Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Grizu Patlaması, Kader, Özgürlük ve Sorumluluk Üzerine

Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


“Bartın’ın Amasra ilçesinde Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessesesi’ne ait maden ocağında grizu patlaması meydana geldi. Patlamanın yaşandığı madende 41 işçi hayatını kaybetti.” 15 Ekim 2022 Cumartesi günü akşam saatlerine doğru bu haberle sarsıldı Türkiye kamuoyu. Kuşkusuz olayı çeşitli yönlerden ele alan değerlendirmeler yapıldı. Ancak bütün değerlendirmeler bu tür kazalarda Türkiye’deki kadar diğer ülkelerde can kaybı olmadığı gerçeğini gizleyemedi. Her olay değerlendirilirken belirli bir zihniyet yapısından hareket ettiğimiz açıktır. Biz daha çok bu gibi olayları değerlendirmede sorunlu olan zihin yapımızı analiz etmeye çalışacağız.

Kömür ocağındaki patlama bir kez daha gösterdi ki, meydana gelen olayları, bütün boyutlarıyla değerlendirecek bir zihin yapımız yok. Kuşku yok ki bu tarihten devraldığımız zihinsel kodlarımızla ilgilidir. Olayların nedenini bizi dışımıza taşıyan ve bizi tarihte edilgen bir konuma taşıyan kader anlayışı egemen oldukça sorumluluğumuzun nerede başladığını tespit etmemiz mümkün olmayacaktır.

Nedenselliği tamamen insan özgürlüğünün dışına taşıyan ve insan özgürlüğünü yok eden anlayış yüzünden hiçbir toplumsal olayda ortada yargılayacağımız bir sorumlu kalmıyor. Sorumluluğu insan üstüne taşıdığımızda sağlıklı bir hukuk (fıkıh) oluşturmak ise imkansızdır. Çünkü hukuk, bireylerin yaptığı eylemin sonuçlarından sorumlu olduğu ilkesi üzerine kuruludur.

Maden ocağında oluşan patlamanın ardından hiç kuşkusuz ilk yapılacak olan gerekli önlemlerin alınıp alınmadığını araştırmaktır. İnsan unsurunu araştırmak yerine, olayları, insan özgürlüğünü yok edecek bir biçimde ilahi kadere bağlayan zihniyet, olayları sağlıklı değerlendirmenin önündeki en büyük engeldir.

Maden ocaklarını açan, işleten, işçi çalıştıran, önlemleri alan veya alamayan, işletmeye ruhsat veren, denetleyen insan, sonuçlardan sorumlu değil anlayışı kabul edilebilir bir tutum değildir.

Bireysel sorumluluğu bireyin dışına taşıyacak şekilde kültürümüze kodlanmış kader anlayışı sorunlu bir zihinsel yapı üretiyor. Her suçlunun sığınağı haline geliyor bu anlayış. Suçlunun sorumluluğunu bir üst katmana aktarması vicdanını rahatlatıyor. Ancak bu davranış hesap sorma bilincini zayıflatıp yok ediyor.

Kuşkusuz geleneksel kader anlayışının en işlevsel kullanıldığı alan siyasettir. Siyasal aktörler sıkıştıkları anda kendini sorumluluktan sıyıracak bir kader anlayışına sığınıyorlar. Bunu sadece olumsuz durumlarda yapmaları da dikkat çekici. Mesela şöyle bir açıklama duymuyoruz: “Enflasyonu düşüren bizler değiliz, ilahi kadar öyle tecelli etmiştir”. Yapılan iyilikleri kendimize olumsuzluk ve ihmalleri kadere yüklüyoruz. Kuşkusuz asıl amaç bize yönelecek öfke ve eleştiriyi kendi dışımıza taşıyarak açıklama gayretidir.

Kader anlayışını yaptıklarımızı meşrulaştırmak için kullanmamız, kader kavramını pragmatik amaçlarla kullandığınızı gösteriyor. Emniyet kemeri yerine sahte bir aparat takıp yolculuğa çıkan kimsenin, kömür ocağında yaşanan felaketin ardından “önlem alınsaydı bunlar olmazdı” demesi ne kadar trajik. Felakete davetiye çıkaran ihmalin kendi anlayışından kaynaklandığını, bunun bir zihniyet sorunu olduğunu bile fark edemiyor. Oysa patlamanın nedeni taşıdığı zihniyet dünyasının sorunlu yapısıdır.

Öyle görülüyor ki, temel sorunlarımızdan biri, İslami kavramları semantik müdahale ile dönüştürerek kullanmaktır. Kader, itaat, Mehdi, tevekkül gibi kavramları kazandıkları tarihsel anlamdan arındırarak yeniden tanımlamak gerekiyor. Çünkü düşüncemizi kavramlar oluşturuyor. Semantik anlamları saptırılan kelimelerle sağlıklı düşünce üretmek mümkün değildir. Beşik de İslam düşüncesinin en büyük sorunu, zihnimizin İslam’ın temel kavramlarından uzaklaşmış olmasıdır. Hz. Peygamber, Hira Mağarası’nda yeni kavramlarla topluma döndü; onların zihinsel düşünme biçimlerine müdahale etti ve dönüştürdü. İlk önce zihniyetlerin dönüştürdü ve yeniden şekillendirdi. Mekke Dönemi, ilk Müslüman neslin zihnini arındırma dönemidir. Zihnini arındırmayan kişinin sağlıklı düşünmesi mümkün değildir.

İnsanın iradesinin etkin olduğu bir olayın sorumluluğunu kader üzerinden Allah’a yüklemenin vebalini kimse taşıyamaz. Biz depremin, selin, grizu patlamasının oluşmasından değil, tedbirleri alıp almadığımızdan sorumluyuz. Sel baskınını oluşturan yağmurdan sorumlu değiliz kuşkusuz. Sorumlu olduğumuz dere yataklarına ev yapmak, ormanları yok etmek, gerekli tedbirleri almamaktır.

Kuşkusuz bu zihniyet dünyasının en çok etkilediği ve şekillendirdiği alan siyaset alanıdır. İslam dünyası uzun yıllardır otoriter siyasi anlayışın baskısı altındadır. Şura ayeti, yönetimde gücün dağıtılmasına mı vurgu yapmasına karşın, tarihsel süreçte otoriter yönetimler meşruiyet kazandı. Tarihsel pratikte Muaviye’nin otoriter politik çizgisi, Hz. Ömer/Hz. Ali’nin adalet çizgisine galip geldi. Asıl soru şu: İslam aklı neden otoriter yönetimlere bu kadar kolay teslim oldu ve onu meşrulaştırabildi?

İslam siyasal aklını, tarihsel iki tecrübe olan Sünni hilafet/saltanat modeli ile Şii mitolojik imamet modeli teslim almıştır. Bu iki model de siyasette otoriterleşmeyi beslemiştir. Cabiri’nin deyimiyle bu iki model de günümüzde Müslümanlar için geçerli modeller değildir. Daha da vahimi İslam aklı bu iki modeli dinin aslından sayan bir anlayışla yorumlamışlar ve kurumsallaştırmışlardır. Cabiri’nin bu anlayışa karşı önerileri şunlar:

1- Siyaset alanında otoriter siyasetten paylaşımcı modele,

2- Ekonomik alanda rant ekonomisinden üretim ekonomisine,

3- Kelami anlamda insanı edilgenleştiren kader anlayışından, insanı özgürleştiren anlayışa geçmek gerekir. Bu, Müslüman aklı tarihsel olandan asıl öze dönüştürecek olan kapsamlı bir paradigma değişimini gerektirir. Kuşkusuz bu paradigma değişimi büyük bir entelektüel sıçrama gerektirir.

Benzer şekilde Abdülkerim Süruş, İran’da mollaların söylemlerinin tekelini kırmak için, dinin kendisi ile dini bilgiyi ayırıyor ve epistemik yanılabilirlik kavramını ortaya atıyordu. Burada amacı otoriterliği ortadan kaldırmak ve mollaların bilgi üzerine kurduğu kutsal tekeli kırmaktır.

İktidar alanı iktidar sahiplerinin sorumsuz olduğu bir alan değildir. Bu yüzden Aliya İzzetbegoviç’in “İktidara gelirseniz hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın ve güçsüzlere yardım edin. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes er veya geç önce milletin ve nihayet Allah’ın önünde hesap verecektir.”

Öyle görülüyor ki, taşıdığımız inancın temel kavramları ve bize yüklediği sorumlukla yaşantımız arasında büyük bir açı farkı var. Bu fark, bütün hayatımızı derinden etkiliyor. Yapılması gereken entelektüel mücadele, inancımız ile hayat arasındaki açıklığı gidermektir.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR