Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Nusret AYDEMİR


Fazılların Aşkı

Bülbülü gül karşısında şeydalandıran gülün hangi maddi servetiydi. Doğallığımızı, tabiatla uyumlu serencamımızı, çağın hangi kapitalist pazarlarında ucuza aldık sattık?


?´Allah şahitti, Züleyha ne kadar ateşşe Yusuf o kadar iffetti.´´

(Nazan BEKİROĞLU)

 

Tarih boyunca en çok konuşulan en çok hissedilen dolayısıyla en çok hırpalanan, örselenen  belki de hoyratça harcanan duygudur (olgudur) aşk. Aynı zamanda en ulvi his olduğu da tartışılmazdır. Bu nedenledir ki aşkın piri Fuzuli: "Işk imiş her ne varsa alemde ilim kil u kal imiş sade.´´ felsefesiyle hayata başlar. Sahi nedir aşk?

Aşk, sevgide ölçüyü aşmak, sınırın ötesine geçmek demektir. Her aşk, sevginin, dozu artırılmış (çoğaltılmış) drajelerdir. Aşk damatılmış sevgidir. (Bakara 165) Ayette: "İman edenler Allah´ı şiddetle sever!" Efendimiz, Hz. Ömer´e "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça iman etmiş sayılmazsın." Dediği gibi ya da Asur Kralı Sardanapal´ın kenti terk ederken düşman elini geçmesin diye elleriyle hançerlediği, ama ömrünün geri kalan kısmında bu ölüme gülümseyerek boyun eğen aşık hayalini bir türlü unutmaması gibi, aşk dozda sınır tanımamak aklı devre dışı bırakmak, kalbi hayatın dümeni yapmak gerektiğinde her şeyi feda etmek, gözü karartmaktır.

Sevgide çok hassas bir denge ve ayrıntı var ki günümüz aşk anlayışının bu kadar ters yüz ve bayağı bir hâl almasının nedenidir. İlk karar verirken iyi düşünün.

 1. Soru: Canımıza sevgili mi istiyoruz yoksa sevgili için can mı istiyoruz? (veriyoruz vermeye aday mıyız?) Canımıza sevgili istemek çıkardır. Sürekli görmek, konuşmak, buluşmak, cilveleşmek canımızın çektiği durumlardır. İşimize gelir. ( Daha doğrusu çıkarımıza gelir.)

Allah bize her türlü nimeti verdiği zaman sevgilidir. Bizi çeşitli bela ve sıkıntılara düşürdüğünde Allah´ım ne günahım vardı? Neden bunlar hep benim başıma geliyor? Diye sitem mi edeceğiz? Biz Allah´ı niçin seviyoruz acaba? Çıkarımız için mi?

Şu soruyu kendi kendimize cevaplamamız lazım, hayatımıza yön verirken dümenimiz sevgi mi olacak yoksa ihtiyaç ve çıkarlarımız mı olacak? Sevgilerimiz mi tartılacak yoksa çıkarlarımız mı? Sevgimizi ne zamandır çıkar pazarında satılığa çıkardık? Doğal hayatı (fıtratı) düşünelim. Ateşe gözünü kırpmadan atlayan pervane ateşten bir çıkar devşirmek peşinde midir?

 Bülbülü gül karşısında şeydalandıran gülün hangi maddi servetiydi. Doğallığımızı, tabiatla uyumlu serencamımızı, çağın hangi kapitalist pazarlarında ucuza aldık sattık?

 Sevginin kafamızda bir karşılığı olmalı ve net olmalı

2. Soru: Neydi sevgi? Sevgilinin nazı mı yoksa sevenin niyazı mıydı?

 Nazını çektiğimiz hangi beşerler ya da değerlerdir? Düşündük mü, kime niyazımız (yalvarma, ibadet)? Ya da niyaz da bulunmamız gerekene (Allah´a) ne zamana kadar naz çekeceğiz? Unutmayalım ki fazla naz usandırır, muhatap nezdinde çıkarcı pozisyona düşürür. Ki o kalpte gizli olanı en iyi bilendir.

 Niyaza dönüştüren naz da hep edepten kızartır ( pembeleştirir) yüzü. Yaptıklarımızdan, en son ne zaman kızarmıştı yüzümüz? Yoksa hangi çağdaş yaşamlardan dolayı yüz kızratıcı hayatları kanıksar olduk?

 Nazlanmayıp, niyaz ettiğimiz Allah ise;

?O zaman aşk, inancın imana dönüşmesidir. Dinin tebhide evrilmesidir.

 Müslümanın, mü´minliğe yol alışıdır. (Bakara ilk ayetleri mü´minin vasıflarıdır.) Fiziği aşıp metafiziğe ulaşmasıdır. Hz. Ebubekir´in Rasule, acabası olmayan sevgisi ve sadakati gibi.

 İlk bakış ( ilk kavrayış)´ın aşkın içsel değişimini başlatmasıdır. O ilk anlayış ve kavrayışın, idrakın aşığın (kulun) bütün anatomisini harekete geçirip sonraki biyografisini değiştirmesidir. Anatomi hareket biyografisini değiştirmiyorsa, değişim tersten olmuş demektir. Dûnyevi beklentilere götüren çıkara dönüşür. Aşk değiştiricidir. Aklı götürdüğü yer kalptir, akıl kalp ile bağlantıya geçmezse hortumlaşır mutfak ile lavabo arasındaki taşıyıcı hortum olur.

 Aşk göz ile başlar, kalple ilişkilendirir, ancak bazı durumlara hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü aşkın (azap) acıtıcı yönü vardır. Öyle çile çeker ki kalp gözü açılır. Bu olgunlaşma imanda mesafe almaktır. Kalp gözü açılanlar olaylara nüfus eder, idrakı berraklaştırır, o olayları daha net görmeye başlar.  Hz. Yusuf Züleyha ile evlenince, Züleyha´yı Yusuf için götürdüklerinde, o gerçeğe ulaşmıştır.  Asıl güzeliğin Yusuf´u yaratan Allah olduğunu idrak etmiştir. Kalp o kadar çile çeker ki, olgunlaşır.

Hz. Ali (Nechül Belağa) Resullullah olgunlaşsın, pişsin diye O´nu dört mevsim güzel iklime sahip bölgelere değil de O´nu en çok  seven Allah Arap sıcaklığına gönderdi. Seven çile çektirir, olgunlaşsın diye. Sevginin zevk yaşatmak olduğunu mu zannediyoruz? Aşk azap çektirmektir. Bitmesi, aşık tarafından bitirilmesi, istenmeyen azap (haz veren acı) ("Fuzuli: elçek tabip, kırma derman, kim helâkim, zehr-i dermanındadır.") dediği gibi. Çünkü bitirilmesi istenmeyen aşk ona şairlik hatta hayatın anlamını tattırmaktır. Çünkü İbrahim olmak öyle pişmek,öyle olgunlaşmaktır ki ateşin sende yakacak hiçbir şey bulamamasıdır. Ateş niçin Hz. İbrahim´i yakamadı?

Ayet ne güzel ispatlıyor." Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur."(Hacc, 46)

Kalpleri hakikatin acısıyla pişmemiş insanlar, nasıl da sathi bir bakışa, kavrayışa ve düşünüşe sahip olduklarını.  Hakikat körlüğü yaşadıklarından dolayı olaylara nasıl nüfus edemediklerini hakikatin özüne ulaşamadıklarını ortaya koyuyor.

Aşk acıdır, hasret çektirir (hissettirir) hicran (ayrılık acısı) firkat ve gurbeti yaşatır. Hayrete düşürür, gözyaşı döktürür ki idraki kapatan tüm kirler sökülüp çıkar.

Açılınca göz, münacaat (yakarış niyaz) başlatır. O zaman maşuk için can vermek, kurban olmak ve ölmek çok kolaylaşır, ?´Şeb-i Aruz´´ olur.

Aşkı, en güzel ifade eden kavuran azaptır. Çünkü hem acı verir hem de lezzetin en mükemmel olanını içerir. Bu nedenle aşık hep aşk azabı içerisindedir.

O aşk ki, sevgiliden iyilik gördüğünde artmayacak kadar doygun, kötülük gördüğünde de eksilmeyecek kadar sağlamdır. Odur asıl aşk.

Çünkü aşık sevilmek umuduyla sevmez, sevmeyi bir görev bildiği için sever. Böylece sevgisini beşeriyetten, melekiyete yükseltir. Çünkü aşık asıl marifeti maşuk sevmese de onu sevebilmek olduğunu bilir. Aşk nezdinde şöyle bir slogana dönüşür. Aşkın sloganı şudur; "Aşk ki vardır gerisi vesairedir." değerini içselleştirmiştir. Bu nedendir ki aşkın ve şiirin piri Fuzuli´de şu kanaat hasıl olmuştur. "Aşk imiş her ne varsa âlemde İlim ancak kil-u kal imiş"

Hayatın manbaı olan aşka, layık olan yaklaşım, sadakat olmalıdır. Sadakatin özü ise iyilik gördüğünde de aşkını sır gibi saklamak, ifşa etmemek, mahremiyetine helal getirmemek, kapısını terketmemek, kapısında kul köle gibi beklemektir.

Karşılık ne olursa olsun Hamdinden vazgeçmemektedir. Çünkü Hamd etmek iyilikte ve zorlukta  sevgilinin (Allah) gündeminde olduğunun, idrakinde olmaktır.

Bu nedenledir ki şu arayışta Sultan-ı şuara Fuzuli "Bende Mecnun´dan  füzun aşıklık istidadı var, Aşık-ı sâdık benim Mecnûn´un sade adı var.´´ diye feryat eder. Başını alıp çöllere düşerek kurtlara, ceylanlara sırrını açarak, aşkını dillere destan ettiğini (ifşa ettiğini) mahremiyetine helal getirdiğini böylece sadakatsizlik ettiğini, ancak kendisinin aşkını sır gibi saklayarak, kapısında kul köle olduğunu vefalı davrandığını bu nedenle Mecnun´dan daha sadık bir âşık olduğunu söylemektedir. Fuzuli Allah´a öyle aşıktı ki hayatının tümü fakirlik ve sefaletle geçirdiği halde bir gün şikayet etmemiştir.

 Aşk´ın olmazsa olmaz yaklaşımlarından biri de Gayrettir.

Gayret kelimesinin bugün artık pek kullanılmayan bir anlamı da, kıskançlık hali, çekememe ve tahammülsüzlüktür, aşk ehli olanlar, aşk yakınlığını ve derecesini ölçer bununla.

Şeyh Galib, Hüsn-ü Aşkı´nda Sevilene Hüsn İsmi layık görürken seveni Aşk´ı Gayret adında bir la la elinde büyütür.

Aşk, kalp ülkesini bulmak için o yorucu serüvenine  başladığında yanında hep Gayret´i bulacaktır.

Seven gayretsiz olmaz, kıskanma ve tahamülsüzlük seveni iten, harekete geçiren eli ve ayağıdır. Kalbi ve ruhudur. Malını, canını, varını yoğunu sevgili için gözünü kırpmadan feda etmeyen de de gayret bulunmaz.

Aşkın bir yüzü de Nesimi´de olduğu gibi düşüncedir. "Yarin gelir hemişe cefâsı Nesimi´ye, 

Sen sanma ki Nesimi´ye yarîn atası yoh"

Ey rakip! Sanıyor musun ki sevgilinin Nesimi´ye ihsanı yoktur; bilâkis, o cefasını hiç durmadan Nesimi´ye gönderir.

Kulun Allah karşısındaki durumu da tam da bu beyitteki sevgili ile âşık gibi anlaşılmasıdır.

Sevgili kulunu denemek, sabrını ölçmek, samimiyetini görmek, derecesini yükseltmek, aşkını kuvvetlendirmek, imanını pekiştirmek için ona cefa gönderebilir. Tıpkı nimetini vererek denediği gibi.

Ayette: "Bu, Rabb´imiz fazlındadır; ta ki beni deniyor, şükür mü edeceğim, yoksa nimetini inkar mı?" (Neml:40)

Rabbin onları denemek için nimet verdiğin de Rabbim bana ikramda bulundu der. Ancak Rabbi onları denemek için nimetlerini kıssa Rabbimiz bize ihanet etti derler. (Fecr,16)

 Aşk mutlağı bulmaktır ve herkese nasip olmaz. Âşık olmak demek, nur gelen tarafa pencere açmaktır. Çünkü gönül gerçek dostun yüzü ile aydınlanır, nurlanır. Allah hak edene nasip eder. (Tevbe: 228-128)

 Son olarak şunu söyleyeyim (unutmayalım)

* Bütün bunların tersi "vehen"dir. Yani dünyayı sevmek, ölümden korkmaktır.

Düşmanlarımın bizden korkmasını engelleyen ümmetin şu an ki sinmişliğinin takatsizliğinin temelinde de bu habis duygu var.

Züleyha´yı aşık eden, Yusuf´un davranışlarındaki olgunluğuydu ve Allah´ın verdiği güzellikti. Züleyha bu güzelliklerin asıl kaynağının yaradan olduğunu kavrayamadığı için dillere düştü.

 *Şu farkı iyi bilmek gerekir. Yusuf ile Züleyha arasında ki farkı.

Yusuf, Züleyha´nın güzelliğinin kaynağının yaradan olduğunu bildiği için yaradana hürmet ve korkusundan meyletmedi. Dillere destan oldu. 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR