri modeli olana “şura”yı esas alarak örnek bir uygulamaya imza attıkları gerçekliği ortada, ancak sonraki dönemlerde aynı dirayet sergilenemedi.

İyi bir Müslüman her zaman iyi bir yönetim tarzı sergileyemeyebilir. Hz Ali, Hz Aişe, Talha ve Zübeyr iyi Müslümanlardı hatta en iyilerindendiler, Muaviye Peygamber kâtibi idi ama iktidar için binlerce Müslümanın kanının dökülmesine neden oldular.

İslam devleti kavramsal olarak romantik gelebilir ama gerçekçi değildir. “İslam devleti dediğinde haşa Allah gelip Müslümanları yönetmeyecek, yine kusurlu insanlar yönetecek(2)  Nasıl ki Müslümanların tarihine İslam tarihi denilemeyecekse Müslümanların yaşadıkları veya yönetimde bulundukları ülkelere de İslam devleti denilemez. İslam tarihi çoğunlukla, Allah adına yönetme iddiasındaki külhanbeylerin tarihidir. (3)

Kur’an kul hakkına vurgu yaparken demokrasinin de önceliği evrensel insan haklarıdır. Dinin nihai amacı demokrasiden farklı değil, din de insanın ilahi fıtratına uygun olarak yaşama, inanma, düşünme ve düşündüğünü ifade edebilme gibi doğal ve fıtri haklara saygıyı emreder.

Gallup tarafından gerek Müslümanların yaşadığı ülkelerde ve gerekse Müslümanların azınlık olarak yaşadığı Paris, Londra ve Berlin gibi metropollerde gerçekleştirdiği anketlerde, Müslümanların demokrasiyi en yararlı sistem olarak gördükleri, ifade özgürlüğü, serbest seçimler ve insan haklarına daha fazla destek vermeleri dikkat çekici.

İslam dünyasında “iktidar dışında kalan ve iktidar erkini kullanmayan herkes demokrasi istiyor” iktidara geldiklerinde ise demokratik değerleri çok çabuk unutup kendilerine yarar sağlayacak ikincil dini değerleri ön plana çıkarıp baskı aracına dönüştürerek iktidarlarının ömrünü uzatma yonulan gidiyorlar.

Geleneksel dönemlerde insanlar aşiret ve aile aidiyetleriyle değer kazanırdı.  Demokrasiler de ise her kes kanun önünde eşittir. Bugünkü insanlık deneyimleri demokrasiyi, hak ve özgürlüklerin kullanılabilmesine imkân veren ve bunu güvence altına alan en iyi yönetim şekli olduğunu göstermektedir.

Müslümanlar için demokrasiden başka bir çıkış yolu olmadığı yaşanan tecrübelerden ispatlanmıştır. İslam okumayı, ilimi çalışmaları, sanatı teşvik ediyor bu da ancak özgürlüğün yaşandığı, fırsat eşitliğinin olduğu demokratik yönetimlerde gerçekleşebilir. Anti demokratik İslam ülkelerin, demokratik gelişmiş ülkeler karşısında her konuda yüz yıl geriden gitmelerinin nedeni yönetim tarzlarıdır.

Hala “demokrasi İslam’a aykırıdır” iddiasını sürdürenlerin çoğunun başları sıkıştığında veya ülkesinde başı derde girdiğinde, demokrasinin uygulandığı gelişmiş Avrupa ülkelerine kaçtıkları, imkânı iyi olanların çoğunun da çocuklarını iyi bir eğitim ve gelecek için buralara gönderdiklerine şahidiz.

Sonuç olarak İslam ülkelerinde demokrasinin önündeki bariyer din değil, sosyo-ekonomik, kültürel, feodal ilişkiler ve gelir adaletsizliğinin doğurduğu yoksul halk kitlelerinin otoriteye muhtaç bırakılmasıdır.

İslami demokrasi değil, demokrasi içinde İslam’ın benimsenmesi lazım.

Kaynakça

1- Muhammed Taha / Er Risaletül Sani

2- Fazlur Rahman / Taha Akyol Tweet’den alıntı

3- Abdulvahhab  El-Efendi / Nasıl bir devlet?

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Haydar kemal kurt
26.07.2020 22:31:44
Gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının yaşam seviyesi ve alternatif yaşam şekillerine erişim bu gün pek içaçıcı görünmüyor. Yani demokrasinin en gelişmiş ülkelerinde. Bizim İslam ülkelerinin yönetim şeklimiz ise gelişmiş ülkelerinin etki ve yönlendirmesine teslim. Hangi örnekle neyi kime münasip göreceğiz. İnanç, kültür, kavimsel özellikler coğrafyanın getirip götürdükleri vs. Belkide yönetim şeklini değil kamusal gücün ne için var olduğu bilinci daha öncelikli olmalı

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR