Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


II. ABDÜLHAMİT” ULU HAKAN” MI “KIZIL SULTAN” MI?

Faysal Mahmutoğlu'nun yazısı;


 

Hamiyyet gamz eden bir pak alın kimde gördünse,

“bu bir cani” dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.

müvekkel eyleyip casusu her vicdana, her hisse,

düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se…

Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e

“ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler,

ah o yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer,

akıbet çok kötü…” (1)

 

Herkes gurur duyacağı bir geçmişe sahip olmak ister, Ama hiç kimsenin geçmişi yalnızca gurur duyacağı olaylardan oluşmuyor.

30 Mayıs 1876 günü Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa’nın başını çektiği bir darbe ile tahttan indirilen Abdülaziz’in (amcası) yerine Abdülmecid’in ilk Şehzadesi akli sağlığı yerinde olmayan 5. Murat tahta geçirilmişti. Saltanatının 93. Gününde “ akıl rahatsızlığı “ nedeniyle tahtan indirilen 5. Murad’ın yerine 31 Ağustos 1876 da II. Abdülhamit tahta çıkarıldı. İlk işi, Kanun-i Esasi’yi yayımlamak ve bunun gereği olarak Meclisi açmak olmuştu. Bu icraat, kendisini tahta çıkaran Mithat Paşa, Namık Kemal ve Krikor Odyan gibi reformistlere verdiği sözün gereğiydi.  Ancak bu kısa sürdü. 20 Eylül 1877 yılında sıkıyönetim ilan ederek daha bir yılını doldurmadan 18 Şubat 1878 de Meclisi kapattı ve Kanun-ı Esasi’yi rafa kaldırıldı.

19. yüzyıl şehzadeleri arasında ciddi bir eğitim alan pek yoktur. Saltanatta 33 yıl gibi uzun bir süre kalması ve bu görev zarfında birçok önemli olayın cereyan etmesi onu kardeşlerinden farklılaştırır. 1909 yılında bir darbeyle tahttan indirildiğinde “en fazla nefret edilen kişi” olarak görüldüğü halde onu Selanik’te gözaltında tutmakla görevli Fethi bey (Okyar) onun birçok meziyetlerinden bahseder.

Toplumun bir kesimi II. Abdülhamid’i, ittihadı İslam siyasetiyle dünya Müslümanlarını sahiplenen, Osmanlının mukadder gözüken parçalanmasını engelleyen veya geciktiren “ulu hakan”  olarak kavramsallaştırırken, buna karşılık bir diğer kesim ise onu tanzimat ile başlayan modernleşmeyi durduran bilim düşmanı, gerici, psikolojik sorunları nedeniyle tutarsız siyaset üreten yarı meczup bir “müstebit” olarak resmetmektedir.

II. Abdülhamit tüm olumsuzlukların kaynağı, bir yarı meczup ve “gericilik sembolü” olarak resmedilen imajı nasıl hakikati tam yansıtmıyorsa imparatorluğun çöküşünü ve Türkiye’nin yüzyıllık sorunlarını “yüzyıllık Abdülhamitsizlik”e bağlamak da tarihi gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Yaşadığı dönemin tarihi bağlamından kopartılarak TV. dizileri ile günümüz siyaseti ve gençler için “rol model” ve “numune-i imtisal” haline getirmeye çalışmak fevkalade sorunlu ve beyhude bir uğraştır. Elçi tokatlayan “ulu hakan” masalıyla bir yere varamayız. Dizide Abdülhamit Cuma selamlığına mehter eşliğinde çıkıyor, Oysa Abdülhamit zamanında mehter yasaklıydı. 1826 yılında yeniçeriliğin kaldırılması sırasında mehter yasaklanmıştı ta 1917 yılında Enver Paşa tarafından tekrar kuruldu.   Araştıran, düşünen ve sorgulayan günümüz gençliği de bu masallara inanmaz. Abdülhamit’ten bir kahraman çıkarma fikri Necip Fazıl Kısakürek’e aittir. “Ulu Hakan” kelimesini ilk kullanan ise Nihal Atsız’dır.

1880’den itibaren kendisini Yıldız sarayına hapseden Abdülhamit geleneksel törenler dışında dışarı çıkmamıştır. Yalnızca yılda iki kez Beşiktaş’taki Sinan paşa Camii’ne iner, yine yılda bir kez de Ramazan ayı içerisinde Topkapı Sarayı’na Hırka-ı Şerifi ziyaret için giderdi. Cuma selamlıklarını da sarayın önündeki Hamidiye camiinde düzenlerdi. İstanbul’u resimlerden tanıdığı söylenir, bunun için binlerce kare fotoğraf çektirdiği iddia edilmekte. Kardeşleri Reşat ve Vahdettin’i hep potansiyel tehdit olarak görürdü. Her an suikasta maruz kalabilir düşüncesinden kurtulamıyordu. Haklı da çıktı. 1905 yılında Ermeniler kendisine yıldız Cami avlusunda suikast düzenlediler. Abdülhamit bu saldırıdan Şeyhülislam Cemalettin efendinin bir şey arz etmesi üzerine kıl payı kurtuldu. Yakınında bulunan 26 kişi can verdi. Ermeniler bu görevi Belçika vatandaşı Edward Jorris isimli birine vermişti. Jorris yakalanıp suçunu itiraf eder ve idama mahkûm edilir. Belçika devletinin devreye girmesiyle idam mahkûmu Jorris gizlice ülkesine iade edilir.

Tüm otokratik karakterlerde olduğu gibi Abdülhamit de kişisel bir kült inşa ederek bütün yetkileri kendi elinde toplayarak liyakat yerine sadakati, hikmeti hükümet temelli kararlar almıştır. Bunun sonucunda meclisi kapatarak otuz yıl kapalı kalmasını sağlamıştır. Seçim yapılmamış, hükümet fiilen sorumsuz hale getirilmiştir. Meşruti monarşinin “meşruti” kısmını ortadan kaldırmıştır.

Abdülhamit dönemi denilince akla ilk gelenler;

-Yasaklar: Paranoya derecesine varan vehimli bir adam olduğu buna bağlı olarak “jurnal” rejimi tesis ettiği konusunda herkes hemfikir. Bu yasaklardan kelimeler bile nasibini alıyor.  Coğrafi bir terim olan “Burun” kelimesi yerine  “karaların denizlere doğru ilerlediği yer”  kullanılıyordu. “yıldız” kelimesi de yasaklılar arasındaydı. Abdülhamit döneminde yasaklı kelimelerin bazıları; adalet, anarşi, avam, bomba, büzürgvar, demokrat, diktatör, hafiye, Ermenistan, cemiyet, cumhuriyet, hürriyet, inkılap, istibdat ve başkaca birçok kelime. Kelimelerin yanı sıra birçok kitap, dergi ve gazete de yasak kapsamındaydı.

Kitapların yasaklanması 1902 yılında Dâhiliye ve Maarif Nezareti memurlarından oluşan bir teftiş heyeti kurularak sistemleştirilmişti. Heyet, “dini yönden sakıncalı, devlet aleyhinde olup olmadığına ve ahlaka aykırılık taşıyıp taşımadıklarını” incelemekteydi. Yasaklanan kitapların birkaç örnek;  Kelile ve Dimne, Gülistan, Kitab-ı Muhammediye, Reşit Rızanın Fatiha tefsiri, Tarih-i Osmani, Kırk Hadis ve Abdülhak Hamit ile Namık Kemal’in bütün eserleri, İbn Batuta ve Evliya çelebinin seyahatnameleri de yasaklılar arasındaydı.

Bütün bunlardan daha vahimi tıpkı ortaçağda ki gibi yakılan kitaplar var. Yasak olduğu gerekçesiyle toplatılan kitaplar yakılmak üzere Maarif Nezareti’ne gönderilmekteydi. Taşrada ise bu tür kitaplara rastlanılması durumunda mahallinde yakılmaktaydı. Yakılan kitaplar arasında Namık Kemalin Osmanlı Tarihi, İntibah, Vatan yahut Silistre, Abdülhak Hamit’in Nazife, Makber, halk edebiyatından Leyla Mecnun, Köroğlu gibi kitapların olması olayın vahametini ortaya koyuyor.

Çemberlitaş hamamında 1902 yılının Mayıs ayına kadar yakılan kitaplar 131 kalem ve toplam 29681 adettir. Maarif Nazır’ın Saray’a gönderdiği 24 Mayıs 1902 tarihli yazının ekinde belirtilen yakılan kitapları da ilave edersek bu sayı 30302 ye çıkmaktadır. (2)

- Sürgünler: Muhbirliğin yaygınlaştığı, “Sürgün”ün ceza olarak kullanıldığı, eski sadrazamların yabancı elçilik ve konsolosluklara sığınmak zorunda kaldıkları da acı bir gerçek. Sürgüne gönderilenlerin arasında en önemlisi kendisini tahta çıkaran Mithat Paşa ile kız kardeşi Cemile Sultan’ın kocası Damat Mahmut Celalettin Paşadır. İkisi de Taif zindanında boğdurulmuştur. Selanik’te kendisinden sorumlu binbaşı fethi bey (Okyar) hatıratında Mithat paşa cinayetini kendisine sorduğunu ve hiç tereddüt etmeden şöyle cevap verdiğini anlatır:

-Facia hala muhafaza ettiğim elemler arasındadır. Fakat İsm-i Celal’e kasem ederim ki cinayetten malumatım ve iznim yoktur. Bu hakikati, meşruiyetin ilanından sonra iki defa kabul ettiğim merhum Mithat Paşanın oğlu Ali Haydar Mithat beye ifade ettim. Kendisine, eğer tereddüttü varsa, tahkikat yapması için elimden gelen yardımı yapacağımı söyledim.

“Sultan Hamit’e Mithat ve Mahmut paşaların katillerinin neden buldurulmadığını sormadım. Çünkü iki paşanın da doktor raporuyla hastalıktan öldüklerini söyleyecekti” diyor Okyar. Ve devamla; “Sultan Hamit gibi, ülkede uçan kuşun kanat sesini duymaya çalışacak kadar hadiselerin içinde olma itiyatındaki  tacidarın, birisi eniştesi, diğeri siyasi fikirlerine bu kadar ehemmiyet verdiği ve şahsiyeti Avrupa’da, malum mahkumiyeti tenkitlere yol açmış, milletçe çok sevilen değerli vatan evladının hunharca ve zalimce öldürülmelerinden haberi, hatta izni  olmaması mümkün mü” (3)

-Basına uygulanan ağır sansür: Basının sadece ne yazmayacağı değil, “ne yazacağının” da tebliğ edildiği bir rejim inşa edilmişti. Basın yayın izne tabiydi, zamanla bu izin ağırlaştırılmıştır. Örneğin uygun olmayan kelimelerin kullanılmaması, manası müphem yazıların yayımlanmaması, kadınlardan ve talebelerden gelen makalelerin kabul edilmemesi ve sansür memurlarının çıkardığı kısımlar hakkında yorum yapılmaması gibi şartlar söz konusuydu. Basına uygulanan sansür sadece İstanbul’la sınırlı değildi, Lübnan basını bile sansüre tabiydi.

-Modernleşme çabaları: Modernleşme projesinin başında modern eğitim ve modern bürokrasi gelir. Dini taassuba karşı modernleşmeyi savunur. Abdülhamid’i “ulu hakan”laştıran İslamcılar, onun modernleşme çabalarını görmezden geliyor. Avrupa’da yükselen milliyetçiliklere karşı duruşu, gelenekle modernliği bağdaştırmayı hedeflemesi ve başlattığı eğitim hamlesi takdire şayandır. Batı karşıtlığına rağmen eğitimin yaygınlaşmasını sağlamış ve çağdaşlaştırmıştır. Cumhuriyeti kuran kadroların tümü Hamid’in yaptırdığı okullardan mezun oldular. İstanbul üniversitesi Merkez kampüsü, Haydar Paşa Lisesi,  İstanbul Erkek Lisesi, birçok askeri bina, kışla, taşradaki birçok hükümet konağı ve eğitim tesisi onun zamanında yapılmıştır.

- Pan-İslamist politikalar:

Abdülhamid’in İslamcılığının özünde imparatorluğu yaşatma çabası var. Kibrit dahi üretemeyen bir millet için sanayileşmiş Avrupa karşısında belki de tek seçenek hilafete sarılıp İslamcılık gütmekti. İslamcılık onun için bir amaç değil bir araçtı. İslamcılığı, İslam’a bağlılıktan değil tamamen “reel politik” ya da “jeo politik”tir. Yemeklerden sonra konyağını ve şarabını içen biriydi.

Döneminin en önemli muhalifleri, günümüz İslamcıların referans kabul ettiği Mehmet Akif, Said-i Kürdi ve Derviş Vahdet,  Ziya Paşa, Filibeli Ahmet Hilmi, Eşref Edip, Babanzade Ahmet Naim, Elmalılı Hamdi Yazır gibi İslamcıların olduğu unutulmamalıdır. Bu Müslüman aydınlar din adına tesis edilen istibdada karşı hürriyeti savunuyorlardı.

 Abdülhamid’in çalışma arkadaşlarının çoğu Rum, Yahudi ve Ermenilerden oluşmaktaydı. Yahudilerle ilişkisi fevkalade iyiydi, dünya Siyonizm kongresinin lideri Teodor Herzl ile Sultan Hamit arasında Filistin üzerinden geçtiği iddia edilen diyalog belgesi olmayan bir menkıbeden ibarettir. Aksine Teodor Herzl Sultan Tarafından hüsnü kabul görmüş ve kendisi birinci ve üçüncü dereceden nişanlarla taltif edilmiştir. Ayrıca Yahudi Rothchilder ailesiyle de sultan ileri derecede içli dışlıdırlar.

Abdülhamit toprak tavizi vererek imparatorluğun ömrünü uzatmaya çalışmıştır. Ali Suavi’nin başarısız saray darbesi sonrası Abdülhamit İngiltere’den koruma talebinde bulunur,  İngiltere’den olumlu cevap alınması üzerine 24 Haziran 1878 tarihinde Kıbrıs üs olarak kullanılmak üzere koruma karşılığında İngiltere’ye bırakılır.

 Abdülhamit döneminde İki Türkiye büyüklüğünde toprak kaybı yaşanmıştır. 1878 de Kars –Ardahan, 1881 de Tunus, 1882 de Mısır, 1884 de Somali, 1897’de Girit, Sudan 1885, Midilli 1901, Bosna –Hersek ile Bulgaristan 1908 de kaybedilir.

Cumhuriyettin Abdülhamit düşmanlığı, çizdiği portre abartılı ve ideolojiktir. Onu İblis gibi göstermek objektif bir değerlendirme değildir.

 Osmanlı Rus savaşı sonunda 1878 de imzalanan Berlin anlaşmasının 61. Maddesi uyarınca Doğu Anadolu’da Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı altı vilayette (vilayeti sitte) yapılması gereken Ermeni ıslahatlarının bir türlü yapılmaması üzerine ortaya çıkan gerilim sonucu 1894 yılında doğu Anadolu’da başlayan, ardından orta Anadolu ve Karadeniz bölgesine yayılan ve 26 Ağustos 1896 yılında Osmanlı bankası baskını ile ve onu izleyen katliamların ardından 1909’a kadar bazı kaynaklara göre 80 bin, bazı kaynaklara göre 200 bin ermeni katledilmiştir. Artık Ermeniler için Abdülhamit, “kızıl sultan” idi.

Sultan Hamit, Ermenilere karşı Kürtleri kullanma yoluna gitti. Bu suretle hem Türk askeri birlikleri gerilla savaşında yıpratılmayacak,  hem de Kürtler’in kendilerinin Ermenilere karşı silahlandırılması hakkındaki bitip tükenmek bilmeyen talepleri yerine getirilecekti. Bu suretle “Hamidiye alayları” denen Kürt süvari birlikleri teşkil edildi. Bunların subayları, tanınmış Kürt aşiretlerinin ileri gelenlerinden seçildi. Bunlara verilen subaylık rütbeleri, yalnız kendi alaylarında geçerli idi. (4)

İttihatçılar onu tahttan indirip herkese umut dağıttıktan sonra Abdülhamit rejiminden daha otoriter baskıcı bir rejim kurarak öyle bir uygulama ortaya koydular ki Abdülhamit’ten nefret edenler bile 1918’de öldüğünde, cenazesine koşup gözyaşı dökerler. Cenazesinde Talat Paşa’nın bile ağladığı iddia edilir.

Abdülhamid’i deviren İttihatçıların kafasında ise Ermenileri külliyen tasfiye, Kürtleri asimile, Arapları ise “federasyon” ile devlete bağlı olarak tutmak vardı. Ermeni tehciriyle kısmen de olsa düşüncelerini uygulamaya koydular ama Arapları İmparatorluk bünyesinde tutamadılar.

 

Kaynakça

1- Mehmet Akif

2- Fatmagül Demirel II. Abdülhamit döneminde sansür

3- Fethi Okyar / Üç devirde bir adam

4- Yılmaz Öztuna / II. Abdülhamit zamanı ve şahsiyeti

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR