Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


II. Abdulhamid ve İstibdat

Yazarımız Faysal Mahmutoğlu'nun "yeni" yazısı...


İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, grup konuşmasında Tayyip Erdoğan’ı Abdülhamid ile özdeşleştirerek, İttihat ve Terakki Cemiyetinin 1908-1909 yıllarındaki temel sloganı olan “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” diyerek Abdülhamid tartışmasını yeniden alevlendirdi.

Erdoğan ise Akşener’e verdiği cevapta Abdülhamid’i savundu. Erdoğan, “Abdülhamid 33 yıllık iktidarında hiç toprak kaybetmedi” dedi. Abdülhamid’in idam edildiğini söyledi.

Elbette ki Erdoğan Abdülhamid’in 33 yıl hüküm sürdüğü esnada yaklaşık olarak 1,6 milyon kilometrekare (iki Türkiye) toprak kaybettiğini, Beylerbeyi Sarayı’nda kalp yetmezliğinden vefat ettiğini biliyor. Erdoğan bir şey daha biliyor; “Aya altı şeritli yol yapacağını söylese inanacak büyük bir kitlenin var olduğunu” da biliyor. Erdoğan, Tarikat ve Cemaatlerin tahayyül ettiği Abdülhamid’i de biliyor.

Günümüz muhafazakarların dünyasındaki Abdülhamid, 1940’lı yıllardan itibaren Büyük Doğu Dergisi ve Necip Fazıl Kısakürek tarafından yaratılan, “Ulu Önder”e karşı “Ulu Hakan” şeklinde kavramsallaştırılan bir lider kültünden oluşmaktadır. AK Parti döneminde Türk muhafazakarları ve siyasal İslamcılar tarafından Abdülhamid devri “modern dönem altın çağı” ve “ideal rejim” şeklinde takdim edilmiştir ki, bu tamamen cumhuriyet karşıtlığının tezahürüdür.

Günümüzde ise saçma sapan televizyon dizileriyle gerçekle hiç ilişkisi olmayan bir efsane halesi yaratarak kahraman haline getirmeye çalışıyorlar.

Osmanlı muhafazakarları ise Abdülhamid dönemini gayr-ı İslami olduğunu iddia ederek rejim karşıtı girişimlere destek olmuşlardır. Bunlara Mehmet Akif, Manastırlı İsmail Hakkı, Said Nursi ve Sait Halim Paşa’ya uzanan geniş yelpazedeki İslamcı entelektüeller de dahildir ki, bunlar Abdülhamid dönemini “istibdat” rejimi olarak nitelemişlerdir. İslamcı düşüncenin amiral gemisi sayılan Beyanü’l-Hak mecmuası “istibdat” konusunu çok katı bir şekilde işlemiştir.

Dönemin İslamcıları Abdülhamid rejiminin hitama ermesinden ziyadesiyle memnun kalmışlardır.

İslamcılar, İttihat ve Terakki’nin uygulamalarını da eleştirmişlerdir ancak hiçbir zaman Abdülhamid’i bir seçenek olarak düşünmemişlerdir. Akif’e göre Abdülhamid 33 yıl boyunca millete kan kusturmuştur. Ona göre masumların celladıdır, sefaletin ve rezaletin sebebidir. Onun dini kullanarak baskı rejimini sürdürmesini eleştirmiştir: “Gölgesinden bile korkup bağıran ödlek / Otuz üç yıl bizi korkuttu “Şeriat” diyerek.”

Abdülhamid, Ahmet Mithat Efendi vasıtasıyla yabancı basına servis edilen açıklamalarında “otokrat” olduğunu kabul etmiş, ancak müstebit suçlamasını kabul etmemiştir.

Saltanatının 93. gününde ‘akıl rahatsızlığı’ nedeniyle tahttan indirilen ağabeyi V. Murad’ın yerine 31 Ağustos 1876 tarihinde II. Abdülhamid 34 yaşında tahta çıkartıldığında Osmanlı, Rus tehdidi altındaydı. Sırbistan ve Karabağ prenslikleriyle savaş halindeydi. Abdülhamid Rus tehdidine karşı İngiltere ve Fransa’dan yardım almak istedi. Bu amaçla 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasiyi yürürlüğe koyup bunun gereği olarak meclisi açtı.

Daha bir yılını doldurmadan 20 Eylül 1877’de sıkıyönetim ilan edip meclisi tatil ederek anayasayı rafa kaldırdı. Hukuki açıdan meclis kapanmamış, ancak 1878 sonrasında seçim yapılmayarak 30 seneyi aşkın bir süre toplanmamıştır. Ayan üyeleri de toplanmamış, buna karşılık maaşlarını almışlardır.

Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı dış borçlarını bir süredir ödeyemez durumdaydı, o nedenle sürekli olarak faizleri de üzerine eklenip yeni vadelerle yenilenerek döndürülmeye çalışıyordu. Alınan dış borçlar üretim ve yatırım yerine Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi verimsiz alanlara yatırılmaktaydı. Bu da geri ödeme konusunda bir kaynak yaratmamaktaydı.

Sonunda 1877-1878 Osmanlı –Rus savaşıyla (93 harbi) birlikte İmparatorluk borçlarını ödeyemeyeceğini ilan ederek moratoryum ilan etmek zorunda kaldı. 1881’de meşhur Duyûn-u Umumiye İdaresi kuruldu. Bu, Osmanlı’nın adeta yarı sömürge haline gelmesi demekti. Farklı devletlerin temsilcilerin oluşturduğu idare, devlet içinde devlet gibi çalıştı. Bazı kritik vergiler buraya kanalize edildi.

1853-1856 Kırım savaşında Rusya’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer alan İngiltere ve Fransa 93 harbinde Osmanlı’nın yanında yer almadılar. Çünkü Osmanlı, artık borçlarını ödeyemeyen ‘hasta adam’ idi. Hasta adamın ölmesi an meselesiydi.

93 harbinde Osmanlı ağır bir yenilgi aldı. Padişah çok deneyimsiz ve iki yıldan az bir zamanda 8 Sadrazam değiştirerek ortak akıldan yoksun kaldı. Savaşı saraydan yönetmeye kalktı.

Abdülhamid “hasta adamı” yaşatmak için “denge politikası” uygulamaya karar verdi ki, bu da yalnızca “taviz” ve “imtiyaz” kavramlarıyla açıklanabilir. Bu “taviz”ler toprak verme şeklinde tecelli ediyordu.

1878 yılında Kıbrıs, destek amaçlı olarak savaşmadan İngiltere’ye bırakıldı. Yunanistan’a savaşıp yenilmediği halde Teselya ve Narda verildi.

Abdülhamid, 1881 yılında Tunus’u Fransa’ya, 1882’de Mısır’ı İngiltere’ye bıraktı.

Doğu Rumeli, Kuveyt, Yemen, Girit ve Sudan, “döneminde hiç toprak kaybetmedi” denilen Abdülhamid devrinde kaybedildi. Almanya Haydarpaşa Limanı ve Bağdat Demiryolu imtiyazlarını aldı.

Osmanlı, 1867’den itibaren yabancılara toprak satmaya başlamıştı. Abdülhamid de satmaya devam etti. II. Abdülhamid döneminde Edmond James de Rothschild, Rusya’dan gelen Yahudiler için önemli miktarda toprak satın aldı. Rothschild ailesi çeşitli yollarla 1882-1918 arasında Filistin’de 500 bin dönüm arazi satın aldı. Abdülhamid döneminde 20 bin Rus Yahudisi Filistin’e yerleşti.

Batılı ülkeler Osmanlı’dan ne istedilerse aldıklarından “hasta adamın” 30 yıl daha yaşamasına izin verdiler.

Abdülhamid, “İstanbul’u Rumlardan zapt ettik, fetih günü onlar matem tutmak ister” düşüncesiyle fetih kutlamalarına izin vermez. Ayrıca savaşların Osmanlıyı geri bıraktığını, askerlikten ziyade ticarete yönelmemesinden nedamet gösterir.

Gerçi o dönemde Abdülhamid yerine başkası da olsaydı büyük ihtimalle bu topraklar kaybedilecekti. Özetle Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük siyaseti imparatorluğun parçalanmasını önleyemedi.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR