Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Aziz DARICI


Hayatımızdaki Yaşamsal Formlar

Yazarımız Az,iz Darıcı'nın, Özgün İrade Dergisi 2020 Ocak sayısında yayımlanan yazısı...


Hayatın yaşamsal formu, doğanın kendisi, ilahi sünnetullah ile çepe çevre kuşatılmış durumda. Her varlık kendi kaderini üzerinde taşımakta, fıtratına uygun ve bir düzen içinde yol almakta. Bu düzeni bozacak olan müdahalelere karşı direnç göstermekle birlikte; kendi doğallığını bozan her türlü girişimlere karşı kendi fıtratında var olan tepkiyi vermekte. Yapay olan her türlü şeye alerjik tavır takınmakta. Belki bu noktada en iyi gözlemler doğadaki bu olumsuz değişmelerde görülmekte.  Öyle ki eylemlerimizin sonucu olan küresel ısınmaya karşı tabiat kendi lisanı aslında bize uyarılarda bulunmakta. Bu uyarıların ciddi boyutu her ne kadar biliniyor olsa da çıkarsal beklentilerimiz geleceğimizi görmemizi engellemekte.

Doğa bu hal üzerinde iken, ıslah ve inşa sürecinin mimarı olması gereken insan; isyan ve imha süreci ile varlık aleminde oyun bozanlık etmekte. Kendi varlığına sırtını dönen insan, ilahi vahyin sözlerine ve peygamberin rehberliğine yüz çevirerek; yeryüzünde kibri ile dolaşmakta. Hakikate, iyiliğe, güzelliğe, erdeme dayalı yaşam modellerini elinin tersi ile itmekte. Kendine yeni yaşamsal formlar inşa ederek, ideolojik modeller ile insanlık taslamakta. Yeryüzünün onca genişliğine rağmen mazlumlara dünya dar edilirken, insanlık adına çıkılan yolda onca masum insanın canına mal olurken, nice bedenler kirletilirken, tarih kokan coğrafyaların hafızası silinirken,  aç ve yoksul insanların elinden çalınan mal ve mülk ile böbürlenerek hayat sürülmekte. Zalimliklerini örten hümanist yaklaşımlar ile sözde adalet ve özgürlük anlayışlarının insanlığı getirdiği nokta vicdanları parçalamakta.

Tüm bunların tesadüfi olmadığı, karar ve tercihlerimizin sonucu karşımıza çıkan kötülük, insanlığın ortak kazanımlarını heba ederken; bu kötülüğe karşı koyacak iyi ve erdemli insanların pasif ve cılız duruşları, kötülüğün ve taraftarlarının iştahını kabartmakta. Endividüalizm ile başlayan ne olduğu belli bile olmayan bireyselcilik,  hedonizme kapı araladı. Bir türlü tadını alamadığı bu dünyaya hıncını çıkarma adına yeryüzünü tarumar etmenin peşinde.  Nihilizm ile tüm değerler insanlığın yörüngesinden çıkarıldı. İnsanlığı getirdiği süreç ise egoizmin doruğa çıktığı ve gemisini değil de "Kendini kurtaran "kaptan" dır"  anlayışını işlettirmekte. Yani "Altta kalanın canı çıksın," demekte. Çıkmadığı söylemek için de insanlık tarihinden gafil olmak demek gerekirken bu hayat döngüsüne olan tepkiselliğimiz bile "Hak" nazarında tepki ile karşımıza çıkmakta.

Ateizm ve nihilist yaklaşımlar aklı putlaştırdı. Artık boşluğa düşen insan, kendini kurtarmanın yolunu "tanrı benim" iddiası ile doldururum niyeti ile hayata bakıyor. Çaresizliğine, cahilliğine, kötülüklerine dem vuran; hakikate olan her türlü çağrıya kulak asmıyor. Çünkü kendisine dayatılan yaşamsal formların şırıngasını yemiş. Aldığı ilaç aklını uyuşturmuş, vicdanını köreltmiş durumda. Öyle bir rüyada ki hayatın gerçeklerini bile konuşmak istememekte. Aldığı yanlış fikirlerin etkisi ile komada olmasına karşın kendi dışındakilere hava atmayı ihmal etmemekte.   “Din halkın afyonudur,” sözü Marx’ın en yaygın bilinen sözlerinden biridir. Dillerine doladıkları bu söylem her ne kadar hakikatte bir değeri yoksa da; pratik din anlayışımızdaki gerçeklere baktığımızda dikkatte alınabilir bir söz olarak görülebilir. Çünkü o kadar hurafe, din adına savunulursa, din tüccarlığı adına din satılırsa, Bel'am gibi din adamları dinde samimi olanların başında bekçi olursa, Müseylime-i Kezzab gibi peygamberlik iddiası ile ortaya atılan sahtekarlar prim yapıyorsa, cennet bahçeleri tapu adı altında satılıyorsa, günah çıkarma adına her türlü çirkeflik meşrulaştırılıyorsa,  adaletimiz ve insanlığımızı gösteren dini anlayış bozuk çalıyorsa; sizi uyutan bir dini anlayışa sahipsiniz demektir. Bunu söyleyen ilk insan ne Marx’tır ne son insandır, ne de son insan olacaktır.

Marx’ın bu söylemin altında yatan gerçek, hakikati teslim etme mi? Yoksa bunun üzerinden insanları hakikatten caydırma mı? Yoksa daha başka soruları da içeriyor mu?

İdeolojik tarafına başka bir önerme sunmak gerekir ise dine yapılan tüm eleştiri ve müdahalenin kendi alanlarına yapılan savunmada kendini gösteriyorken; insanların aklını bırakın uyuşturmayı, insanın aklını ve vicdanını tarumar eden bir gayretin içindeler. Dine afyonlaştırıcı rolü yükleyenlerin din derdi olmadığından, dillerinin de kemiği yok.  Eleştiri yağmuruna tuttukları, kendileri için din diye telakki ettikleri her şeye cevap üretirken; kendilerine açtıkları alanda yeni dinlerini hemen inşa ediyorlar. Dine olan yabancılıkları değil; düşmanlıkları konuşmak gerekiyor.  Kendi ideolojik dinleri için bir zemin inşa ettiklerini, tüm değerlerin dini referans kaynağı ile yol aldığını, insanlık adına söylenenlerin  dinin içinde kendini bulduğunu ancak kendi dinlerini deklare ettiklerinde, manifestolarında görülecektir. Tüm ideoloji babalarının saf olmadığını biliyorsak, itiraz ettikleri noktaların üzerinden yeni bir anlayış  devşirmek istediklerini görürsünüz.  Buradaki sorun ise söylemlerinin kışkırtıcılığı ile beraber, eylemsel olarak hayata sundukları fikirlerin toplumlara kriz ve çatışma olarak dönmesidir. Lakin insanlık bunu görecek bir bilinç düzeyine halen ulaşmamıştır.

Burada şu hususu vurgulamamız gerekecek. Doğru fikir hangi aklın ürünü olsa da hayatla ve dolayısıyla insanlık ile buluşur. Burada temas edilen fikirlerin kimden gelirse gelsin bizden değilse karşıyız anlayışı değildir. İrdelenmek istenilen fikrilerin insanlar ile buluştuğunda, onları bıraktığı zemin ve insanı son durağa götüreceği yol ile ilgilidir. Fikrilerin bütünsel yaklaşımları ve yaşamsal formları ile alakalı, kötülük ile hemhal olan anlayışlara dikkat etmemiz gerektiği ile ilgili hususlardır. Yani ebedi hayata hangi kapıdan gireceğimiz, hangi anahtar ile açacağımız hususudur. 

Her fikir yeryüzünde anlaşılmak, sahiplenmek ve yaşatılmak için sahneye çıkar. O yüzden kendi zıttında olan fikirlere karşı tahammülsüzdür.  Söz konusu İslam dini bile fikirlere karşı saygılı olmakla beraber tavizsizdir. Çünkü İslam dini  hayatın doğal renginin korunmasını, insanın kendi fıtratında olan hakkının hiç kimse tarafından gasp edilmesini istemez. Bunun için her türlü mücadele alanını hak-hukuk-adalet nezdinde verir. Lakin ideolojik kafa arızi olduğundan, çıkarcı olduğundan, insanın kötülük bilgisine el attığından, hakka karşı bir başkaldırı içerdiğinden hak-hukuk-adalet gibi değerleri piyasaya pek sürmek istemez. Kendi serbest piyasa koşulları ile hareket ederken, değer eksenli tüm anlayışları mekansal ve sınırlı piyasa koşullarına mahkum eder.

Bu anlamda modernizmin iz düşümleri olan tüm renkler eğer topluma dayatılıyorsa, modernizmin silahşor kalemleri, fikir baronları bu kurgunun devamı için uğraş veriyorsa; kendi fikirlerinin yaşatma adına verdikleri mücadele ile birlikte sonuçsal olarak ta ne elde etmek istedikleri ile ilgilidir. Bir başka ifade ile ilahi olsun beşeri olsun her din diğer dinin alanına taliptir. Her fikir diğer karşıt fikriyata "kötü" imajı ile hareket halindedir. İslami olarak hak ve batıl olarak ifade edilen bu gerçekliğin insan nezdindeki tezahürü ne kadar geçerli olduğu, insanların tercihleri ve o tercihleri sonucundaki fikirlerin hayat ile buluştuğundaki yaşamları ile ortaya çıkar.  Adem ile şeytan mücadelesinde temel faktör kendilerine tabi olanların aklına hitap etmek , kalbine temas etmek için verdikleri amansız savaşın hikayesidir. İnsan hem iyi hem kötü olabilir gibi melek ve şeytan yaklaşımları ile birbirine zıt iki karakteri aynı anda taşıyor düşüncesi ilahi ve tarihi öğretiler ile açıklanamaz. Ama insan hayatın içinde, kalbindeki iktidar mücadelesinde, akıldaki fikir çatışmasında, hayatındaki paradigmasında bazen kötü iken iyi hale gelebildiği gibi  iyi iken kötülüğün tarafına tercih ile geçiş yapabilir.

Zamansal ve dönemsel tercihler olmasına karşın insan hakikatin ürünü olduğundan, bu hakikate hakkını vermesi, doğru yol üzerinde karar kılması hayati bir önem taşıdığının farkında olmalı. Ömrünün sonunda kendi önüne gelen fikirlerin, yaklaşımların, yaşam biçimlerinin neye tekabül ettiğini iyi ölçmeli. İnsanın yaşadığı paradokslar kendisine ve hakikate olan yabancılığın göstergesidir. Hz. Peygamberin Cebrail'i gördüğü sahne ile ilgili ayette geçen " Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı."( Necm Suresi 11. Ayet) ilahi öğretideki gibi bir bakış açısı ile fikirlere, olaylara, hayata bakmak gerekiyor. İnsanlığın tüm kazanımlarının korunması, değer eksenli bir yaşam formu, ebedi yolcuğa hazırlık gibi aşamalar bu net duruştan geçiyor.

Saygı ve sevginin kapsamı dilsel etkiden çok hakikat ile olan bağda ölçülürse bir şey ifade eder. Bizim söylemlerimizi, eylemlerimizi hakikati ifade ettiği sürece etki alanımız genişler. Kainat dini olan İslam'ın;  insanın gündemin bu kadar uzak oluşu, bizim temsiliyetimizdeki zafiyet ile açıklanabilir. Bir inanca sahip olmanız onun tam anlamı ile takdir ettiğiniz anlamı taşımıyor. Hakikat ile olan mesafemiz makas gibi açıldıkça nerden geldiğimizi,  nereden ne ile başladığımızı unutuveriyor insan.  Hakikat bir nurdur ve gerçektir. Karanlık yani kötülük ise yapaydır. Tercihsel ve eylemsel yaşantımızın ürünüdür. Eğer ortada bir boşluk varsa hayat başka yaşamsal form biçimleri arar.  Bu form biçimlerinin taşıdığı içerik bizi nurdan, aydınlanmadan uzak tuttuğu gerçeği yine hakikatin kendisidir.

Bir diğer hakikat ise "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i İmrân Suresi 85. Ayet) ayetini dikkate almak gerekiyor. Yani İslam'dan başka bir hayat ve yaşamsal form geçerli değil. Vesselam...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR