Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Aziz DARICI


ELEŞTİREL DÜŞÜNME (4)

Yazarımız Aziz Darıcı'nın "yeni" yazısı...


Daha önceki yazımızda; Paul ve Elder yaptıkları çalışmada, kalıpsal, kutsanmış davranış ve olumsuz düşünme boyutlarının, hiç kuşkusuz benmerkezci düşünmeyle (ideolojik, siyasi, hizipçi) sonuçlanan bir sosyolojik tahlilini içeren çıkarımlar yapılmıştı. Söz konusu düşünme biçiminin kişiler ve kurumlar bunun farkında olsun veya olmasın hayatla ilişki biçimimizde bizi getirdiği nokta durağanlık ve tekrarın ifadesi olan bir zamanı tarif etmektedir. İslam coğrafyasının genel ekseriyeti var olan durumu aşacak bir bilince evrilememesinden kaynaklanan sorunun bizatihi kendi varlığı üzerinden yine kendine dönük sorular sormaya devam etmektedir.

İslam varlık hazinesi halklarının beklentileri ve hükümetlerin güç ve iktidar arzularını, şimdiki zamansal ve mekansal sorunlarının gelecek ile ilgili perspektifinde bu sorunları aşmak için bir gayretin olduğu söylenilebilir. Tüm bu uğraşların, çırpınışların hepsinin bir değer ifade etmediğini söylemek yersiz ve anlamsız bir çıkış olur. Lakin söz konusu çabaların pek çoğunu, disipline edecek, metotlaştıracak, ilke ve prensip haline getirecek,  yapılandıracak ve onlara yarenlik edeceği yeterli düzeyde görüş netliği yaratmadığı gibi toplamda ümmete güven-umut verecek hareket tarzlarına sahip oldukları da söylenemez. Yerel ve milliğe atıfların anlam kazandığı evresel dünyamızda evrensel düşünme biçiminin nasıl gerçekleşeceği, içsel ve dışsal sorulara-sorunlara verilecek cevapların tatminkarlığının ve yeterliliğinin cevabı bazen sorunun içinde zaten örtük olarak verilmektedir. 

Gusdorf şöyle der "Her kültürün sistemi, kendi içinde oluşturduğu Tanrı, insan ve evrenle ilgili tasavvuruna ve realitede bu üçüyle kurduğu ilişkiye göre belirlenir." demektedir. Sizin bu ilişki biçiminizin güçlülüğü ile kuvvetli oluşu hayattaki olumlu göstergelerin varlığına tekabül etmektedir. Geçmişle ve gelecekle olan bağımızın şimdiki halinin bize gösterdiği şey ise bu üç unsurla ilişki biçimimizin pek de olumlu sonuç vermediği kanaatini güçlü bir şekilde bizde oluşturmaktadır.

Allah-insan ilişkisinden-iletişiminden doğacak olan ihlasa ve ahlaka baktığımızda sorunun sadece namaz, oruç gibi ibadetler ile dilsel olarak yapılan tesbihatın istatiksel olarak ifade edilen verilerde yatmadığını, çoğunluğu müslüman olan bir memlekette nasıl olurda ahlak krizi yaşandığını açıklamak için epey kafa yormaya gerektirecek bir sürece insanı ister istemez götürecektir. Allah'ı birlemenin imandaki ve hayattaki pratiklerinde çıkacağı sonuçların hayır, bereket, adalet, huzur ve rahmet olması gerektiğini biliyoruz ama genel olarak olmayan bir durumun altında da ezildiğimizi, haliyle sorunlarımızın var olan halimizin üzerindeki tesirlerine bakınca da insanın vicdanı daha çok yara almaktadır.

İnsan-doğa ilişkisine baktığımız da durum farklı değildir. Amacımız burada başka-öteki üzerinden kıyaslama yaparak kendimizi yermek değildir. Varlığa şahit kılınan insanın, kendisinin emrine verilen bu alemin; yine bu alemdeki fiillerinin sonucunda ortaya çıkan halin tespitidir. Buradaki diğer önemli bir husus, vahiy bilgisiyle beslenen bir zihnin nasıl olurda doğaya, tabiata karşı tavırlarında horluk, daha ötesi zulüm ve israfla sonuçlanan bir vakanın fotoğrafıdır. Teneffüs ettiğimiz hava sahasını nasıl olurda nefessiz ve sessiz bırakırız. Oysa biliriz ki eşyanın kendisi bile saygıya layıktır. Hikmetle ve irfanla batığımızda varlığın içindeki ruhu görebiliyoruz. Ve o ruh bizimle, bizim üzerimizden dile gelmek istemektedir ve hakkının zayi edilmemesi gerektiğini vahiy üzerinden dile getirmektedir.

İnsan-insan ilişkisi ise daha vahim bir boyuttadır. Çünkü varlığı okuma ve anlama biçimlerimiz önceden belirlenmişliğin içinde doğan bir tarihsel hafızaya sahiptir. Kültürel olarak bize yansıyan ilişki biçimlerimiz insanın insana değer kattığı bir ilişki biçiminde değil de insanın insandan nemalandığı bir ilişki biçimine dönüşmüş durumdadır. Doğrusu insan, insan üzerinden kendisini tüketmektedir. İnsan aynaya bakınca aynada kimi gördüğü artık meçhuldür. O yüzden aynaya bakmaya yüzü olmayan insanın kapitalist kokan ilişki biçimlerinden doğacak toplumsal yapılar ancak belli bir süre sonra kendini tüketmeye başlayacaktır.    

Oysa insan; Muhammed Abid el Cabiri'nin ifade ettiği yorumsal şekliyle insan özü bakımından Evrensel Aklın (akıl-sistemin) bir parçasıdır. O, akıl sahibi bir canlı olarak kendini tabiatta ve tabiat vasıtasıyla keşfeder. Bu anlama uygun olarak akletme eylemi; varlıklar arasındaki düzen ve sistemin kavranmasıdır.  Atıl aklın( bizim tabirimizle tekrara düşen, kalıplaşmış ve tabulaşmış akıl) hayatın içindeki eylemi yenilenmenin ve değişimin değil geçmişin tekrarını üzerinden yeniden yorumla ve açıklama biçiminde gerçekleşir. Yapılması gereken;  " Gerçek şu ki, bugün Müslümanlar salt bir “uyanış"a değil aynı zamanda "tecdid"e(yenilenmeye) de muhtaçtırlar." Öyle ki; "Ertesi gün uyanmak üzere gece uyuyan kimse, hayatını her zaman olduğu gibi normal bir tarzda sürdürebilir. Fakat ashab-ı kehf veya onların durumunda olanların hayatlarının normal akışını sürdürebilmeleri için sadece uyanmış olmaları yetmez. Zira onlar yeni hayatın gerçekliğini anlayabilmek için bilinçlerini yenilemeye muhtaçtırlar."(1)

Bu muhtaçlık hali bir ihtiyaç halidir. Bu halin metodsal, bilgisel ve zihinsel yollarından bir tanesi de eleştirel düşüncenin var olan sorunlarımızın çözümünde aktif olarak kullanılmasıdır. Fikirsel ve eylemsel donukluğu aşacak olan süreklilik arz eden düşünsel eylemlerin varlığıdır. Vahyin, bizim üzerimizden yaşadığımız çağa söylemek istediklerini toplumların gündemine sokacak bilginin üretimidir. Birbirimizi onaylayan bilgilerin paylaşımından çok sorunlarımızı giderecek çözümlerin ortaya konulduğu ortamların yapısal gerçekliğini tamamlamalarıdır.

"Ayrıca, bu uygarlık, bizim katkımızla oluşturulmuş bir uygarlık olmayıp, bizim dışımızdakilerce üretilmiştir. Biz sadece bilim, teknoloji, ekonomi, adab-i muaşeret, düşünce ve ideoloji gibi çeşitli alanlarda o uygarlığın takipçileriyiz. Karşılaştığımız meydan okumalar, ne bidat türündendir ki, tecdidi bid'atı önlemekle ilişkilendirelim; ne de "uyanış"ın yeterli olduğu türdendir ki, fiilen yolu açmaya başladığımıza inanalım. Aksine bu, kendisine karşı koyabilmek için yepyeni bir düşünce ve yepyeni birtakım yöntemler gerektiren, tamamen yeni bir uygarlığın meydan okumasıdır. Bu, salt "uyanış” tan daha büyük önem ve derinliğe sahiptir."(2)

Biz bunu "Hikmet" ve "İrfan "yolunda, "Furkan"ına(eleştirel düşünmenin en yakın olduğu İslami kavram) içine katarak ilerleyelim inşallah... Vesselam…

1, 2- Çağdaş Arap-İslam Düşüncesinde Yeniden Yapılanma- MUHAMMED ÂBİD EL-CÂBİRİ

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR