Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


ELEŞTİRİ YAPARKEN UYULMASI GEREKEN AHLAKİ VE ENTELEKTÜEL İLKELER.

YUSUF YAVUZYILMAZ; eleştiri yaparken muhataplarınıza samimi ve dürüst davranmak; yıkıcı, ötekileştirici ve incitici olmamak gerekir.


 

Sağlıklı ve doğru bir eleştiri yaparken uyulması gereken ahlaki ve entelektüel ilkeler vardır. Bu ilkeler, eleştiri yapanın güvenilirliğini ve saygınlığını artırır veya azaltır. Sadece eleştiri konusunda değil, hayatın başka alanlarında da uyulması gereken bu ilkeler ihmal edildiğinde, ileri sürülen tezlerin doğruluğunu ve güvenilirliğini büyük ölçüde zedeler. Bundan dolayı eleştiri bazı ahlaki ve entelektüel ilkelere uymak gerekmektedir.

 Öncelikle eleştiri yaparken muhataplarınıza samimi ve dürüst davranmak; yıkıcı, ötekileştirici ve incitici olmamak gerekir. Bu insanların birbirlerine karşı ahlaki sorumluluğudur.

Her ideoloji ve dünya görüşü gibi din de bir kavramsal sisteme sahiptir. Kuşkusuz düşünce üretmek ancak bir kavramsal sistemin imkanıyla ortaya çıkan bir etkinliktir. Kullandığı kavramsal sistem kişinin hangi dünyanın ve değerlerin içinden konuştuğunu ve düşünce ürettiğini gösterir. Hiçbir ideoloji kendi başına hakikati kuşatamaz. Bundan dolayı hiçbir ideoloji ile İslam inancını özdeşleştirme yanlışına düşmeyin.

 Sizden farklı dini yorumlara sahip kimseleri tekfir etme yanlışlığından uzak durmak gerekir. Tekfirin, çoğu kez farklı yorumları boğmak için kullanılan bir mekanizmaya dönüştüğünü aklınızdan çıkarmayın. Sosyolojik olarak Hariciler, kafirlere dokunmuyor ama kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları öldürmekten çekinmiyorlardı. Günümüzde İslami konuları tartışanlar, tıpkı Hariciler gibi davranıyor ve önüne geleni müşrik, münafık ilan etmekten çekinmiyorlar. Bu dışlayıcı ve ötekileştirici tutum düşünce üretiminin önündeki en büyük engellerden biridir.

Eleştirilerinizde uyarıcı ve öğretici olun ve hakikati, nefsinizin ve bireysel düşüncelerinizin önüne koyun. Nefsine aşırı düşkün insanlar, sahip olduğu bilgi kaynaklarını, her türlü çarpıtmaya hazır bir psikoloji taşırlar. Haricilerden İŞİD’e  kadar yapılan en büyük yanlış, kendi çıkarlarını hakikatin önüne koymak, dahası hakikati bu anlayışla özdeşleştirmektir.

Tartışmada doğruluğu kesinleşmemiş bilgiler kullanmayın. İleri sürdüğünüz tezi kanıtlamak için yanlış, eksik, hatalı, gerçeğe uygun olmayan bilgileri kullanmak ahlak ilkelerine aykırıdır. Kullandığınız materyalin yanlış ve hatalı olduğunu gördüğünüz anda yanıldığınızı itiraf edin ve o kaynağı kullanmaktan vazgeçin.

Eleştiri yaparken alkışlamak, başka mahalleden aferin almak gibi bir kaygıya düşmeyin. Bu durum ideolojik olarak mahalle değiştiren insanlarda sıklıkla görülen bir durumdur. Kendini yeni girdiği gruba kabul ettirmek için eski bulunduğu konumu haksız argümanlarla eleştiren insanlara sıklıkla rastlanmıştır.

Eleştiriniz daha büyük sorunların çıkmasına ve sorunların derinleşmesine hizmet etmesin. Ülkemizde Kur’an ve Sünnet üzerinden yürütülen tartışma böyle bir tehlikeyi barındırmaktadır. Tezinizi desteklemek için tarihi çarpıtmayın ve anakronizm tuzağına düşmeyin. Her olayı kendi koşulları içinde değerlendirmeye çalışın. Olayın gerçekleştiği coğrafyayı, kültürel ortamı ve tarihsel süreci ihmal etmek doğru değerlendirme yapmanızı önleyecektir.

Dinin en doğru yorumunu sizin yorumunuz olduğu yanılgısına düşmeyin. Bu yüzden ait olduğunuz, desteklediğiniz grubun yorumunu dinle eşitlemeyin. İçinde bulunduğunuz grubun dışında bulunan gruplar tarafından farklı ve meşru yorumların yapılacağını kabul etmek gerekir. Bu anlamda hiçbir siyasal ideolojiyi ve politik anlayışı din ile özdeşleştirmeyin. Din istismarının dindarlar tarafından yapılabileceği gibi, dine mesafeli olan, dinsiz olanlar tarafından da yapılabileceğini gözden uzak tutmayın.

            Muhatabımız saygı gösterin ve onurunu zedeleyecek hitaplardan uzak durun. Özellikle İslami gruplar ve kişiler arasında yapılan tartışmalarda ahlaki ilkelerin yok olduğu görülmektedir. Eleştiri faaliyeti kavramlara ve düşüncelere değil, onu dillendirenleri şahsına yöneldiğinde, düşünsel etkinlik ve ondan beklenen bereket ortadan kalkar. Ayrıca bu durum verimsiz ve galip gelmeye dönük bir cedel anlayışını tetikler. Böylece cedel kullananın elinde bir silaha dönüşür. Kuşku yok ki, silaha dönüşen cedel, fikir tartışması ve gerçeği arama etkinliğini çürütür. Böylece cedel hakikati arama motivasyonunu ortadan kaldırıp bireysel üstünlük sağlama motivasyonunu besler. Tartışmada ego hakikatin önüne geçerse, dışlama, tekfir, aşağılama, yaftalama öne çıkar. İdeolojik örgütlerde, katı mezhepçi yapılarda ve radikal dini veya sol örgütlerde sıkça rastlanılan bir durumdur bu. Unutmamak gerekir ki, Hariciler böyle bir cedel anlayışını temel alıyorlardı. Bu yüzden fikir ayrılığına düştükleri kimseleri tekfir etmekten ve öldürmekten çekinmiyorlardı. Din adına hareket edip şiddete bulaşan bütün yapılarda Harici mantığın izlerini görmek mümkündür. Literal okuma, tekçi zihniyet, tekfir ve katletmeye dönük zihinsel anlayış şiddete bulaşmış radikal yapıların temel özellikleridir. 

            Eleştiri yaptığınız konu hakkında yeterli bilgi ve donanıma sahip olun. Olabildiğince araştırdığınız konu hakkında birincil kaynaklara dayanın. İkincil kaynakların belli bir değerlendirmenin ışığı altında size ulaştığını unutmayın. Eleştirdiğiniz konu hakkında birincil kaynaklardan beslenmek kadar, farklı açılardan değerlendirme yapan kaynaklara ulaşmakta son derece değerlidir.  Okumalarınızda tek yönlü ideolojik değerlendirmelerden uzak durun. İdeolojik okumalar, gerçeği değil, zihinsel kurgu eseri olan ütopyaları esas alır. İdeolojiler hayatın gerçeklerinden değil, kurgusal anlayışlardan beslendikleri için kendi içlerinde tutarlılık taşırlar. Her tutarlı olan bilginin doğru olmadığı bilinmelidir. Doğruluk, bir bilginin gerçekliğe uygunluğu ile test edilirken, tutarlıklık kullanılan önermeler arasındaki uyuma ve çelişkisizliğe işaret eder. Sürekli yalan söyleyen ve söylemeye devam eden kişinin davranışları kendi içinde tutarlıdır, ancak doğru değildir.

            Kuşkusuz eleştiri yaparken birincil elden bilgi önemlidir. Bir konuda analiz yaparken tek taraflı eleştiri tuzağına düşmemek gerekir; ancak eleştiriye de açık olmak gerekir. Bizim anlayışımız mutlaka doğrudur ve tek hakikattir diye iddia edemeyiz. 

Siyasal hareketlerin, dini anlayışların retoriklerinden öte davranış biçimleri önemlidir. İnsanların ne söylediğinize değil nasıl davrandığınıza baktıkları gerçeğini unutmayın.

Yorum yaparken kullandığınız kaynaklar açık, kullanma biçiminiz kaynağa uygun olsun; özellikle kullandığımız ayetlerin bağlamlarını iyi düşünmek gerekir. Ayetin sadece bizim iddiamızı kapsadığını düşünmek büyük hatalara yol açar. Ayetin nüzul sebebi, diğer ayetlerle bağlantısı, Kur'an bütünlüğü içinde anlama ve değerlendirmesi yapılmalı, hüküm inşa ederken yöntem belirlenmelidir. Keskin ve ideolojik cümlelerle tezini temellendirmeye çalışmaktan uzak durmak gerekir. 

Sağlıklı eleştirinin içten dışarıya doğru yapıldığını bilmek gerekir. Karşılaşılan sorunların nedenlerini sürekli dışarıya aktararak anlamlandırma çabası içerideki zaafları görmeyi engelleyen bir araca dönüşür. Bu bakış açısı bütün siyasal ve kültürel sorunlar için geçerlidir. Siyasal ve toplumsal olayları değerlendirirken iç faktörleri öne çıkarmamız gerekir. Bu anlamda Suriye'nin en büyük sorunu Esed'dir. Esed'i paranteze alarak yapılacak hiçbir yorum anlamlı değildir. Hangi sorun olursa olsun dış sebepleri belirleyici saymak Kur’an mantığına aykırıdır. Aziz Kur'an'da anlatılan Hz. Adem kıssası, sosyal olayları değerlendirme konusunda ilginç ipuçları sunmaktadır. Kur'an açıkça Şeytan'ın onları ayarttığı ve yasak eylemi yapmalarını sağladığını anlatmışken, Hz. Adem af dilerken, suçu şeytana atmıyor. "Biz nefsimize zulmettik, bizi affet" diyerek, sorunun şeytandan değil, kendi zaaflarından kaynaklandığının bilincinde davranıyor.

Eleştirilerinizde bir kampın militanı gibi davranmak en büyük zaaflardan biridir. Militanın görevi içinde bulunduğu cemaati her ne pahasına olursa olsun savunmaktır. Bu cemaatin seküler veya din kökenli olması bir şeyi değiştirmez. Kendi ideolojisi içine hapsolan insan, zamanla hakikatin sadece inandığı ideolojiden ibaret olduğu yanılgısına kapılır. İdeolojilerin vahiy karşısında ki konumu, gerçek olan hakikate karşı sahte hakikat üretme çabasında olmalarıdır.    

            Militan okumaz, araştırmaz, sorgulamaz, kendini geliştirmez. Tutarlı ve doğru bir eleştiriyi hedefleyen kişi militan gibi davranamaz. Eleştirinin amacı içinde bulunduğu grubu savunmak değil, hakikatin peşinde olmaktır. İçinde bulunduğu ideolojiye sarsılmaz bir güçle bağlı olan insanlar, kendi dışındakilere karşı öfkelidir. Bu anlamda nerede konumlanırsa konumlansın militan öfkelidir, nefret doludur; bunun nedeni düşünceleriyle değil, hisleriyle hareket etmesidir. İdeolojik zihin, toptan kabul ve redde yatkındır. Kararları mantıklı ve tutarlı olmaktan ziyade anlık ve duygusaldır. Onun için sürekli ütopik bir zeminde gezerler. Bundan dolayı vasat ile bağlantıları zayıftır. 

Tartışma ve eleştirilerde kullanılan kaynaklardaki bilgileri çarpıtmamak gerekir. Nitekim günümüz de çoğu tartışmanın kaynağı dinin temel kaynaklarının çarpıtılmasından meydana gelmektedir. Kur'an'ın maksadına uzak bir din anlayışı sadece Peygamber adına uydurulan hadisler vasıtasıyla yapılmıyor; bizzat Kur'an'ın kendisi üzerinden de yapılıyor. Nitekim Batıni fırkaların çoğu, Kur 'an ayetlerinde semantik müdahalede bulunarak aşırı hermetik bir yorum üretmişlerdir. Sıffin Savaşın da mızrakların uçuna takılan Kur'an'dı. Hariciler de terör estiren öğretilerini "Hüküm Allah'ındır " ayetine dayandırıyorlardı.

Kaynaklarda bulunan bilgileri çarpıtmak, kaynakta bulunmayan bir bilgiyi varmış gibi göstermeye yol açacağı gibi, kaynaktaki bilgilerin kasten olduğundan farklı yorumlanmasına da yol açabilir. Unutmamak gerekir ki, uydurma hadis faaliyetini yürütenler, kendi tezlerini haklı çıkarmak için bu faaliyeti yürütüyorlardı. Bireylerin kendi tezlerini güçlendirmek için daha üst otorite ya da kaynakta bulunan bilgileri çarpıttıkları sıkça rastlanan bir durumdur. İçinde bulunduğunuz etnik grubu, yaşadığınız coğrafyayı, bağlı bulunduğunuz mezhebi savunmak amacıyla, açıkça Kur’an’a, Hz. Peygamberin misyonuna, akla aykırı olan uydurma rivayetleri kullanmayın.

Bağlı bulunduğunuz grubun liderinin konumu bilgisi birikimi ne olursa olsun hatasız olmayacağını unutmayın. Hz. Peygamber ve Peygamberlerden başka yanılgısız, hatadan uzak, yanılgısı bizzat Allah tarafından düzeltilen ismet sahibi insanlar olamayacağını kabul edin. İnsanları, insan olmanın ötesine taşıyacak tanımlamalardan uzak durun. Kur'an'ın kim tarafından yapılır da yapılsın, ilmi kariyeri ve derinliği ne olursa olsun, beşeri bir yorumunu tek, tartışmasız ve nihai yorum olarak kabul etmek, diğer yorumlara karşı şiddeti besleyen çarpık bir anlayıştır.

 "İslami parti" ve "İslami siyaset" olmaz; Müslümanların partisi ve “Müslümanların siyaseti” olur. Müslümanların partisi ve siyaseti tıpkı diğer insani faaliyetler gibi hatalıdır, eksiktir, tarihseldir. Bundan dolayı Müslümanların politik alanda yaptıkları yanlışlıkların faturası İslam’a kesilemez. "Müslümanlığı İslam'ın aynısı olarak görmek, İslam ile İslam’ın tarihsel tecrübesini aynileştirmek ne kadar yanlışsa, bu ikisinin arasındaki bağı görmezden gelerek Müslümanların tarihsel tecrübesini bütünüyle İslam'ın dışında bir olgu hatta İslam'dan sapma olarak görmek de o kadar yanlış olur."(1)

Din adına üretilen bilgi ile din aynı şeyler değildir. Dinin vahyin dışında sosyolojik ve kültürel birikiminin olduğunu da ihmal etmemek gerekir. Esasen farklı din anlayışlarına da bu faktörler yol açmaktadır. Bu tarihsel birikimi ihmal etmemek gerekmektedir.

 Şüphesiz her dönem, İslam’ın temel parametrelerinden sapmadan, çağı ve çağın ürettiği değerleri yorumlayıp yeni bir dil ve model üretecektir. Böylesine anlamlı ve gerekli bir çabayı eleştirmek veya gölgelemeye değil, tam tersine İslam’ı kendi cemaat, parti veya içinde bulunduğu grubun isteklerine göre yorumlamak ve tüketime sunma çabasına karşı olmak gerekir. İşte İslam’ı kendi ideolojik konumuna hizmet etmek üzere yorumlama faaliyeti, sahih bir İslam değil gösterişçi İslam’dır. Gösterişçi İslam, İslami görünmenin önemli olduğu zamanlarda, böyle görünmenin sağlayacağı avantajlardan yararlanmak için özden çok şekle önem veren bir din anlayışıdır. Bu durumda içerik kaybolur ve form yüceltilir. Yaşanan iman ve aşk temelinde bir bağlılık değil, Müslüman görünmenin pratik hayatta sağlayacağı yarardır. Böyle bir anlayıştan uzak durmak gerekir.

Kendinizi bilgi donamın ve ahlak olarak sürekli geliştirin. Kuşkusuz gelişmek sadece kitabi olarak gerçekleşen bir süreç değildir. “Gelişmek, bir kitaba sığdırılmış sloganları ezberlemekle olmaz; hayatın duvarlarına çarpa çarpa, yaşayarak, tecrübe ederek, yaşadıklarından öğrenerek gerçekleşir"(2)

Her yeni içtihat ve fıkıh yorumunu peşinen mahkum etmemek gerekir. Fıkıh İslam sosyolojisidir ve sürekli içtihatla zenginleştirilmelidir. İçtihat kapısı kapatılıp yeni yorumlara varılamazsa, İslam dünyası karşılaştığı sorunların çözümü için sürekli geriye bakmak zorunda kalır. Kuşkusuz geriye bakarak ilerlemeye çalışan kişi sendeleyecek zaman zamanda düşecektir. Bedeni 21. Yüzyıl, düşüncesi 10.yüzyılda kalmış insanlar gibiyiz. Geleneğin içindeki yaratıcı özü bugüne taşımaktan başka çıkar yol yok. İçtihat mutlaka yapılmalı yeni yorumların önü açılmalıdır. Bu konuda hata yapanlar bahane edilerek bu yoldan dönülmemelidir.
            Hz. Peygamberin içtihatta yanılana bir sevap verileceğini söylemesi anlamlıdır. Bunun anlamı şudur: Hata korkusuyla içtihattan vazgeçmeyin. 
Çünkü dini bugüne bağlayan, bugünün sorunlarına verdiği cevap kabiliyetidir. Sosyal şartları çok farklı olan günümüz sorunlarına geçmiş dönemlerden fetva aramak içtihadın ruhuna terstir. İçtihat, bir dönemde yaşayan alimlerin karşılaştıkları sorunlara Kur 'an ve sahih Sünnet referanslarıyla cevap üretme faaliyetidir. Unutmayalım "İçtihat kapısı kapanmıştır" demekle " İslam günümüze yanıt veremez" iddiası arasında zerrece fark yoktur.
İçtihadı sonlandırmak insanı sürekli geriye bakarak yürümeye mahkum etmektir. Sürekli geriye bakarak yürümeye çalışan insanın tökezlememesi, düşmemesi mümkün mü?

Müslümanlar sürekli olarak özgürlüğü tercih etmelidir. Bu anlamda hiçbir zaman baskıcı, otoriter, elitist, askeri veya yarı askeri diktatörlükleri demokrasiye karşı tercih etmemelidirler. Baskının olduğu yerde, ikircikli davranışların artacağı kesindir. Bundan dolayı İster Kemalizm isterse İslam adına yapılsın bireyi zorlayan davranışlar münafık tipler üretir. İçten gelen bir bağlılıkla ibadet etmeyen insan dışsal baskıdan dolayı istemediği bir eyleme zorlanır. Bu da ikili bir psikolojik yapı üretir. İnsanları bu korkudan ve kişilik bozukluğundan kurtarmak için özgür bir ortam hazırlamak gerekir.  Namaz, oruç, hac gibi ibadetleri cezalandıracak dünyevi otorite yoktur. Cezalandırılması istenen davranışlar hırsızlık, yalancılık, adaletsizlik ve iftira gibi suçlardır.  Hiç kuşkusuz bütün ideolojik sistemler, insanı belirli bir değerler modellemesi

Kur’an –Sünnet tartışmalarında, bu iki kaynağı birbirinin karşısına konumlandırmak doğru değildir. Hz. Peygamberi devreden çıkarmadan ve Allah kavramına semantik müdahalede bulunup dönüştürmeden ne deizm ne de rasyonalizme kapı aralanabilir. İslam’ın akıl anlayışı ile rasyonalizm aynı şeyler değildir. Üstelik Kur'an in bilgi kaynağı olarak bildirdiği bir kaynak daha var; "akleden kalp". İslami konular üzerinde düşünürken, İslami kavramları kullanmaya gayret etmek gerekir. Unutmayın, bilgisi, birikimi, ilmi kariyeri ve toplumsal konumu ne olursa olsun bir insan tarafından üretilen bilgi, yapılan yorum, tercih edilen görüş ,dinin ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnetle eşitlenemez. Kur’an ve Sünnet farklı görüşlerin test edileceği asıl kaynaklardır.

Dini metinler üzerinde anlama ve yorumlama faaliyeti üzerine girişirken, bu metinlerin yazıldığı dilin imkanlarını iyi bilmek gerekir. Edebi olarak dilin sembolik anlatımına ve kullanılan sanatlara dikkat etmek gerekir. Literal okumalar bu anlamda yanıltıcı olabilir. Kur’an ve Sünnet okumalarında lafız –mana ilişkisini hiçbir zaman gözden kaçırmamak gerekir. Manayı lafza mahkum etmek maksadın içinde bulunduğu hikmeti gözden kaçıracağı gibi, lafzı ihmal etmek, önü alınamayan hermetik-batını yorumlara kapı aralayacaktır.

 Eleştiri yaparken genelleştirme yanılışlığına düşmemek gerekir. Buna karşın insanlar genel kavramlarla konuşma anlayışına yatkındır. Kuşkusuz bir anlamda da gereklidir bu. Ancak genel tanımlamalar kullanırken dikkatli olmak gerekir. Örneğin " Ehli Sünnetçiler", diyerek yapılan analiz, bu kavramın içinde ne kadar farklı düşünceler olduğunu ıskalıyor. Ebu Hanife, Hasan Basri, Maturidi de bu akımın içinde; Eşari, Gazali de. Aynı şekilde Cübbeli Ahmet de Ehli Sünnet, Mehmet Görmez de.  Bu nokta da Karl Popper'ı referans almak gerekiyor galiba. Popper'a göre tümevarımsal genellemelerin neredeyse tamamı hatalıdır. Çünkü temel ilkesi "doğrulamaktadır". Oysa en sorunlu önermeyi bile doğrulayacak örnekler bulunabilir. O halde ölçüyü değiştirmek gerekir. Bilimselliğin ölçüyü "yanlışlama" olmalıdır. Dahası Karl Popper, bize şunu der: "Bilimselliğin ölçütü doğrulanabilirlik değil, yanlışlanabilirlik olmalıdır. 
"Bütün kuğular beyazdır" önermesini doğrulamak için bin tane beyaz kuğu örneği bulmamız yetmez. Bin birinci siyah olabilir. Ancak bir tane siyah kuğu bulursak kolaylıkla şunu söyleriz: "Bütün kuğular beyaz değildir." Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Tarikatlar, cemaatler ile başlayan genellemeler hep böyledir. "Tarikatlar, insanları pasifize ederler; toplumsal sorunlar karşısında duyarsızlaştırırlar", genellemesini ele alalım. Büyük ölçüde doğrulayıcı örnekler bulacağımız bu önerme doğru değildir. Çünkü Şeyh Şamil 'in bağlı olduğu tarikat ve Kuzey Afrika'da Ömer Muhtar'ın bağlı olduğu Senusi tarikatı son derece eylemcidir. Bundan dolayı, genel ifadeleri kullanırken dikkatli olmak gerekir.

İslam’ın temel kavramlarını orijinal anlamlarına göre kullanmak gerekmektedir. Ne yazık ki, İslam’ın birçok temel kavramına müdahale edilmiştir. Takiye, tıpkı kader, irade, tevekkül gibi İslami kavramlarda olduğu gibi semantik müdahale ile tanınmaz hale gelmiştir. Kavramın temeli, Hz. Peygamberin, sürekli işkence gören bir sahabenin “sana inanmadığını söyledim" ifadesine karşı çıkış yolu olarak “kalbimle inkar etmedikten sonra dili ile söylemek de bir sakınca yoktur” ifadelerinden kaynaklanıyor. Ne yazık ki, kavram bu asli anlamından koparılarak menfaat ve kişisel çıkar sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Takiye kavramını en etkin ve bağlamından uzak kullanan ise Gülen çetesidir. Gözden uzak tutmamamız gereken bu ilkenin asla Müslümanlara karşı kullanılamayacağıdır. Ali Şeriatı, 'Ali Şiası ve Safevi Şiası' adlı eserinde takiye kavramının Safevi Şiası’nda nasıl bir semantik müdahale ile yeniden tanımlandığını çok iyi anlatır.

Benzer şekilde kader kavramı bireysel sorumluluğu yok edecek bir biçimde yorumlanmaktadır. Benzer şekilde tevekkül kavramı da semantik müdahaleye maruz kalmıştır. Tevekkül, hiçbir çaba harcamayan tembellik anlamına dönüşmüştür. Kavramları asli anlamlarında kullanmak sağlıklı bir eleştiri için olmazsa olmaz bir ön şarttır.

  1. Ali Bardakoğlu,  Din İstismarı, DİB
  2. Kemal Sayar, Kalbin Direnişi, Timaş yayınları.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR