Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Hafıza Odası…

“Hafıza Odası, ressam Ahmet Güneştekin’e ait eserlerin sergilendiği bir çalışma olup 16 Ekim'de Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) ev sahipliğinde Keçi Burcu'nda açılan sergidir. İddia edildiğine göre bu sergide yakın yüz yılımızda yaşanan katliamlar işleniyor


 “Sevinçte ve acıda ortak olacaktık oysa…

16 Ekim 2021 Cumartesi günü Batmanlı ressam  Ahmet Güneştekin'in Diyarbakır Keçi Burcu’nda; organizesini Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın yaptığı 'Hafıza Odası' adlı resim sergisi, kamuoyunda bir hayli ses getirmişti.

Birçok kalem ve çevre tarafından konuya dair çeşitli yaklaşımlar kamuoyu ile paylaşıldı. Olumlu ve olumsuz görüş ve kanaatler dile getirildi. Bu çalışmayı takdire şayan görenlerde oldu, birçok açıdan kıyasıya eleştirenlerde oldu. Bu da doğaldı sonuçta. Beğenip beğenmemek kişilerin elinde idi.

Biz peşinen konu ile ilgili bir önyargıya sığınmadan, onu gören gözlerden hareketle serginin mantık açısından ziyade, görünürlük açısından kendisini ortaya koyduğunu, belirginleştirdiğini not düşmüş olalım…

Bizde sergiyi görme ve gezme imkânına sahip olamadığımız ve görünürlük açısından olaya sanatçı gözüyle de bakma imkânımız olmadığı için, görünürlük babında ortaya konan esere, doğal olarak işin ehli birilerinin gözüyle ve o da “anlayabileceğimiz kadar” bakabilirdik.

İş salt siyasi, sosyal, düşünsel boyutla olsa idi, sözün belini kırar kendi kanaatimizi belirtmiş olurduk. Ama buna rağmen Said-i Nursi’nin o veciz ifadesiyle “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”dı.

Ayrıca, bardağın hep boş tarafına bakılacağına, dolu tarafına bakılmalı misali gözümüzü, gönlümüzü, aklımızı ve zihnimizi arı, duru tutalım, kendi benliğimizi oluştururken, ruhumuzu, kişiliğimizi anlayabileceğimiz ve başarabileceğimiz  kadarıyla estetize edebilelim.

Hafıza Odası’na dönersek…

Konu ile ilgili olarak medyada birçok kalemin değerlendirmesi yayınlandı. Haliyle birçok eleştiri aldı ve aynı zamanda birçok takdiri de üzerine celp etmiş oldu. Takip edebildiğimiz kadarıyla İslamcı kesimden de konu ile ilgili olarak Altan Tan(1) ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ömer Lekesiz(2) birer yazı kaleme almışlardı. Bir de liberal kesimden hukukçu akademisyen Vahap Coşkun’un da(3) konuya dair makalesi yayınlanmıştı.

“Hafıza Odası, ressam Ahmet Güneştekin’e ait eserlerin sergilendiği bir çalışma olup 16 Ekim’de Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) ev sahipliğinde Keçi Burcu’nda açılan sergidir. İddia edildiğine göre bu sergide yakın yüz yılımızda yaşanan katliamlar işleniyor. Ahmet Güneştekin tarafından yapılan çalışmalarda “Kayıp Alfabe”, “Analar Duvarı”, “Yoktunuz”, “Hafıza Tepesi”, “Çürüme” ve “5 No’lu Koridor” başlıklı eserler yer alıyor.(4)

“Ahmet Güneştekin’in “Hafıza Odası” sergisi PİLEVNELİ tarafından, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın ev sahipliğinde Diyarbakır Keçi Burcu’nda açıldı. Açılışta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, Pilevneli Galery Kurucusu Murat Pilevneli, Leyla Alaton, Emin Hitay, Feryal Gülman, Sedef Zaim, Ayşe Boyner, Emek Külür gibi iş, sanat ve cemiyet dünyasından ünlü isimler yer aldı.

Ahmet Güneştekin’in “Hafıza Odası” sergisindeki “Hendek Savaşları”, Roboski Katliamı, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi gibi çalışmalar ile yakın tarihe ayna tutulduğu ifade ediliyor. Hafıza Odası sanatsal hatırla(t)ma biçimlerini araştırıyor ve başka türlü sesi hiç duyulmadan kalacak, tamamen unutulacak olanların silinmiş seslerini duyulur kılma yollarını gösteriyor”.(5)

Buraya kadar olan her şey normal. Sergi için seçilen şehir ve sergiye davet edilen şahıslarda makul olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, söz konusu şehir Diyarbakır ve “sözde” hafızası yok sayılmak istenen halk da büyük oranda Kürt ise –ve bu halk da doğal olarak Müslüman ise- İslami değerlere sahip bulunan insanları davet etmek gerekmez miydi?

Sevinçler ve acılar ortak olduğuna göre, çeşitli siyasi parti, ideolojik farklılıklar ve yaşam tarzları birbirinden az çok farklı olan insanları da davet etmek, sergiye konu olan hafıza açısından önemliydi.

Hadi, bir ara iyi niyetimizi koruyarak zevatın sergiye çağrılmış olduklarını düşünmüş olalım. Ama bizzat Diyarbakır’da bulunduğu, yaşadığı halde hatırı sayılır oranda insanın çağrılmadıkları bilinmektedir.

Eğer baştan beri hafızası yitirilmek istenen halk, etnik kimliği ile birlikte dini inancı da bir bütünlük içerisinde Kürt halkı değil de, bu coğrafyaya çok uzak diyarlar ve o diyarların hafızası yok edilmek istenen bir başka halk olsaydı, böyle bir sergi Diyarbakır’da değil de, o çok uzak yerde görücüye çıkardı.

Ama burada, bu açık gerçeğe rağmen hafızası yok edilmek istenen genel anlamda Müslüman bir halk değil de, sanki çevresinde kümelenilmiş bir ideolojik gruptan söz ediliyor gibi davranılması apaçık bir hedef saptırması olup, hem de hakikatin göz göre göre yok sayılması ve inkâr edilmesi anlamına gelirdi.

Tam da yapılan buydu galiba!

İmdi sormak gerekir, bu hafızayı hangi güç, kim ve kimler yok saymak istedi; kim yok etti ve o meşum eyleme karşı yapılan –bu sergi aslında bir doğruya işaret ediyor- bu sergiye kim ve kim ve kimler davet ediliyor?

Bu sergi doğruya işaret ediyordu, ama sergiye konu olan olaylar manzumesine bütünsel olarak bakıldığında, yapıla gelen bu yanlışa, milliyetçi sağ iktidarların olumsuz etkisi yanında, ta cumhuriyet’in kuruluşundan başlamak üzere perde arkasında, ama işin bizzat içerisinde olan gücün tüm versiyonlarıyla laik Kemalist gücün ve zihniyetin etkisi, olay ve olguda varlığı bilinen hiçbir gücün etkisiyle kıyaslanmayacak kadar derin ve güçlüydü.

Bu böyle olunca, bu sergiye –o da bir tercih meselesi olarak- laik Kemalist zihniyete mensup kişilerin davet edilmesi, tarihin bir cilvesi olsa gerekti. Zira başka türlü izah edilemezdi.

Bu sergide medyaya yansıdığı kadarıyla, bölge insanı için zihinsel planda derin acılar bırakan meşum olayların sergilenmesi vardı. Tamam, bunlar –keşke hiç yaşanmamış olsaydı- Kürt halkının bilincinde olumsuz anlamda yerini muhafaza edecekti, ama bundan önceki dönemlerde yapılan yanlışlar, birçok toplumsal hasara yol açan olaylara niye yer verilmemişti? Ki, bu sorunun cevabı, sanırım yukarıdaki paragrafta mündemiç.

Bunlardan “Hendek Savaşları” ve “Roboski Katliamı” tabiri caizse dumanı üzerine tüten acı olaylardı. Bunlardan biri, Türkiye’nin, bölgenin ve Kürt halkının gerçekliğini birtakım sebeplerle yok sayan, görmek istemeyen, kendi gerçekliğini her şeyin üstünde tutan PKK’nin başta Kür halkına yaşattığı acılara dayanıyordu.

Diğeri ise, bu toprakların geleceğini tekeline geçirmek isteyen ve bu uğurda yapmayacağı alçaklık kalmayan FETÖ’nün, iki devleti(Türkiye, Rusya) Suriye sahasında birbirine düşürmek ve çarpıştırma yoluyla bölgede ABD adına hareket etme niyetine dayanıyordu.

Tamam, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi bağlamında bölge insanının hafızasında yer etmiş hadise de hem darbeyi yapanlar için “bizim çocuklar” ifadesini kullanan ABD ile bu ülkede ipi eskisinden daha sıkı bir şekilde elinde tutmak isteyen Kemalist sisteme yönelik bir şey denilmemesi, o vakıanın hafızaya ve dolayısıyla sergiye konu edilmemesi, unutmakla alakalı olmayıp, var olan acı bir gerçeğin üzerinin, yine Kemalistlerin de çabalarıyla örtülmesi anlamına gelirdi.

Bu durum nereden ve nasıl anlaşılır?

Mecazen söylersek, Hz. Muhammed(S)’in “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” hakikati baz alındığında; böyle bir sergiye hafızası yok edilmek istenen bir halkın esas temsilcisi sayılan Müslüman kitle içerisinden sıradan bir kişiyi değil, önplanda bulunan birçok siyasetçinin, entelektüelin, yazarın, çizerin, bölgede İslami anlamda eğitim faaliyetinde bulunan ulemadan en azından bir kişinin, bir meşayihin, kanaat önderinin vb. bulunmayışı, kaldı ki davet edilmeyişi, bu serginin hakikatin hilafına olacak şekilde, hafızaya etki eden hadiselerin sanki muhafazakâr kadrolar ve muhafazakar zihin tarafından düşünüldüğü, ortaya konduğu, peyderpey icra edildiği ima ediliyor gibiydi. Ama iş öyle değil!

Burada duralım; İşin içerisinden FETÖ saikiyle –Roboski katliamını çıkarırsak- elde kalan hendek savaşı da dahil olmak üzere olan olayların büyük çoğunluğunun müsebbibinin PKK olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktı.

Hem de hendek savaşları döneminde Sur ilçesine PKK ve bağlaşıkları tarafından reva görülen hadiseler(Muratpaşa Camii’nin yakılması benzeri, çoğunun failinin de PKK olduğu apaçıkken bunların hiçbirine Hafıza Odası sergisinde yer verilmemişti. Acaba neden?

Bunlardan da öte, Kemalist rejimin ilk oluştuğu günden başlayarak genelde Türkiye sathında ve özelde de bölgede taşıdığı İslami kimliğinden dolayı Kürt halkı şahsında olan biten hadiselere yönelik ufacık bi ima dahi yoktu, bu sergide; ne Şeyh Said kıyamına yönelik bir ima, ne Dersim hadisesine yönelik sistemli saldırılar, katliamlar yoktu!

İşlenen konu, sonuçta tüm toplum olarak aradan kırk küsur yıl geçtiği halde üzerimizden bir türlü atamadığımız travmayı bize acı bir şekilde hediye eden 12 Eylül darbesi var, ama ne 27 Mayıs darbesi, ne 12 Eylül’den tarih açısından yeni olan 28 Şubatlar ise hiç yok.

Açıkçası şu söylenmek isteniyor ve telkin ediliyordu; bu ülkede tüm kötülükler, yapılan yanlışlar vs. devleti ele geçirmiş bulunan muhafazakarlar tarafından yapılıyordu(!) Aslında Müslümanlar demek istiyorlar, ama şimdilik her nedense söylemek istediklerini gizlemeye çalışıyorlar!

Konu ile ilgili olarak medyada çıkan haberlerde şu cümle öne çıkıyordu; Bu sergi “…başka türlü sesi hiç duyulmadan kalacak, tamamen unutulacak olanların silinmiş seslerini duyulur kılma yollarını gösteriyor”

Bu cümle tek başına ele alındığında haklı bir gerçeği dile getirdiği düşünülmeliydi, ama sessiz kalmaması, unutulup gitmesi olası birçok olaya ise zerre miskal bir atıf yoktu. Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere ne cumhuriyet rejiminin ilk onlu yıllarında bölgede olup bitenler, ne işin bir tarafından PKK’nin de bulunduğu, dahil olduğu, tetikçiğini yaptğı hadiselerin en tazesi ve en çok bilineni olarak 6-7-8 Ekim kanlı olaylarına yönelik ufak bir atıf dahi yoktu. Bazı acılar tabloda –sergide- kendine yer bulduğu halde, nedense bazı hadiseler ise yer bulamamıştı.

Mesela, 6-7 Ekim’deki meşum olaylar sırasında vahşice katledilen Yasin Börü ile ilgili bir resim, bir cümle neden esirgenmiş olabilirdi? Burada sevinçlerle birlikte acılarında arasında ayrım yapmak mı gerekirdi?

Demek ki, acılar açısından belirgin bir ayrımcılık, kayırmacılık yapılıyordu. Anlaşılan bu da bizim olgunlaşmamıza engel teşkil etmeye devam edecekti, O zaman, bu sergiyi isimlendirmek ve anlamlandırmak açısından “hafıza odası” mı denirdi, yoksa hafıza kaybı, bilinç tutulması mı; artık siz karar verin.

Sağlık olsun, yeter ki hafızamız yerinde dursun ve diri kalsın…

 

 

Dipnotlar:

1–https://farklibakis.net/alinti/Altan-tan-hafiza-odasinda-haı-fızadan silinenler/

2-https://www.yenisafak.com/yazarlar/omer-lekesiz/Ahmet-günestekin-cicek-mi-aciyor-2059928

3-https://serbestiyet.com/yazarlar/hafiza-odasi-72827//

4)Medya’dan…

5-https://www.mynet.com

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR