Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Nevzat KAYA


Düşünsel Tutsaklığımız

Nevzat KAYA´nın Analiz;


 

Bilgi ayrıdır, düşünce ayrıdır. İkisi aynı şeyler değildir. Bilgi salt kronolojidir, ruhsuz bir cesettir. Onu manaya dönüştüren, ona ruh veren düşüncenin varlığıdır.

Bilgi bir çiçektir. Çiçeğin faydaya dönüşmesi için arıların çiçeğin özünden edindikleri polenleri, kendi içinde harman etmesi ve nihayetinde bal dediğimiz bir şifa ve lezzetin ortaya çıkarılmasıdır.

Bunun için düşünce; lezzettir, şifadır. Bilgiden aldığını harmanlayarak, hayatımızı kolaylaştıracak lezzetlere, sorunlarımızı giderecek dermanlara dönüştürür.

Bu yüzden bilgilerin bir değere ulaşması ve bize mal olması, ancak düşünce harmanımızda öğütlememize bağlıdır. Yoksa salt bilginin kendi kendine ortaya koyacağı bir değer yoktur.

İslam medeniyeti, gerek tarihte gerekse de batılı düşünürler arasında bilgi medeniyeti olarak yer almıştır. İslam ümmeti ne zaman ki, bilgi ve düşünce arasındaki mesafeyi açtı, işte o zaman tarihteki konumunu gitgide kaybetmiştir.

Osmanlı´nın yıkılışının en önemli sebebi medreseye torpilin girmesiydi. Torpille eğitim alan bir neslin yarın bürokraside, devlet yönetiminde, adalette nasıl bir gedik açacağı herkesin malumudur.

Bir ülkede eğitim hastalıklı ise o hastalık bulaşıcı bir hastalıktır. Ve çok geçmeden bulaşıcılık tüm kurumlara sirayet eder, böylece toplumdan devlete kadar tüm alanlarda bir çürüme başlar.

Torpille, kayırmacı bir anlayışla bir yerlere gelmiş olanların ortaya bir adalet koyacağına, ehliyet ve liyakatı tesis edeceğine nasıl inanalım. Böyle bir şey mümkün değildir.

Maalesef ciddi bir problemimiz var. O da gerçek manada ortaya bir değer koyacak olan bilgiyi, mesleği, ilmi, geri plana atarak, makamcı ve mevkici bir anlayışı daha çok öncelememiz ve önemsememizdir.

Bu da ufuksuz, hayalsiz, kıt, sonu ebter olan, gösrerişçi ve şekilci bir anlamsızlığın git gide hakimiyetini sağlamaktan öteye gitmiyor/gitmeyecektir.

Oysa bizim sabitelerimiz vardı. Adaleti, ehliyeti, liyakatı bir medeniyetin ayakta kalabilmesi için olmazsa olmaz sabiteler olarak ortaya koyan Kur´an-ı Kerim ile Sünnet-i Seniye´nin ta kendisi değil midir?

Kur´an ve onu bütünleyen Sünnet, tüm insanlığın hayatı için gerekli olan tüm alanlara cevap veren, bununla ilgili geniş malumata sahip bir hakikattır.

İşte bizim en büyük problemimiz sahip olduğumuz bu potansiyeli idrak edemeyişimizdir. Dayandığımız temel kaynakların hakikat değerinin farkında olabilseydik, ümmetin ezik, yılgın ve yıkılmış halinden, yeniden insanlığın susadığı modeli ortaya koyacak fırsatı yakalayabilirdik.

Hayatımızın tüm alanlarında istenilen değişiklikleri gerçekleştirmek için, gerçek problemlerimizin neler olduğuna dair bir farkındalığın tesis edilmesi gerekmektedir.

Genelde insanlık ve özelde de müslümanlar bu farkındalıktan uzak kaldıkları için, aslında neye karşı sırtlarını çevirdiklerinin idrakinde değiller.

Doğrusu bedenlere kelepçe vurmakla insan köleleşmiyor. Bilakis zihinlere vurulan pranga ile insan köleleşir.

En büyük kölelik ise bir insanın taşıdığı potansiyelin farkında olmaması, kendisini küçük, hakir ve değersiz görmesidir.

Maalesef müslümanlar bugün büyük bir zihinsel kuşatılmışlık içinde bulunuyorlar. Bu zihinsel kuşatılmışlık artık yüreklere kadar sirayet etmiş bulunmaktadır.

Yerli ve yerindelik anlayışları tesis edeceğimize, hazırcı bir anlayışla, ortaya bir emek ve gayret koymadan, daha önce var olan Batı pragmatizminin çözümlemelerine sarılıyoruz. Kendi tezlerimizi, kendi çözümlememizi -velevki aklın yolu bir olsa dahi ve aynı sonuçlara ulaşsak bile- yeni baştan ortaya koyamıyoruz.

Halbuki komşumuzun bahçesindeki elma ağacındaki elmaları kendi bahçemize bağlamak, bizi bir elma ağacı sahibi yapmaz. Olsa olsa taklitçi veya hırsız yapar ki, bu da insanlığın sorularına ve sorunlarına karşı bir cevabımızın olmayacağını/olamayacağını ortaya koyar.

Oysa İslam, insanlık için gönderilen son hak din idi ve yine müslümanlar da tüm insanlık için ortaya çıkmış hayırlı yegane ümmetti.

Bu hayırlılıktan şimdilerde akın akın kaçan insan topluluklarının var olduğunu görmek, çok acı bir durum.

Filhakika, acılar bazen insanı olgunlaştırır ve doğru olanı yapmaya zorlar. İslam dünyasında yaşanan tüm bu acılar, sıkıntılar, yıkıntılar, bölünmüşlükler ve dağılmışlıklar, bizi zamanla müspet bir düşünceye, yeniden yoğrulup-dirilip-durulmamıza ister istemez zorluyor/zorlayacaktır. Tüm bu yaşananlar yeni bir doğumun sancıları olabilir. Bu doğumun prematüre bir doğum mu, felçli-hastalıklı bir doğum mu, yoksa sağlıklı bir doğum mu olacağı yine bizim ellerimizle neyi taşıdığımıza bağlı olacaktır.

 
 
 
 
YanıtlaYönlendir
 
 
 
 

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR