Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ VE TARİHSELCİLİK TARTIŞMALARI

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın "yeni" yazısı...


 

Genelde İslam dünyası özelde Türkiye’deki bütün tartışmalar, linç kültürünün egemen olduğu bir ortamda gerçekleşiyor. Kuşku yok ki, linç kültürünün tartışmaları esir aldığı yerlerde verimli bir müzakere yapmanın ve bir konuyu sağlıklı tartışmanın imkanı yoktur. Tartışmada bir değer önemli nokta da tartışmayı kişiselleştirmeden sürdürmenin ne kadar önemli olduğudur. Entelektüel ahlakın olmadığı tartışmalarda linç kültürü devreye girmekte, tartışma tekfir boyutunun devreye girmesiyle bambaşka bir evreye taşınmaktadır. Son günlerde tarihselcilik ve Mustafa Öztürk etrafında dönen tartışmalar, tartışma kültürümüzün ne kadar sağlıksız bir zeminde olduğunu ortaya koyuyor. Kuşku yok ki, tartışma sırasında ileri sürülen düşünce hatalı, yanlış ve tutarsız olabilir. Buna karşı yapılacak olan karşı tezleri ileri sürebilmektir. Zaten düşünce özgürlüğü var olandan farklı düşünceler ileri sürüldüğünde ortaya çıkan bir tutuma işaret eder. Her yeni ve farklı düşünceyi sonuna dek eleştiri hakkı vardır. Ancak yeni yorumları tekfir baltasıyla boğup, düşünce ortamını kısırlaştırmamak gerekir.

            İslam düşüncesi tarihinde yer alan akımlardan biri de "Dehriyun" (Materyalistler) ekolüdür. Dehriler, Yunan düşünürü Demokritos'un atomculuğunu savunuyor, zamanın ve maddenin ezeli olduğunu kabul ediyorlardı. Doğal olarak yaratıcının olmadığını, maddenin yaratılmadığını ve ezeli olduğunu savunuyorlardı.

İslam Rönesans’ının yaşandığı 8 ve 15. yüzyıllar arasının, düşünce çeşitliliği ve özgürlüğü açısından bugünden daha iyi olduğunu söylemek mümkündür sanıyorum.

Entelektüel düşünceye entelektüel zeminde cevap vermek gerekir. Düşünce üretiminin önündeki en büyük engel olan tekfir terörizminin önüne geçmek gerekir. Din seçme özgürlüğü olan insanın, gelenekten farklı kelam ve felsefi yorum hakkı da vardır kuşkusuz. Kaldı ki, Mustafa Öztürk ileri sürdüğü düşünceler açısından yeni bir şey söylemiyor. Bundan çok daha ileri düşünceler İslam tarihinde ortaya çıkmış ve savunulmuştur.

Kuşkusuz Mustafa Öztürk'ün polemikçi dili ve yaklaşım biçimi sorunludur. İleri sürdüğü iddialara, tartışma ve müzakere ahlakı temelinde cevabı da verilmeli. Ancak bu onu tekfir etme hakkını kimseye vermez. Diğer yandan, Mustafa Öztürk ve onu savunanların getirilen eleştirileri kriminalize etme gayreti de gözden kaçmıyor.

Bilimsel ya da entelektüel bir tartışma yürütürken Gazali’nin önerilerine kulak vermek gerekir. Gazali, bir tartışmaya ve eleştiriye girilmeden önce konu hakkında yeterli düzeyde bilgi sahibi olmayı gerekli görmektedir. Bir konu hakkında bilgi sahibi olmadan girilecek bir tartışma, Gazali'nin dediği gibi körün kuyuya taş atmasına benzer.

Öncelikle tarihselciliğin temel tezleri iyi analiz edilmeli. Tarihselciler arasında Fazlurrahman ve Abdülkerim Suruş (Son hali bir hayli tartışmalı olsa da-Nebevi Rüya teorisi-) örneğinde olduğu gibi İslam düşüncesine katkı yapacak düşünceler de vardır. Ayrıca tarihselcilerin hepsi aynı düşünceleri savunmadığı gibi, Mustafa Öztürk de ileri sürdüğü bazı görüşler ile geleneksel tarihselcilerden ayrılıyor. Geleneksel tarihselciler vahyin yorumunu tartışırken, Mustafa Öztürk vahyin mahiyetine yöneliyor ve onu tartışma konusu yapıyor. Tarihselciliği anlamak için Fazlurrahman, Mahmut Muhammed Taha, Abdülkerim Suruş, İlhami Güler, Mustafa Öztürk gibi isimleri ve Ankara Okulunu izlemek gerekir. Bu konuda Türkçede en yetkin metinleri yazan Ömer Özsoy'un analizleri de dikkate alınmalıdır. Tarihselciliğin eleştirisi konusunda ise Şevket Kotan, Ali Bulaç ve Caner Taslaman'ın düşünceleri önemlidir. Bir dönem tarihselciliği savunan Mehmet Paçacı'nın eleştirel metinleri de dikkate alınmalıdır.  Mustafa Öztürk ise geleneksel tarihselcilerden farklı olarak söylemi  uç ve tehlikeli noktalara taşıyarak vahyin niteliğini tartışmaya açıyor.

            Tarihselciliğin en önemli temsilcisi olan Fazlurrahman, vahyin gelişini farklı açıklasa da vahyin Allah'a ait olduğundan asla kuşku duymaz. Zaten tarihselcilerden İlhami Güler de bu konuda Mustafa Öztürk'e katılmadığını söylemişti. Mustafa Öztürk'e cevap verilecek ama her yeni ve farklı düşünce tekfir baltasıyla yok edilmeyecek. İslam'ın tarihsel Hıristiyanlıktan en büyük farkı aforoz ve engizisyonun olmamasıdır. Bir tartışmayı yürütürken engizisyon zihniyetini çağrıştıracak yaklaşımlardan uzak durmak gerekir.

            Mustafa Öztürk’ün kendisinin de kabul ettiği gibi dili bir hayli sorunludur. “Allah böyle demek istemiştir" ifadesi başka, bir ayeti gerekçe göstererek "Allah böyle konuşamaz" ifadesi başkadır. Birincisi düşünce özgürlüğü, ikincisi ise düşünce özgürlüğü ile ifade edilemeyecek bir yaklaşımı besler. Ayrıca, bir ayeti gerekçe göstererek "Allah böyle konuşamaz" ifadesi, bir yandan içinde Allah'ın ifadesi olmayan bir kitap anlayışını ortaya çıkarır, diğer yandan çok tehlikeli olarak bu ifadenin beşer tarafından konulduğu anlayışını besler.

            Mustafa Öztürk'ün ifade ettiği gibi vahiy anlam olarak gelmiş ve Hz. Peygamber bunu lafza dökmüş ise bunda eleştirilecek fazla bir şey yok. Bu yaklaşım, tarihte çeşitli alimler tarafından ileri sürülmüştür. Eleştirdiğimiz şudur: Hz. Peygamber manayı lafza döktüğünde değiştirmiş olabileceği ya da vahyin anlamını yansıtmadığa dönük imadır. Yoksa Hz. Peygamber manayı tam olarak yansıtmış ise "Allah böyle konuşamaz" iddiası temelsiz kalır

            Kur'an'ın en büyük özelliği, yanılma imkanı olmayan zaman ve mekan dışı ezeli ve ebedi, bilgisi sınırsız bir kaynaktan gelmesidir. Vahyi belirleyen tarih değil, Allah'ın iradesidir. Bu anlamda vahiy, her tür insan bilgisinin üstündedir. Vahyin Allah'ın tarihe müdahalesi olduğu ve Hz. Peygamber tarafından eksiksiz tebliğ edilip açıklandığı tartışma götürmez bir gerçekliktir. Vahyin anlamı üzerine düşünce üretilebilir, yorumlanabilir; yapılan yorumlardaki farklılıklar da normal karşılanır. Ancak vahyin kaynağına dönük bir tartışma İslam inancının itikat özelliğinin dışına çıkma tehlikesini barındırır. Ayrıca konumu, bilgisi, birikimi ne olursa olsun hiçbir beşerin yorumu Vahyi kuşatamaz. Çünkü insan tarihsel, yanılabilen, bilgisi sınırlı bir varlıktır. Tartışmayı bu ilkelerin ışığında değerlendirmek gerekir.

            Diğer yandan Mustafa Öztürk’ü eleştirenlere karşı takınılan dışlayıcı tavır da gözlerden kaçmıyor. Öyle görülüyor ki, eleştiri ve sorgulamayı yücelten bir kesim, Mustafa Öztürk'ün söylediklerinin eleştirilmesine çeşitli gerekçelerle karşı çıkıyorlar. Her eleştiri yapanı bazı gelenekselci, tarikat ve tasavvuf taraftarlarının hatalı anlayış ve fanatizmi ile eşitleyerek, yapılan eleştirileri mahkum etmeye çalışıyorlar. Oysa biz, şiddete başvurmadan, ilim ahlakı sınırları içinde kalarak eleştiriyoruz. Bizim bu tavrımızı bile eleştiren, görünürde eleştirel düşünceyi savunduğunu iddia eden modernist bir terör grubu var. İslam tarihinin bütün olumsuzluklarını bizim üzerimize yıkarak savunma yapıyorlar. Mustafa Öztürk'ü eleştiren herkesi, hiçbir ayırım yapmadan Cübbeli Ahmet anlayışı ile eşitlemek ahlaki bir tutum değildir.

            Mustafa Öztürk'ün geleneksel vahiy anlayışını eleştirmesi kadar ileri sürdüğü düşüncelerin karşı eleştirisi de normal karşılanmalıdır. Konu karşılıklı eleştiri düzeyinde kalmalı kuşkusuz. Mustafa Öztürk'ün temsil ettiği tarihselciliği doğru bulmuyorum. Ama Mustafa Öztürk'ün tekfir edilmesini ve ona küfredilmesini; kafir, müşrik ve münafık ilan edilmesini şiddetle reddederim.

Diğer yandan Mustafa Öztürk eleştirilemez, yanılmaz değildir. Eleştirinin öneminden söz eden Mustafa Öztürk'ün eleştirilmesini de savunmalıdır. Karşı çıkılacak olan şiddet ve tekfir anlayışıdır.

Bazı tarihselcilerin iddia ettiği gibi vahiy belli bir tarihin ürünü ise, hiç kuşku yok ki, o dönemi kapsar ve günümüz için bir geçerliliği yoktur. Burada önemli soru şu: "Allah tarihsel midir? Yoksa tarihin üstünde ve dışında tarihi yaratan mı?"

Kur'an'ın yorumlanması demek olan tefsir ve Kur'an ve sünnetten yola çıkarak yeni çözümler üretmek olan içtihat ile tarihselcilik çok farklı şeylerdir.

Tarihselciliğin ana sorunu şu: Vahiy Allah'ın kelamı mıdır, yoksa tarihin ürünü mü? Dolayısıyla sorun vahyin niteliği ile ilgilidir. Vahyin tarihle ilgili olması farklı, tarihin ürünü olması farklıdır. Bizim anlayışımıza göre vahiy, tarihin ürünü değildir; tarihle ilgilidir. Dolayısıyla vahiy, İlahi iradenin tarihe belirli zamanlarda müdahalesidir. Belirleyici olan tarih değil, Allah'ın iradesidir.

            Mustafa Öztürk'ün Kur'an hakkındaki sözleri elbette eleştiri konusu olacaktır. Tarihselciliğin katıldığım çok sayıda tezi var. Ama bu tezin varacağı yer konusundaki endişelerim giderek artıyor. Bu tez nihayet Allah'ın tarihselliğine varma tehlikesini barındırır. Allah ve din tümüyle tarihsel ise elbette dinin günümüze söyleyecek sözü olamaz.

Mustafa Öztürk'ün tarihselci düşüncelerinden dolayı tekfir edilmesi dar kafalı cemaatsel, dini kendi kampının sınırlarına hapsetmiş bağnazlığın ürünüdür. Her farklı yorumu tekfir ile karşılamak yanlış bir tutumdur. Benzer şekilde Mustafa Öztürk'ün eleştirilmesinin önünü tıkamak da sorunlu bir tavırdır.

Entelektüel tartışmayı tekfir alanının dışına taşımak gerekir.

Diğer yandan, Kur'an anlam olarak mı, kelam olarak mı Peygambere iletildiği çok fazla önemli değildir Aslında iki türlü de olabilir. Anlam olarak gönderildi ise, sorun şu: Hz. Peygamber kendisine anlam olarak gönderilen vahyi kelimelere dökerken, anlamı tam olarak yansıtmış mıdır? Yansıttığına inanıyorsak sorun yok. Peki, bu konuyu gündeme taşıyanlar anlamın Peygamber tarafından uygun aktarılmadığına mı işaret ediyorlar. Böyle bir iddia Kur'an'nın tümünü tartışmalı hale getirmez mi?

            Doğrusu şu ki, peygamber vahyi alırken pasiftir. Metin ve anlam üzerinde bir tasarrufu yoktur. Peygamber vahyi aktardıktan sonra aktif hale gelir.

Yani peygamberin rolü vahyi belirlemek değil, vahyin nasıl anlaşılması gerektiği noktasındadır.

Tarihselcilerden açıklaması gereken temel soru: "Kur'an, tarihin ürünü müdür, yoksa Allah'ın tarihe müdahalesinin ürünü müdür?" Dolayısıyla sorun, Allah tasavvuruna kadar geri götürülebilir.

Kur'an Allah'ın kelamı değildir, "Kur'an'ın içinde çelişkiler var", iddiasını dillendiren ilahiyatçı ve aydınların düşünceleri sorunludur. İddia ettiğiniz doğru ise bu metin herhangi bir filozofun metnidir. Ayrıca içinde çelişkiler olan bir kitaba eden inanalım? Kaldı ki, Kur'an kendini tanımlarken tam tersini söylüyor.

Düşünce özgürlüğünü kayıtsız şartsız desteklemek gerekir. Ancak, ileri sürülen karşıt düşüncelerinde eleştirilme hakkı vardır.  Düşünce özgürlüğü başkasına düşüncesinden dolayı baskı uygulamaya karşı çıkmakla ilgilidir; eleştirmemek, her söylenilen karşısında susmakla ilgili değildir. Siz eleştiriyorsanız, kendinizin de eleştiriye açık olduğunuzu kabul etmek zorundasınız. Sizi eleştiren herkesi şeytanlaştırarak etkisizleştirmeye çalışmak şark kurnazlığıdır.

Tarihselcilik tartışmasında iki yaklaşım karşısında dikkatli olmak gerekir. Bunlardan ilki vahyi tarihe indirgeyerek tanımlayan ve tarihselleştirmeye çalışan yaklaşımdır. İkincisi ise, doğası gereği tarihsel olan beşeri tecrübeyi bağlamından kopararak mutlaklaştırmaktır.

            Şiddet ve tekfire sonuna kadar karşı çıkmak, eleştiriye ve yoruma ise sonuna kadar destek vermek gerekir. Düşünce karşıt fikirlerin serbestçe söylendiği ortamlarda gelişir. Unutmayalım ki Ebu Hanife başta olmak üzere çok sayıda alim ve aydın içtihatlarından dolayı tekfir edilmiştir. Tarihsel tartışmalardan çıkaracağımız en önemli sonuç, tekfir dili Müslümana yakışmayacağıdır. Entelektüel tartışmada ölçümüz şu olmalıdır: "Onlar sözü dinlerler en güzeline uyarlar."( Aziz Kur'an)

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR