Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


Geleneksel ve modern rüya teorileri ve kritiği

ALİ BULAÇ'IN TARİHSELLİK'LE İLGİLİ YAZILARI DEVAM EDİYOR...


Geleneksel ve modern rüya teorileri ve kritiği

Rüyaya ilişkin geleneksel İslami bakış açıları ile modern psikolojinin bakış açılarını mukayese ettiğimizde,  şu iki noktada fark ortaya çıktığını tespit ediyoruz:

1) Aralarında daha makro düzeyde analiz yapanlar olsa da, Müslüman bilginler rüyayı tabiat-üstü ya da duyular dışı evrenle ilişkili görmüşlerken, çoğunlukla modern psikologlar beyin-zihin ve gündelik hayatın aktüel izlenimlerine indirgemişlerdir;

2) Geleneksel Müslüman bilginler rüyada “ta’biri/yorumu” esas alıp rüyadan kişinin sosyo-psikolojik hayatına gitmişlerken, modern psikologlar ağırlıklı olarak “bilinç-fizyoloji ve psikolojik hastalıklar”ın teşhis ve tedavisi üzerinde durmuş,  bilinçaltından ve bilinçaltı psikolojik bozukluklardan rüyaya gitmişlerdir.

Müslüman bilginlere göre rüyanın müjdeleyici (mübeşşirât), uyarıcı, haber verici ve ilham verici fonksiyonları vardır. Haberci rüyaların önemli özelliklerinden biri ısrarcı olmalarıdır, sık sık görülen benzer rüyalarda bir şekilde haberler verilir. Rüya bir bakıma kendimizle kurduğumuz diyalog, iç dünyamızla sağladığımız yüzleşmedir. Yorum için elbette rüya göreni, yaşadığı sosyal ve maddi çevreyi ve rüya olgusunu iyi bilmek gerekir, ama belki en iyi yorumcu rüyayı görenin kendisidir. Hz. Peygamberin Cebrail’in gelişinden önce altı ay boyunca gördüğü rüyalar bu türdendir; bu rüyalar sadece Hz. Peygambere kendisi tanıtılmış, üstleneceği büyük görev için ruhen ve zihnen ciddi bir hazırlığa tabi tutulmuştur. Nübuvvetten önceki rüyalar ne Kur’an-ı Kerim'de yer almıştır ne de herhangi bir hüküm vaz’edilmesine mesnet teşkil etmişlerdir; hatta o rüyalar hakkında güvenilir bilgiler dahi kayda geçmiş veya rivayete konu olmuş değildir.

 Rüyada kendimizle olduğu kadar yakınlarımızla, dostlarımızla, ölen akraba ve dostlarımızla ve ya tanıdıklarımızla karşılaşırız. Rüyalar gelecekte vuku bulacak olaylara ilişkin bir takım işaret ve telmihler verebilir. Fetih (48) suresi, 27. Ayette sözü edilen rüya, Hz. Peygamber’in Mekke’ye rahatlıkla gireceğini haber verir.  Enfal (8) 43. Ayet ise, içinden geçilen zorlu şartlarda manevi takviye, teskin ve ruhu sebat kazandırmayı hedefler. Bir takım rüyalar da yol gösterir, rehberlik yapar (12/Yusuf, 44). Bazan rüya geçmişten tevarüs edilen yanlışlıkları tashih eder, gündelik hayatla ilgili bakış açısı kazandırır, öğretici fonksiyonlar görür. Rüyayı çözümlerken sadece lafız ve kaba olguları değil semboller, duygular, algılar ve hayalleri de dikkate alıp bir bütün içinde değerlendirmek gerekir.

Rüya ruhun eylemidir. Ruh uykuda mülk/müşahede alemi içinde zaman ve uzay yasalarının üstüne çıkıp bir başka boyutta dolaşmaya başlar, bilinç düzeyinde tasarlamadığı olay ve olgularla karşılaşır; bazen da melekut/gayb alemine kanat açar. Bu deneysel olarak mümkündür; uzaya çıkan astronotlar veya kozmonotlar yer çekiminin etki alanı dışına çıktıklarından uçar gibi mesafe katediyorlar. Ruh veya nefs –İslam filozofları ve sufiler bu iki kavramı neredeyse aynı anlamda kullanmışlardır- duyular aleminin yasalara bağlı baskılarından bir ölçüde kurtulduğundan her iki evrende yolculuklar yapabilir, ancak bazılarının düşündüğünün aksine beş duyunun etkinlikleri sıfırlanmaz, sadece yavaşlar. Bu böyledir, çünkü iç duyuların mesela tasarlama, hayal etme, düşünme, bilgiyi ve tecrübeleri depolama (hafıza) gibi duyuların rüyada iş görebilmeleri için yine de yavaşlatılmış dış beş duyunun çalışır olması lazım. Bu da bize Haşr-ı cismanin hak olduğunu ve ahiret hayatının tıpkı bu dünyada olduğu gibi hem ruhi hem cismani olacağını gösterir. Rüya kesin olarak bir başka (öte) dünyanın apaçık kanıtı olup dünyadan ahirete açılan penceredir. “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” fehvasınca asıl rüya bu dünyadaki hayat, asıl hayat ise ölümden sonraki dirilişle başlayan ahirettir. İnsan için dramatik olan dünyanın gaflet uykusundan bir türlü uyanamaması; uzun bir ömür sürse bile ne olup bittiğini anlamadan bu dünyadan göçmesidir.

 Salih ve sadık rüyalar, her fiilinde belli bir hikmet ve gaye olan yüce Allah’ın insanla konuşmasıdır. Salih ve sadık rüyalar ancak ilahi-manevi derin bir perspektiften bakılarak yorumlanabilirler. Salih rüyaları sadece peygamberler ve seçkin kullar görür ama sadık rüyaları mü’minler yanında, suçlu günahkarlar (mücrim) ve mü’min olmayanlar da görür. Allah'ın seçkin-muttaki (veli) kullarının gördüğü salih rüyalar hiçbir şekilde peygamberlerin gördüğü salih rüyaların mertebesine, boyutuna ulaşamaz; belki rüyalarında ilhamlar alırlar ama asla vahiy alamazlar. Melekut aleminin kıyısına kadar sadık rüya ile gidilebilir, rüyada olup biten şeyin anlamını ancak salih insanlar çözebilir, tıpkı Yusuf aleyhisselamın Mısır azizinin ve zindan arkadaşlarının rüyalarını çözdüğü gibi. İslam tarihinde bu konuda hayli ün yapmış rüya yorumcuları olmuştur. Başta Hz. Ebu Bekir olmak üzere, İmam Ca’fer es Sadık, İbn Sirin, Ebu İshak İbrahim el Kirmani, Cabir el Mağribi, Nasr bin Ya’kub ed Dineveri, İbn Ebu Dünya, Abdulgani en Nablusi, Seyyid Süleyman el Hüseyni vd. Hz. Peygamber’in de rüyalarının yorumlanmasından hoşlandığı rivayet edilir.

Edğas-u ahlam/bilinçaltı

Geleneksel İslam bilginleri ile modern psikologlar arasındaki önemli farklardan biri de İslam bilginlerinin “edğas-u ahlâm” kapsamına sokup saçma sapan, anlamsız dedikleri rüyaları yorumlamaya değer bulmamalarıdır. Modern psikologlar ise neredeyse rüya analizlerinin tamamını bilinçaltı veya bilinçdışı evrende olup biten rüyalara hasretmişlerdir. Kuşkusuz edğas veya bilinçaltı rüyalara sadece Müslümanlar değil, kadim zamanlardan beri filozof ve hakimler de gerektiği kadar itibar göstermiş değillerdir. Mesela rüyaları “yalancı (kâzib)” ve “uyarıcı” olmak üzere ikiye ayıran Homeros, rüyaların insana iki kapıdan girdiğini söyler: Bu kapılardan biri siyah boynuzdan diğeri beyaz fildişinden yapılmıştır. “Siz beyaz fildişinden giren rüyalara bakın, siyah kapıdan girenler işinize yaramaz, yalancıdırlar” diyordu. Ona göre siyah kapıdan giren rüyalar bilinçaltının bozulması ve dejenerasyona uğraması sonucudur, başka varlıklardan telepati yoluyla de siyah kapıdan girme ihtimali vardır. Homeros’un dediklerinin İslam literatüründeki karşılığı bir bölümü "edğas", bir bölümü "şeytani" adı verilen rüyalardır. Rahmani ile şeytani rüyaları birbirinden ayırdetmek o kadar kolay değil, ikisi de sadık rüya olabilir ama şeytani olan salih rüya olamaz. Taşköprülüzade, bu yüzden Yunanlıların ayaktakımının  değil, filozof ve hakimlerin rüyalarına itibar ettiklerini söyler.

Biz yukarıda rüyaları üçe ayırdığımızı belirtmiştik:

a) Salih rüya: Bu peygamberlerin ve seçkin, takva sahibi mü'minlerin gördüğü rüyadır. Vahiy nitelikli ise tabir edilmez, sabah aydınlığı kadar berrak ve açıktır, deyim yerindeyse filtresizdir;

b) Sadık rüya: Bu mü’min olsun olmasın, herkesin gördüğü; göreni bir hedefe yönelten, ona ilham ve haber veren, işaret, telkin ve telmihlerde bulunan rüyadır. Bu tür rüyalar belli filtrelerden geçer. Eğer gören rüyasını doğru biçimde ta’bir eder veya ettirebilirse hayır ve iyilik bulur; mesajı da doğru anlamış olur;

c) Edğas-ı ahlam veya modern psikologların beyinle ilişkilendirdikleri fizyoloji ve bilinçaltı ya da bilinçdışı dünya ile irtibatlı addettikleri rüya. Bu tür rüyaya Hadisü’n nefs de denir.

İslam bilginleri bu tür rüyaları ta’bire değer bulmamalarına karşılık modern psikoloji neredeyse rüya kuramını buna dayandırmış bulunmaktadır. Belirtmek lazım ki İslam bilginlerinin bilinçaltı dünya ile ilgili rüyalara itibar etmemeleri yanlış olmuştur. Bazıları rüyay-ı kâzibe adı altında bu konuda görüş beyan etmiştir. Mesela fizyolojik dengenin bozulmasını edğas adlı rüyaları şekillendirir. Ancak onlara göre fizyolojik dört unsur (ahlat-ı erbaa) denen bedende dolaşan sıvı ve sıcak olan kan; akıcı ve soğuk olup beyninde olan balgam; kuru ve soğuk olup mide ve dalakta bulunan kara safra; kuru ve sıcak olup kara ciğerde bulunan sarı safradan birinin diğerinin aleyhine artması veya eksilmesiyle bedendeki denge bozulur. Mizaç ve hastalıklar bu dört unsur arasındaki dengeyle ilgilidir; rüyalar bu dört unsurun değişimine bağlı olarak görülür. Başta Kindi olmak üzere İslam filozofları da rüyayı tabiat bilimleri çerçevesinde ele almış olmalarına rağmen, rüyanın bilinçaltıyla ilgili boyutu üzerinde yeterince durmamışlardır.

Bugün yapılan inceleme ve araştırmalar filozof veya sufilerin dört unsura ilişkin bilgilerinin eksiğini ortaya koymuş bulunmaktadır. Edğas adı verilen her rüya çöpe atılmaz, nitekim Hz. Yusuf Ammon tapınağının kahinlerinin saçma sapan deyip ta’birinden kaçındıkları Aziz’in rüyasını doğru yorumlayıp Mısır’ı büyük bir ekonomik felaketten kurtarmıştır (12/Yusuf, 43-49). Edğas adlı rüyaların yeme-içme, cinsellik gibi fizyolojik etkiler altında görüldüğü; bilinçaltında birikmiş istek ve arzuların dışa vurması şeklinde vuku bulduğu; kuruntudan ibaret olduğu; günün zihinsel meşguliyetlerin uyku sırasında bilinç düzeyine çıktığı düşünülebilir, büyük bölümü öyledir de. Ama yine de bu, rüyaların ta’bir/yorum dışı bırakılmasının gerekçesi olamaz. Bir rüya şeytani (kâzib) ve nefsani olsa bile ehlince yorumlanmayı hak eder. Modern psikologlar ise bilinçaltının anlaşılması için rüyanın doğru anlaşılması gerektiğini düşünmüşlerdir. Hatta Jung’a göre bilinçaltı tek tek bireyleri ilgilendirmez, nesilden nesile kalıtım yoluyla aktarılır. Bireysel bilinç hayli kadim geçmişte varolan topluluk/grup bilincinin parçalanması sonucu oluşmuştur. Bilinç altına ulaşmak kolay değildir, bize kendini ele vermeyen karanlık bölgedir, kapısı da çok dardır. İşte her ne kadar gördüğümüz rüyaların önemli bir bölümü bireysel ise de, anlamlandıramadığımız bazı rüyalar da sözü edilen kolektif bilinçle ilgilidir. Rüyada gördüğümüz semboller ile mitolojik anlatımlardaki semboller aynıdır. Karl Abraham, mitleri halkların kolektif rüyaları, fantezileri olarak görür.

Rüya olgusu bir bütün olarak ele alınmadığından, tarihte hem rüyanın İslami anlam ve değeri yeterince gelişmemiş hem de bununla bağlantılı olarak kötü niyetli kişiler (şeyhler, tarikat mensupları, siyasiler), asla yalan ve hilaf-ı hakikatin karışmaması gereken rüyaları suistimal etmişlerdir. Söz konusu suistimal birkaç şekilde olmuştur: Biri sahiden şu veya bu zat sadık rüya görmüştür ve kendisi sonucundan hayırlar devşirecek şekilde ta’bir etmiştir; ancak takipçileri ya rüyayı asli ve hakiki mecrasından saptırıp olmadık yorumlar ilave etmişlerdir veya kendileri ya da rakipleri üstad ve şeyhin gördüğü rüyaya benzer ya da onu da aşan hayli tuhaf rüyalar gördüklerini müntesiplerine anlatmışlardır. Fıkıh uleması bu türden sustimallerin önüne geçmek için “rüya ile amel edilmez” prensibini vaz’etmişlerdir. (78) Fakihlere göre rüya ve ilham dinin bir emri veya hükmü değildir.

Siyasi iktidarlar da rüyadan istifade etmeye çalışmış, kurulu iktidarlarına veya düşledikleri iktidar ve hükümdarlıklarına rüyalar üzerinden meşruiyet sağlamaya çalışmışlardır. Abdullah Temizkan ve  Erhan Aktaş, yaptıkları araştırmaya göre, Osmanlı devletinin kuruluşuna manevi temel teşkil eden Osman Bey’in gördüğü rüyanın onlarcasının başka devletlerin kuruluşunda da rol oynamıştır ki, bunlara “kurucu rüya” adını vermektedirler. Kurucu rüyaların neredeyse tamamının merkezinde “ağaç” metaforu yatmaktadır.  (79) Ağaç kozmostaki düzeni ve hayatın kaynağını temsil ettiğinden rüyalarını ağaçla süsleyenler, dolaylı olarak kuracakları hükümdarlığın kozmosun düzenine uygun ve hayat verici olduğu mesajını vermekte, böylelikle iktidarlarına aşkın/kutsal bir meşruiyet katmaya çalışmaktadırlar. Nice siyasi ve askeri rüya var ki, yöneldiği maksat ve gaye itibariyle tamamen siyasi ve askeri meşrulaştırma aracıdır. Kısmet olursa bir sonraki yazıda "uyku ve ölüm" ilişkisini ele almaya çalışacağız.  (alibulac.net/ 11 Ekim 2019.)

Notlar

78) Halil Gönenç şöyle der: "Şeytan her ne kadar peygamberin suretine girmese de, Şaban Ayı’nın yirmidokuzunda, Hz. Peygamber herhangi birinin rüyasına girip ona, ‘yarın Ramazan Ayı’nın birinci günüdür oruç tutunuz’ dese bu rüya ile amel edilmez. Çünkü rüya ile amel edilmediği gibi zapt olmaz da.” Günümüz meselelerine fetvalar, II, 300.

79) Anlatıma göre Şeyh Edebali’nin kızıyla evlenen Osman Bey şöyle bir rüya görür: "Bu azizin koynundan bir ay doğar, gelir Osman Gazi’nin koynuna girer, o sırada göbeğinden bir ağaç çıkar, gölgesi dünyayı tutar. Gölgesinin altında dağlar var, her dağın altından sular çıkar. Bu çıkan sulardan kimi içer, kimi bahçeler sular, kimi çeşmeler akıtır. Rüyasını Şeyhe anlatınca o da şöyle yorumlar: '-Oğul Osman müjdeler olsun ki Cenab-ı Hak sana padişahlık verdi. Mübarek olsun. Ve benim kızım Malhun Hatun senin helalin oldu.' Benzer bir rüyayı Selçukluların kurucusu Selçuk babası Dukak; Gazneli Mahmut’un doğumundan hemen önce Sebuk Tekin ve Tuğrul beyin babası da görmüşlerdir. Manas destanında manasın dirileceği benzer bir rüya ile haber verilir; Oğuz Kaan Destanında  ağaç motifli rüya yer alır. Daha önceleri Babil hükümdarı Nabukadnezar da benzer bir rüya görmüştür. (Abdullah Temizkan-Erhan Aktaş, Türk devlet geleneğinde iktidarın meşrulaştırılmasında rüyanın kullanımı, Karadeniz Araştırmaları, Bahar 2012, Sayı: 33, s. 13-22.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR