Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


DİN YORUMLARI

Faysal MAHMUTOĞLU'nun yazısı;


 

 

İbrahim’i dinlerin beşiği olan Ortadoğu coğrafyası bir savaş arenasıdır. Kimi zaman din savaşlarına (Haçlı savaşları),  kimi zaman da iktidar ve mezhep mücadelesine sahne olduğu bir hakikat.

Yeryüzünde mensubu bulunan üç semavi din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet; bu coğrafyada neşet etmiş, dünyaya buradan yayılmıştır.

Dinlerin varoluş nedeni erdemli insan ve erdemli toplum inşa etmektir.

Üç dinin ortak özellikleri;

  • Çalmayacaksın,
  • Öldürmeyeceksin
  • Yalan şahitlik yapmayacaksın
  • Zulüm ve haksızlık yapmayacaksın
  • Nefret etmeyeceksin
  • Kul hakkına riayet edeceksin,
  • Adil olacaksın.

Dinlerin hedefledikleri erdemli toplumdan söz edilebilir mi? Buna olumlu cevap vermek mümkün değil.

Bugün tüm dünyada; güç, para ve makamın Tanrı’nın yerini aldığını görebiliyoruz.

Asıl değinmek istediğimiz İslam’dır.

İSLAM,  Allah'a teslimiyetin adı olarak ilk peygamber Hz.Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar bir ve aynı yolu ifade ederken, Müslümanlık ise bu yola dahil olma, teslim olma ve İslam’ın kaidelerini somutlaştırmak suretiyle hayata tatbik etme gibi anlamları ifade etmektedir. Bu nedenle İslam bir iken Müslümanlık çoktur. Son ilahi din bağlamında düşünürek İslam; Allah'ın gönderdiği son dinin adı, Müslümanlık ise; bu dini anlama ve yaşama tarzımızdır. (1)

Maturidi; din ve şeriat ayrımına dikkat çeker. Din; tevhid, inanç esaslarını, sadece Allah’a ibadet etmeyi, şükrü ve ahlakı içerir. Şeriat alanı ise toplumsal şartlara göre değişen ve içtihatlara açık olan alandır der. Müslümanların dini algılayış ve yaşayışlarında peygamber efendimizin örnekliğinin kabulü tercihe bağlı değil, bir zorunluluktur.

İslam’ın nasıl yaşanması gerektiği ve toplum yaşamında nasıl uygulanacağı sorusu hep gündemi meşgul etmiştir. Dinin kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’in yorumlanması için belli sabiteler olmalı. Burada Sünnet ile hadisi birbirinden ayırmak lazım. Sünnet; Risalet'in Hz. Peygamber tarafından pratize edilmesidir. Hadis ise Hz Peygamber’e atfedilen rivayetlerdir.

Hadis külliyatı içinde, siyasi grupları, mezhepsel görüşleri, tasavvufi yorumları destekleme gibi birçok sebeplerle hadis diye literatüre girmiş asılsız rivayetler mevcuttur.

Raşit halifeler sonrasından günümüze  birçok mezhep, meşrep, tarikat ve cemaat tarzı oluşumlar vücut buldu. Bunların her birinin lideri, şeyhi veya mürşidi bulunur. Özellikle gerek Kelami ( Mutezile, Eşari ve Maturidi)  gerekse ameli (Hanefi, Hanbeli, Şafiî, Malik ve Caferi) mezheplerin farklı din yorumlarını ortaya çıktığını görüyoruz. Bu mezhepler güçlü tartışma ve delil üretme tarzıyla İslam’ın bir düşünce birikimini meydana getirdi. (2) Bu bir geleneği de oluşturdu.

Zaman içerisinde bu oluşumlar (cemaat, tarikat ve mezhep) bireysel kimliği yok ederek kollektif kimlikler inşa ederek özgür düşünce iklimini öldürdü, aklı ortadan kaldırdı ve İslam’ı şekilciliğe indirgedi.

İmanı içsel bir teslim oluş eylemi olarak kabul ettiğimizde bireysel Müslümanlık ön plana çıkar. Düşünen, sorgulayan  ahlaklı ve erdemli bir kişilik oluşturur. “Eylemler ahlaki karakterin meyveleridir.” (3) Peygamberi terbiye insanın gönül dünyasından neşet eder.

Bugün İslam coğrafyasına inşa edilen din anlayışıyla İslam’ın yüce değerleri arasında ciddi bir makasın açıldığını görmekteyiz.

Rahmet kaynağı olması gereken ictihadi farklılıklar, fitne ve kardeş kavgasının referansı olarak kabul görüyor. Gelenekçisinden reformistine kadar her bir farklı görüş, ötekini din dışılıkla suçluyor.

İslami öğretiye aykırı biçimde üretilen kurallar Kur‘an ve Sünnet’in önüne geçmiş durumda. Bu, dünyadaki İSLAM algısını da olumsuz etkilemektedir. (4)

İçi boşaltılmış dindarlıkta dine aidiyet, imgelerle ve ritüellerle belirlenir, namaz kılıyorsan Müslüman, haç çıkartıyorsan İsevi, ağlama duvarında ağlıyorsan Musevi’sindir.

Cemaat ve tarikatlar; mensuplarının ortak iradesini temsil eder, düşünmeye ihtiyaç yoktur hatta sakıncalı görür, sadece itaat ister. Giyim-kuşam tarzını, zikirmatiklerini, hatta siyasal tercihlerini dahi belirler.

Eski devirlerde toplumsal ve bireysel yaşamı önemli bir ölçüde ulema belirlerdi, özellikle fıkıh alanında kendilerini uçan kuştan sorumlu görüp, her konuda (ekonomik, sosyal, siyasal alanda) danışılacak tek merci oldukları ve aynı zamanda bunun dini bir vecibe olduğu kabul görürdü. İlahiyatçıların, din alimlerinin, şeyhlerin, Gavsların görüşleri gerçek ve doğru din olarak sunuluyordu.

Eski asırlardaki Arapların yaşam tarzları, din ile iç içe geçmiş kültürleri din adı altında pazarlandığına tanıklık etmekteyiz.

Geçmişi kutsama (selef kutsayıcılığı) , her şey selef-i Salihin tarafından eksiksiz ve doğru söylenmiştir tezi günümüzde de rağbet görüyor olması daha çok mesafe katetmemiz gerektiğini gösteriyor. Geçmişe saygı ve yararlanma ilkesi yerine geçmişi kutsama ve düşünmeden taklit kolaycılığına kaçılıyor. Bu, İmam Şafii’nin; “sahabe, bizim hakkımızda hayırlı olanı bizden iyi bilir “ yaklaşımının ulemaya uyarlanmış bir versiyonudur. Ümmetin ihtilafını, farklı düşüncelere sahip olmalarını rahmet sayan İslam Peygamber’ini referans alacaklarına; birbirlerini zındık, münafık ve kafir gibi sıfatlarla mahkum ediyorlar.

Şia’yı ve kendi dışındaki Sünni Müslümanları tekfir eden terör örgütü İŞİD’in referans aldığı dini yorumların tarihte İmam Teymiye’nın fetvalarında karşılı bulduğunu bilmekteyiz. “Ene’l Hak” doktrininde ifade bulan  “ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” cümlesinin çakma hali olan “ete kemiğe büründüm, Mahmut diye göründüm” anlayışı da dini bir yorum olarak binlerce taraftara sahip.

Hz. Peygamberin; “komşusunun kendisine güven duymadığı kimse, vallahi iman etmiş değildir” yüce emri ortadayken siyasal iktidardan cesaret alarak  “komşularımın listesini yaptık en az elli kişiyi öldürürüz” diyen Müslüman görünümlü kişiliğin de referans aldığı bir din yorumu vardır.

Günümüzde farklı din yorumlarının devletleştiğini ve emperyal  amaçlar uğruna mücadele ettiklerini görüyoruz. Vahhabilik Suudi Arabistan, Şiilik de İran tarafından ideolojiye dönüştürülerek egemenlik savaşlarına araç olarak kullanılıyor.

İslam coğrafyasında insanlığın yararına teknolojik, bilimsel ve ekonomik anlamda bir katkıdan söz etmek pek olası değildir. İslam ülkelerinin çoğu insan hakları ve ahlaki manada sorun yaşıyor. “Adalet mülkün temelidir” felsefesinin temel amacı hukuk devletidir. Hukuk devleti; yöneticinin sözünün kanun olması değil, kanunla sınırlandırılmasıdır. Din ile zulüm, din ile eşitsizlik yan yana gelemez. Allah, el Adl'dir, adaletsiz bir Tanrı tasavvuru olmayacağına göre adaletle ve eşitlikle mesafeli bir din olabilir mi? Elbette olamaz ama adaletle mesafeli, eşitlikle mesafeli din anlayışları mevcut. İslam ülkelerinin çoğu zulümle anılıyor, hepsini alkışlayan saray uleması var.

Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için istemediğiniz sürece kamil mümin olamazsınız. (5) Peygamberi söylem ortadayken kendileri için hak olarak gördükleri konuşma, yazma, eğitim ve kültürel hakları kardeş dediklerine dini referanslarla yasaklayabiliyorlar.

“Allah sizi, dünyayı barış yurduna dönüştürmeye davet eder(6) emrine rağmen İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı dinmiyor.

Ahlaksızlık, zulüm, kin ve nefret üreten, ötekileştiren, otoriterleşen bir din anlayışıyla karşı karşıyayız.

   Kaynakça

  1.      1. Ali Bardakoğlu/ İslam ışığında Müslümanlığımızla yüzleşme
  2.      2. Şaban Ali Düzgün/ Adem’den öncesine dönüş
  3.      3. Gazali
  4.      4. Ali Bardakoğlu a.g.e
  5.      5. Hadisi şerif
  6.      6. Yunus-25

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR