Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Emek-Sermaye ve Müslümanlar-1

Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Küreselleşmenin yaşadığı tıkanıklıkların en önemli boyutlarından biri kuşkusuz ekonomi ile ilgili ortaya konulan politikalardır. Güncel istatistiklerin küçük bir kısmına göz atmak bile yeryüzünde yaşanan derin çelişkileri, ağır sömürü düzeninin yol açtığı mağduriyetleri, küresel şirketlerin kar hırslı stratejilerinin ürettiği merhametsizlikleri, adaletsizlikleri tüm çıplakları ile anlamak için yeterli.

Ekopolitiğin ikliminde küreselleşme, mal, hizmet, sermaye piyasalarına getirilen devletler bazında ve uluslararası boyutlarda sınırlamaların azaltılması veya tümden kaldırılması olarak tanımlanabilir. Bu sınır tanımazlık talebinin, uluslararası kuruluşlar ve ülkeler üzerinde küresel şirketlerin oluşturduğu mobing küresel politikaların yönünü belirlemektedir. Bu bağlamda geleceğin dünyası sosyopolitik olarak şirketler diktatoryasına hızla evirileceğini öngörmek bir distopya olmasının ötesinde olasılığı yüksek bir gerçeklikle örtüşmektedir.

Günümüzde ekopolitiği şekillendiren, baskın paradigmal yaklaşım neo-liberalizm olarak tanımlanabilir. Felsefi temelleri J.S. Mille gibi düşünürlere dayanan bu paradigmayı ekonomik dinamik ve ilkeler bağlamında şekillendiren en önemli iki isim A. Smith, J.M. Keynes ve D. Ricardo sonrasında daha üst düzey açılımları F.V. Hayek, M.Friedman gibi isimler olarak karşımıza çıkar. Bu paradigmal yaklaşımın karşısında ise K. Marks ve onun düşüncelerini merkeze alan isimlerin eleştirel yaklaşımları yer alır. Bolşevik devrimi sonrası S.S.C.B ve Çin devrimi sonrası Mao Zedong Marksizm’in geliştirilmiş yorumları ile ortaya çıkan deneyimler genel olarak güçlü bir alternatif oluşturamadığı görülmüştür.

Günümüz dünyasına alternatif olabilecek güçlü bir İslami anlayış ve yaklaşım geliştirmek için bu iki temel felsefi düşüncenin üzerine derinlikli okumalar ve analizlerinin yapılması gerekir.

Genel olarak liberal felsefe ekonomide bireylerin hırs ve çıkarlarını merkeze alır. Bunun üzerindeki sınırlamaların kalkması üretim ve kaynakların toplum açısından en yararlı olacak şekilde şekillenmesini beraberinde getirir.  Bu bağlamda devlet sadece piyasaların güvenliğini sağlama işlevini yerine getirmeye çalışmalı ve sadece buna yönelik düzenlemeler getirmelidir.

Üretimin paylaşımına yönelik ise üç temel gruptan bahsedilebilir. Üretim araçları/toprak sahiplerinin, sermaye sahipleri ve emekçi grupların paylaşım sorununa yönelik yaklaşımlarda ise daha acımasız yaklaşımlarla karşılaşılır. Liberalizm eşitlikçi paylaşımı gerçekçi görmez. Emekçi sınıfları bir paydaş kabul etmeyen liberal yaklaşımlarda emek faktörü bir mal gibi kabul edilerek (D.Ricardo) emeğin karşılığını piyasanın fiyatlandırmasına bağlı olarak belirlenmesini savunur.

Buna bağlı olarak emekçi nüfusun artışı ara-talep dengesi ikliminde emeği ucuzlaştırmasının sorumluluğunu emekçilerin nüfus artışına endeksler. Ücret ve kar arasındaki ters orantının doğası gereği emeğin doğal fiyatının piyasanın yasal engellerle karşılaşmadığı ortamda oluşması gerektiği vurgulanır. Bu kapsamda sosyal devletin korumacı, yoksullara yarım eden uygulamalarına da karşı çıkılır.  Benzer şekilde sendikal örgütlenmelerin yarattığı ücret artışlarını da piyasanın kendi dengesine bir müdahale olarak görülür ve eleştirilir.

Piyasaya müdahaleyi ret eden liberal anlayış “bırakınız yapsınlar” mottosu ile ilk tıkanmayı 1. Dünya savaşı sonrası yaşayınca Keynes, devletin kimi araçlarla piyasaya müdahalesinin gerekliliğini savunan ve buna dönük makroekonomik enstrümanlar öneren yeni bir yaklaşım geliştirdi.

“Köleliğe Giden Yol” kitabı ile neoliberalizimin önemli isimlerinde biri kabul edilen Hayek, piyasaya devlet müdahalesinin her türlüsüne karşı çıkarak bu tür müdahaleci düzenlemelerin köleliği kaçınılmaz kılacağını savunur. Küreselleşmeyi hızlandırılan ve önünü açan bu yeni liberal yaklaşım devlet ve uluslararası piyasalara yönelik planlamalarını ve düzenlemelerine karşı çıkarak sadece hakem rolüne indirgenmesi yaklaşımını benimsemiştir.

Marksizm bu duruma artık-değer teorisiyle karşı çıkmaya çalışmıştır. Marksizim ideal anlamda işgücünün ücretlendirmesine de karşı çıkarak ücret sisteminin kaldırılmasını teklif eder. Bu temel çelişki emek ile sermaye arasında kesintisiz bir çatışmayı ve mücadeleyi kaçınılmaz kılar. Marksizm’in çelişki ve çatışma çoğunluk olan örgütlü işçi sınıfını mutlaka galip kılar ve bu bağlamda kapitalizmin üst düzeyde olduğu ülkelerde işçi sınıfı devrimi beklenir. Ancak devrim İngiltere ve Fransa kapitalizmin geliştiği ülkelerde ortaya çıkmaz. Rusya ve Çin’de beklenenin aksine sosyalist devrimler gerçekleşir. Ancak ortaya konulan sosyalist model uygulamaları kendi içinde başka temel bazı sorunlar üretir ve nihayetinde doğu blokunun çökmesi ile küresel kapitalizmin zaferi ilan edilmiş olur.

Liberalizmin felsefi anlamda savunduğunun aksine piyasa üzerindeki her türlü sınırların kaldırılması gelir eşitliğinin oluşum sürecini beslemedi. Bugün küresel ve yerle düzlemde serbest piyasa ekonomisinin geliştiği yerlerde üretimdeki büyüme gelir eşitsizliğindeki makası her geçen gün daha radikal bir şekilde arttırdı.

Türkiye gibi ülkelerde de serbest piyasa ekonomisinin sınırsızlığı arttıkça gelir dağılımlındaki eşitsizliklerde derinleşmektedir. Sermaye ve emek ilişkisinde ucuz işgücünün en gözde ülkeleri arasında Türkiye yer almasına karşın işsizliğin de en yüksek olduğu ülkeler arasında üst sıralardaki yerini korumaktadır.

Türkiye, 2021 yılı verilerine göre Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 37 üyesi arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde 4. sırada. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde ise gelir eşitsizliğinde Türkiye’den daha kötü durumda olan tek ülke Bulgaristan.

Yine 2021 yılı itibari ile Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de halkın yüzde 40’ı gelirin sadece yüzde 16,5’ini alıyor. En zengin yüzde 20’lik grup ise gelirin yüzde 47,5’ini alıyor.

 Tüm bu verilerin resmi kayıtlar üzerinden belirlendiğini ayrıca belirtmek gerekir. Kayıt dışı ekonominin gerçekliği, tarım işçiliği, çocuk işçilik gibi sosyal yara haline gelmiş durumlar dikkate alınırsa bu verilere göre daha kötü sonuçların gerçekte var olduğunu söylemek mümkün.

Türkiye ve dünyada yaşanan Ekopolitiğin ürettiği küresel sömürü gerçekliğine dair Müslüman dünyanın özelde Türkiye Müslümanlarının geliştirdikleri derinlikli bir duruş ve anlayışın olmadığı yıllardır gündeme kocuşulan konular arasında. Ak Parti’nin iktidar deneyimi bu bağlamda etkili bir model ve paradigma üretemediğini yaşanan deneyimler, mevcut ülke koşulları göstermektedir.

Neo liberalizmin küresel kuşatmasına karşı yapılanlar ve bundan sonra yapılması gerekenlere yönelik değerlendirmeleri bir sonraki yazıya bırakalım.   

  

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR