Bizim yaşadığımız toplumların duygusallık refleksi içinde olmaları bir ayıp değil ama terazinin duysallık kısmının ağır basan tarafının bize ne getirdiğini- ne götürdüğünü iyi düşünmek gerekir. Duygular insan olduğunuzun kanıtıdır. Vicdan buradan neşet eder. Lakin duygusallık içinde kaybolan ama büyüyen sorunlarımız aklı ve iradeye çağrışım yapmaktadır.
Akla ve onun işlevi olan hikmet ve furkan ağırlıklı düşünme biçiminin değil de duygu merkezli düşünmenin yarattığı sosyal yapılar; samimiyetin testi için dökülen gözyaşı, yüreği okşayan hikayeci anlatım, insanı duygusal atmosferin içinde büyüleyen anlatım biçimleri(dil ve üslup), daha çok acının, daha çok üzülmenin, daha çok nefsini suçlamanın gerekli görüldüğü bir ortamda insanın kendisini bulması ile kaybolması arasında ince bir çizgi olduğu bilinmelidir. Okuyan, araştıran, sorgulayan, eleştirel düşünmeyi önemseyen, bireysel farklılıkların üzerinde duran, farklılığa kucak açan, farklı düşünmenin anlam dünyasını keşfeden insanın saçlarının ağarmasını deliliğe işarete, tükenmişliğe, yıpratılmışlığa, çok okumanın anlamsızlığına inanan ve o şekilde algılanan bir toplumda; tefekkürün, hikmetin ve furkanın yer edinmesi elbette zor gözükmektedir.
Tefekkür, hikmet ve furkan gibi düşünsel faaliyetlerin zor süreçler olması, bunun insanlarda görülmeyen değerler olmadığı anlamında söylemiyoruz. Bu kadim İslami değerlerin bir okul-ekol-disiplin sürecine daha dönüşmediği-dönüştürülemediği anlamında kullanıyoruz. Bunu takiben gelecek olan tepkinin de farkındayız. Bu bahsedilen değerlerin geçmiş zamanındaki üretici fonksiyonundan bahsedilecektir. Doğru... Ama adı üstünde geçmişte kalmış, gelecekle olan bağı kopartılmış ve epistemolojik olarak bu çağa taşınamamış, buna karşın adı geçen bu kavramların toplumun yeniden ıslahı, İslam'la olan bağı, hakikatle olan ilişkisi göz ardı edilmiştir. Üstelik İslam coğrafyasında hakim olan paradigmayı oluşturan beyan, burhan, irfan ekollerinin (hepsi çok değerli ekoller) de klasik öğretim şekillerinden, zamanın ruhuna açık olmayan yapısal öğretim şeklilerinden kaynaklanan metodolojik sorunu aştığını da söylemek zor gözüküyor.
Eleştirel düşünme; burada hikmet ve furkan ekolünün farkındalığına yönelik bir açılım olarak görülebilir. Hikmetin ve furkanın içinde anlam bulan bu kavram, tefekkürün içsel ve dışsal icrasına olumlu manada katkı sunabilir. "Fikr" kökünden türeyen tefekkürün, düşünme eylemi olduğunu ve; "Düşünmenin konusu ise başta bizâtihi Kur’an’ın mesajı olmak üzere bu mesajın aydınlatıcı ve yol gösterici ışığı altında Allah-âlem, âlem-insan, Allah-insan ilişkisidir. Kur’an’ın, kâinatı ve insanı belli bir yaratılış sürecinde ve süreklilik arzeden ilâhî yasalar çerçevesinde anlamlandıran, insanı var oluşun ilâhî kanunlarına paralel olarak doğru bilgi ve doğru eylemin gereklerine uygun şekilde yönlendiren âyetleri, düşünmenin konusunu kendiliğinden belirlemektedir." (1) Bu kendiliğinden hususta ön plana çıkarmak istediğimiz konu, "fikr"in tefekkürle olan bağıdır. Tefekkür var olanı düşünme boyutundan çıkarılıp, bilgi anlamında olmayanı düşünme boyutunda kullanılması, sorunlarımızın kalıcı çözümü için gerekli adımlar olarak işlevsellik kazandırılmalıdır. Tabii, burada en önemli görev sözü olan ilim erbabına düşmektedir. Çünkü Allah'tan en çok korkanların âlimler olması, onların ilmin hakkını vermelerinden kaynaklanmaktadır. İlim ise merakla başlar, gaye ve gayretle anlam bulur, düşünmeyle olgunlaşır, bilgiyle de ürününü vermektedir. Fikir yoksa hayat durur. Durağan hayatların tekrara düşmekten başka çareleri yoktur. Tekrara düşen hayatlar umut aşılayamaz, gelecek hayatların inşasında rol alamazlar.
Ön kabullerin, ön yargıların, hazır bulunulmuş kalıpların ortamsal değerdeki hali; kriz çıkana kadar işlev görmeleridir. Kriz çıktığında ise ötekileştirici, baskıcı, yerel ve milli olmayı geçemeyen; sonunda muhafazakarlaşma ile biten bir evreye girmeleriyle sonuçlanır. Süreç içinde İslami ortamlar; samimiyet tartışması, önden gelen-sonradan gelen, bizden-sizden tartışmaları içinde kaybolan insan manzaralarına görülür.
Eleştirel düşünme sözün, ön kalıpların ve ön yargıların konuşulduğu ortamlarda farkındalığa dair bir bilinç inşasına katkı sunmaktadır. Bu katkının nasıl olacağı, nasıl karşılanacağı, nasıl etki bırakacağı konusu daha çok derin çalışmalara gebedir. Lakin sorun varsa, çözüm için irade sahiplerinin sadece iradelerini birleştirmeleri değil çarpıştırmaları da gerekmektedir. Konuşmayı bile becermediğimiz bir sosyolojimiz varken, tartışmayı ve sorgulamayı düşünmek bizleri biraz ürkütmüyor değil. Tekfir kılıcı, ötekileştirme dili, samimi değil yaftası, zaten onu biliyorduk tezi sürekli boynumuzda ve sırtımızda hissedeceğimiz demokrasi kılıcı gibiler.
Aslında bu tür davranışları sergileyenler belli bir düşünceye sahipler. Lakin buradaki sorun kendi düşüncelerine olan aşırı bağlılıklarından kaynaklanmaktadır. Bu taassup, belli bir kalıbın dışına çıkamayanca farklı düşünme biçimlerine karşı içselleştirdiği korumacı mantık yüzünden dışa açılamamakta ya da dıştan gelen yeniliklere-değişimlere kapalı kalmaktadır.
Bir araştırma sonucu rastladığım makaleden(2) hareketle; ön kabullerin, ön yargıların, hazır bulunulmuş kalıpların, bilgi yoksunluğundan kaynaklanan düşünmenin inancın üzerindeki etkisine biraz bakalım;
Paul ve Elder (2003b) yaptıkları çalışmada, kalıpsal, kutsanmış davranış ve olumsuz düşünme boyutlarının, hiç kuşkusuz benmerkezci düşünme ile ilişkili nedenlerden kaynaklandığını söylemektedirler (1) Bunun sebepleri olarak ;
1- Başkasını destekleyen gerçeklik ve bilgileri değil, kendini destekleyenleri anımsar (Benmerkezci bellek).
Seçici mantık. Kendi duygularına ve fikirlerine aşırı bağlılık.
2- Sığ bir görüşün mutlaklılığı içinde düşünür (Benmerkezci miyopluk).
Bilgi yoksunluğundan kaynaklanan vizyon eksikliği. Dar kalıpların ürünü.
3- Kendini tüm gerçeklere sahipmiş gibi görür (Benmerkezci doğruluk).
Kutsama, diğer ifade ile gurur ve kibrin yarattığı kişilik halidir.
4- Çok açık çelişkileri bile görmezden gelme eğilimindedir (Benmerkezci ikiyüzlülük).
Burada tevil ve hikmet gibi değerlerin aslını göz ardı ederek bu kavramları kendi ortamsal ve kişiliksel zaaflara örtü kılmaktadır.
5- Gerçek ve önemli karmaşaları değerlendirmek inanç ve değerlerini değiştirmeyi gerekli kıldığında, bu karmaşaları görmezden gelme eğilimindedir (Benmerkezci yüzeysellik).
Değişim ve dönüşüme kapalı olma halidir. Kendi durumunu muhafaza etme eğilimindedir.
6- Benimsediği inanç ve değerlere karşı olan olgu ve kesinlikleri dikkate almaz (Benmerkezci körlük).
Bu durumu görecek herhangi bir bakış açısına sahip olmama halidir.
7-. Duygu ve deneyimleri genelleştirme eğilimindedir (Benmerkezci acelecilik).
Kendinden hareketle merkezi kaplama, doğruları kendi üzerinden okuma, hissettiklerine ve yaşadıklarına aşırı anlam verme halidir.
8- Düşüncesinin sürüklendiği saçma olguları saptamaktan kaçınır (Benmerkezci saçmalık).
Gerçeklerle yüzleşmekten çekinme halidir.
(Devam Edecek)...
1- TDV İslam Ansiklopedisi
2- Erkan ŞENŞEKERCİ* Asude BİLGİN** Eleştirel Düşünme Ve Öğretimi(U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ)