Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Hâl Dili…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


“Lisan-ı Hal, Lisan-ı Kal’den üstündür”

İnsanın hayatında var olan iki dilden bahsedilebilir. Bunlar, hal dili ve kal dilidir.

Hâl dili, adı üzerine insanın üzerinde bulunduğu hâli belirten, onu ortaya koyan ve ondan hareketle insanın ne demek istediğini, isteğini belirten dildir. Bu dil, genellikle incelikli düşünen, işi, sık eleyip ince dokuyan, çok düşünen ve az konuşan insanların konuşma şeklini halleştiren dildir.

Bir şeyin, bulunduğu hâl üzere kalması esastan olduğuna göre, insanında hâl dili üzere kalması esas olarak değerlendirilebilir.

Esas, arzulanan bu olmakla birlikte, sebep-sonuç ilişkisi açısından bakıldığında hâl dilinin süregelen toplumsal ilişkiler açısından bir karşılığı var olsa da, halk dalkavukluğu anlamına gelen “popülizme” pek yer vermediği için insanların çoğunluğu açısından dolayı pek rağbet görmediği öteden beri bilinmektedir.

“Söz gümüşse, sükût altındır” fehvası gereği bu dile yönelik ilgiye mazhar olma durumu geçici olup, yine popülizmin baskın karakteri gereği giderek önemini yitirecek, ama “kendi gitti, adı kaldı yadigâr” kabilinden bahse konu olacaktır.

Konu, kendi yapısı gereği popülizmi kaldırmayacağı halde, “bunda bir şeyler var, cevher var” sözünü teyiden, toplumsal bir konumu bulunan, ya da “hak etsin, etmesin” toplumsal statü peşinde koşan birçok insanın, genel itibarıyla kâl diline ilgilerine rağmen susma taktikleri pratiğiyle “ağır adam” rolüne soyunması hâl dilinin önemli olduğunu göstermiş olsa da, bunun geçici olduğu söz konusudur. O çok meşhur, “ağır ol ki, seni molla sansınlar” deyişi, konu ile ilgili popülist pratiğe örnek verilebilir.

Bu tür taktiğin, her şeyden ziyade ve herkesten farklı olarak, o da tam olarak ne anlama geldiği insanın meçhulü olan maneviyat alanında, “manevi şahsın(!)” genellikle temel hiçbir şeye sahip olmadığı halde, sorulan soruların, iyi bir manevrayla geçiştirilip, olası cevabının ise daha sonra verileceği algısı çerçevesinde düşünülmesini kendi açımızdan anlaşılır kıldığını biliyor olmamız gerekir… Bir de, bu tür bir kisveye bürünüp zuhurattan haber verme adına hâl dili sömürüsüne de kapının aralandığını da…

Bu hâl dilinin, sadece manevi(!) alanda dindar insanların, yine sözde dindar zevat tarafından sömürülmesinde bir araç olarak kullanılmamakla birlikte, alabildiğine dinden uzak ve o derece seküler çevrelerde de ‘ulu zatlar’ın manevi varlıklarının bir nevi teminatı olarak işlevsel olarak kullanıldığı da görülmelidir.

Hâl dili, her ne kadar, olumlu, ya da olumsuz anlamda konuşma şeklinde değil de, fenomenolojik(görüngüsel) olarak bir anlama tekabül ediyor olsa da, içerik açısından konuşmayı da barındıran “hâlleşme/k” durumu da söz konusu…

Hâlleşmek, birbirine derdini, içinde bulunduğu durumu anlatmak, dertleşerek söyleşmek, dertleşmek anlamına gelebildiği halde, onun esasını ise, mecazi anlamda -bir kimseyle, bir şeyle- yakından ilgilenme eylemi olduğu, hâl dilinin mahiyetini belirgin kılar. Hâl dilinin, zıddı ise, kâl dilidir. yani; hâl, “gösterdi ki” anlamını içerirken, kâl dili ise “söyledi ki, dedi ki” kalıp ifadeyle karşılık bulur.

Hâl dili, belli bir popülizmi ve sükûtu içerdiği halde, kâl dili üzerinden de kişinin popülizme kayması mümkün olduğu gibi, bu dil aynı zamanda literal(lafzî) ve “kalıcı” bir öze, özelliğe sahiptir.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR