Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Ils Sont Eux

Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Dil düşüncenin evidir denilir. Belki bir adım daha ileri gidilerek dil düşüncenin yurdudur da denilebilirdi. Adem’e kelimelerin öğretilmesinin hikmetini de burada aramak gerekir.  Dillerin ve renklerin Allah’ın ayeti oldukları Rum suresinde beyan edilir. Tevrat’ta yaratılış babında dillerin farklılaşmasını insanoğlunun azgınlıklarından dolayı cezalandırılması olarak sunulur. Kitab-ı Kerim’in aksine Tevrat dillerin farklılaşmasını bir gazaba uğrama olarak tanımlaması ontolojik bir tahrifatı da kaçınılmaz kılar. 

Dil insanoğlunun dış dünya ile eşya ve yaratıcı ile ilişkilerinde nesilden nesile aktarılan bir düşünce birikimi ve kültür inşasını mümkün kılar. Toplumlara kimlik kazandıran, güçlü kılan şey düşünsel ve kültürel derinlikleri, kök salmışlıklarıdır. Bunun temelinde de güçlü bir dilin varlığının yattığı söylenebilir.

Dillerin Allah’ın ayetleri olduğunun belirtilmesi, vurgulanması, iman edenler için artı sorumluluklar, duyarlılıklar yükler. Kültürel asimilasyonların ilk etkilediği, sarstığı alan, hedef aldığı şey o kültürün dilidir. Dil zayıflarsa, aşındırılırsa kültürel asimilasyon diğer hedeflerine daha rahat ulaşır. Bu bağlamda İslami duruş ve mücadelenin kültürel boyutta ilk duyarlılık geliştirmesi gereken alan dile yönelik saldırıların, yasakların karşısında durmaktır.

Yazının icadı dilin sembollerle ifade edilmesi sistematiğini geliştiren ilk köklü değişim olmuştur. Kalem, kitap ve yazı kültürel gelişmişliğin en güçlü taşıyıcı enstrümanları haline gelerek insanoğlunun medeniyet formunun şekillenmesinde belirleyici olmuştur.

Bugün yazısı olmayan bir dilin yaşama şansı yok denecek kadar azdır dense abartı olmaz. Alfabesiz dil kökünden sökülmüş bir ağaç gibidir.

Osmanlı modernleşmesinin 18 yüzyıl serüvenin taşıyıcı dili Fransızca olmuştur. Fransızca Avrupa merkezli aydınlanmanın merkez kültürlerinden birini temsil eder. Fransız devrimi entelektüel altyapısında düşünce ve felsefe alanında ortaya konulan eleştirel aklın, skolastik din ile hesaplaşmanın, pozitivizmin literatürü/vokabüleri Fransızca ile şekillenmiştir. Fransızca aşkın ve felsefenin dilidir denilebilir bu minvalde.

Yeni Cumhuriyeti Osmanlı modernleşmesinin final sahnesi olarak tanımlamak yerinde olur sanırım. Cumhuriyet nötr bir kavramsal çerçeve. Kemalist devrimciliğin altı temel ilkesinde bulur kavramsal tanımını. Statükonun ideolojik paradigmasının amentüsü niteliğindeki altı temel ilke ve onu besleyen yardımcı ilkeler modernleşme serüveninin otoriter, jakoben şekillenişinin kutsal metinleri, tanımları olarak görülebilir.

Bu paradigmayı bütünsel bir çerçevede anlamlandırmak ve bu bağlamda analizini yapmak gerekir. Kemalist paradigmaya parçacı yaklaşım, kendi değerler dünyasını bu paradigma ile uzlaştırmak için kullanılan elverişli ve aynı zamanda aldatıcı bir stratejidir.

Cumhuriyet kavramı Kemalist paradigmada milletin hakimiyeti, kendi kendini yönetme iradesini ortaya koyması anlam gelir. Dönemin koşulları cumhuriyeti eski düzenle bir hesaplaşma refleksi ile şekillenmesini beraberinde getirmiştir. Monarşik bir yapı olan saltanat kaldırılmış ve Cumhuriyet tek adam hükümdarlığına karşı milletin hakimiyetini sağlayan bir yönetim modeli olarak ilan edilmiştir. Ardındın 3 Mart 1924 halifeliğin kaldırılması (Daha sofistike bir taktikle TBMM’de şahsi manevisi mündemiçtir denilmiştir.) Cumhuriyete laik, seküler bir karakter kazandırılmıştır.

Cumhuriyetin kültür devrimleri bu laik, seküler duyarlılıklar ikliminde şekillendiği görülür. Özellikle latin alfabesine geçiş bu alandaki en radikal değişimlerden biridir. Bu değişim Türkçenin gelişimi önündeki zorlukların kaldırılması olarak pazarlanır, sunulur. Türkçe dil yapısına arap alfabesinin uyumlu olamadığı bu nedenle Osmanlıca alfabesi ile bu aşılmaya çalışıldığı ancak bunun da yeterli olmadığının görüldüğü savunulur.

Günümüze kadar başta muhalif sol, İslami ve milliyetçi çevrelerin Kemalist paradigma ile yüzleşmeleri,  hesaplaşmaları parçacı yaklaşımlar üzerinden şekillendiği için, bir kesim için eleştirilen, yerilen değişimler diğer bir kesim için kazanım olarak algılanmış ve ortak ideolojik bir muhalefet paydası oluşmamıştır. Hatta statükonun hışmına uğramamak için kendi değerler dünyası üzerinden yeni Kemalist yorumlar geliştirerek kendilerini meşrulaştırmanın kaypak stratejilerine mahkum ve mecbur kılmışlardır.

Bugün artık Kemalizmin ortak bir tanımını yapmak neredeyse imkansızdır. Kemalizmin sol ve milliyetçi yorumlarından sonra Ak parti iktidar süreci sonrası muhafazakar Kemalizm yorumu da bu bağlamda her geçen gün daha bir kıvam kazanmakta, kendi değerler dünyasını Kemalizm üzerinden meşrulaştıracak argümanlara her geçen gün bir yenisi katılmaktadır.

Son derin entelektüel yüzleşmelerden biri de Ak partinin önemli kurmaylarından Mahir Ünal’ın latin alfabesine geçiş ile ilgili eleştirileri üzerinden ortaya çıktı. Ünal’ın özetle söylediği latin alfabeye geçiş, dili sığlaştırdığı, düşünce, felsefe üreten bir dil olmaktan uzaklaştırdığı, sadece yeme, içme gibi günlük yaşamsal ihtiyaçları ancak karşılayabilen bir dile dönüştürdüğü değerlendirmesiydi. Bu ifadelerin medyaya yansıması sonrası yeni muhafazakar Kemalizm’in rüşdünü ispatlamasının bir fırsatına dönüştürülerek, Mahir Ünal bu krizin kurbanı olarak feda edildi. Oysa Ünal,  yıllarca İslami çevrelerin sisteme yönelik en temel eleştirilerden birini, hatta bir ezberi tekrar etmişti.

Mahir Ünal’ın bu çıkışının kendi partisi üzerinden bu kadar sert bir şekilde cezalandırılmasının temel nedenlerinden biri kuşkusuz MHP ile sürdürdüğü Cumhur ittifakıdır. Statükonun daha kıdemli milliyetçi Kemalizm’in sert duvarlarına çarpan bu eleştiriler ittifakın selameti için cezalandırıldı.

Milliyetçi ideoljinin kurmaylarından olan Mümtazer Türköne, Mahir Ünal’ın açıklamalarını düşünsel olarak oldukça yetersizi ve zayıf gördüğünü beyan eden bir analiz yaparak adeta bu konuda tüm İslami çevrelerde derslerine iyi çalışmaları gerektiğini hatırlatan bir değerlendirme yaptı.

Türköne, Osmanlı alfabesinin yetersizliğini ve değişmesi gerektiği düşüncesinin yeni olmadığını, Osmanlı modernleşme sürecinde bu konunun çeşitli dönemlerde gündeme geldiğini vurguladı. Sesli harflerin olmayışı Türkçe dil yapısı ses karekterine bu alfabenin uymadığı tezinden yola çıkarak değişimin gerekli ve yerinde olduğunu savundu. Tanzimat dönemi sadrazamlarından Mehmet Emin Ali Paşa’nın resmi yazışmalarında ortaya çıkan yanlış ve hataların düzeltilemediği şikayetine önlem olarak resmi yazıların Fransızca yazılıp sonra Türkçeye çevrilmesi uygulaması yaptığını belirterek er geç bu alfabenin değişiminin kaçınılmaz olacağını ifade etti.

Kemalist sol kesimler ise, alfabenin değişiminin öğrenme zorlukları yanı sıra, çeşitli güvenilirlikleri yeterli olmayan istatistiklere dayanarak okuma yazma oranının bu öğrenme zorlukları nedeni ile çok az olduğu, dolaysıyla alfabe değişikliği ile okur yazarlığın kolaylaşarak yaygınlaştırıldığı savunmasını yaparlar.

Kemalist solun ve Türköne özelinde Milliyetçi Kemalizm’in latin alfabeye geçişte görmek istemedikleri temel unsur kültür genetiğinin seküler ve laik niteliği üzerinden mutasyona uğratılmasıdır. Harf devrimi İslam’ın temel değerler dünyasını şekillendiren Kuran-ı Kerim ile arasına örülen kalın duvarlardır. Anadolu’nun İslamlaşması ve kültürünün 1000 küsür yıllık yoğrulduğu İslam dini ve düşüncesinin soykırıma uğratılmasıdır kırılma yaratan. Türköne bu duruma atfen yine tam hakim olmadığı bu kültür iklimine yönelik ezanın Türkçeleşmesine karşı çıkılıp tekrar dönüş yapılırken cuma hutbelerinin maya tuttuğuna dikkat çekmek ister. Ancak cuma namzının bir devlet namazı olması hasebiyle Osmanlı döneminde bile hutbenin   ilk bölümünün toplumsal meselelere konu edinerek devletin topluma dönük duyuru ve mesajlarını içerdiğini ve dolayısıyla her coğrafyada orada yaşayanların diliyle verildiğini, ikinci kısmının ise dua ve ayetlerden oluştuğu için arapça metinlerden okunduğunu ve bunun hala böyle devem ettiğini bilmemesi veya görmek istememesidir. Yani hutbenin Türkçeleşmesi diye bir değişim olmamıştır.

Batı merkezli modernleşme birçok ülkede kültürel değişim yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Ancak ülkelerin kendi kültürel köklerine olan bağlılıkları birçok ülkede korunmuştur. Bugün Küresel pazarların en güçlü tedarikçisi olan Çin kendi alfabesini latin alfabesiyle kullanmaya devam etmektedir. Benzer şekilde Kiril alfabesi kullanan Rusya ve diğer slav ülkelerde de aynı durum başarıyla sürdürülmektedir. Japonya ve birçok arap ülkesinde de ikili alfabe sistemi kültürel bir zenginlik olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Ayrıca Yunus Emre’den Şeyh Bedrettin’e, Köroğlundan Karacaoğlan’a halk edebiyatının asırlar boyunca taşyıcılığını yapmış bir dilin alfabesini radikal bir şekilde değiştirmek, fonetiğin, gramerin çok ötesinde kültürde derin bir travma yaratmak, bir soykırım etkisi oluşturmaktır.

İls sont eux/ Onlar yalnızca Onlardır şiirinde İsmet Özel, statükoya ömrünü harcamış bir valinin  istifasını vererek,her gün zaten pırıl pırıl olan kundurasını parlatmayı aksatmayan ayakkabıları ile çamurlu yollardan çocukluk arkadaşı olan ayakkabı tamircisine kendini atması metaforu üzerinden topluma rağmen kendini var etmeye çalışan statükoların varlığını ancak bir ucube olarak ürettiği ve hep bir ötekinin gözünden kendini var kılarak en güçlü “Onlar” olarak var ettiği sanal gerçekliklerdir tabulaştırılan, aşılmaz kutsallar haline getirilen. Gerçekte var olan ise insanın fıtri varoluş sancılarıdır kendini yine kendini yarattığı ideolojik zindanlara mahkum kılarak son pişmanlıkları çamurlu yollardan hakikat menzilllerine dönüşü mahkum kılan.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR