Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


DİL SORUNU

Yusuf Yavuzyılmaz'ın yeni yazısı;


 

            Dini, sosyal veya kültürel alanda karşılaşılan bir sorunu başarılı bir şekilde çözmenin yollarından biri kullanılan yöntem diğeri de sorunun konuşulacağı dildir. Toplumu oluşturan farklı kesimler arasında ortak bir dil kurmadan sorunları çözmek mümkün gözükmüyor. Türkiye, yaşadığı ve çözmekte tıkandığı bütün konularda ortak bir dil oluşturamamanın sıkıntılarını yaşıyor. Öyle görünüyor ki, imparatorluktan Cumhuriyete geçiş süreci aynı zamanda karşılaşılan sorunların çözümünde yeni bir dil, yeni bir anlam haritası yaratma çabası içeriyordu. Burada amaç, gündelik ilişkilerini yürütürken ortaya çıkan sorunları İslami dil çerçevesinde çözmekte olan halkın aksine, temel özellikleri laik, pozitivist ve seküler olan yeni bir dil oluşturmaktı. Cumhuriyet tarihi büyük ölçüde, oluşturulmaya çalışılan yeni dil ile geleneksel- dini değerlerden oluşan dil arasındaki çatışmanın şekillendirdiği bir gerilim sürecine tanıklık etmiştir. Siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine, eğitim kurumlarından ekonomik oluşumlara, yardım kuruluşlarından medyaya kadar bütün alanlarda bu iki dilin etkin olduğunu görüyoruz. Aslında bu iki dil arasındaki mücadele sanıldığının aksine yüzeysel bir sınıf mücadelesi değil, iki farklı medeniyet anlayışının mücadelesidir. Türkiye’de son yıllarda etkisi artarak yaşanan süreç, devletin oluşturduğu ve jakoben yöntemlerle topluma kabul ettirmeye çalıştığı dilin dünyada bir karşılığının olmamasına işaret etmektedir. Aslına bakılırsa siyaset alanında Ak Parti’nin başarısı, geleneksel din dili ile evrensel değerler arasında kurduğu başarılı bağlantının, devletin geleneksel dilini büyük ölçüde başarısız ve işlevsiz kılmasından kaynaklanmakta idi. Zaman içerisinde Ak Parti, kendisini başarılı kılan bu siyaseti terk ederek devlet milliyetçiliğinin resmi diline yaslandı. Bu durum Ak Partiyi var kılan, değişim ve dönüşümü eksen alan sosyoloji ile arasına bir duvar ördü. Ancak muhalefet partilerinin böyle bir sosyolojiye uygun bir dil oluşturamaması Ak Partinin tahkim ettiği gücün devamına yol açmaktadır. Ancak görünen o ki, sivil toplumu öne çıkaran, adalet arayışını merkeze yerleştiren, toplumdan devlete bakan bir sosyolojiyi arkasına alan yeni bir siyasal hareketin başarısı yüksek gözüküyor.

            Analitik felsefe, doğru bilginin ölçütünü dile bağlar. Öyle ki, dille ifade edilmeyen hiçbir düşüncenin doğru olmayacağını savunur. Analitik felsefenin en önemli savunucularından biri olan Wittgenstein’a göre “dil insanın evidir”. Ev nasıl insanın sığınağı ise, dilde insana yaşamını sürdüreceği bir sığınak sunar.     Dinde aslına bakılırsa yaratıcıdan gelen kelimelerle insana yeni bir anlam haritası oluşturur ve dünyaya, tarihe, geleneğe ve geleceğe bakışını yeniden inşa eder. Vahiy bir anlamda insanı yeniden inşa etmek için Allah’ın tarihe doğrudan müdahalesinin adıdır.

Bugün özellikle İslam dünyasında karşı karşıya bulunduğumuz önemli problemlerden biri de, karşılaştığımız problemlerin çözümünde ortak bir dil kuramamamızdır. Aynı sorun Kürt sorunundan başörtüsüne, din- devlet ilişkilerinden Alevi kimliğine kadar, tartıştığımız bütün konular için geçerlidir.

İslam dünyası uzun zamanlardan beri karşılaştığı sorunlara çözüm üretme yeteneğini kaybetti. Bu olmayınca eski üretilen bilgileri tüketme ve bununla yaşamını devam ettirme yolunu tuttu. Böyle bir tutumun varacağı sonuç kendini tekrar etme ve yaşanılan çağdan kopuk bir anakronik anlayışa mahkûm olmaktır. Nitekim bugün İslam dünyasının en önemli problemlerinden birini modernlik karşısında nasıl bir tavır takınılacağı problemi oluşturmaktadır. Bir taraf modernliği kaçınılmaz bir süreç görerek teslim olmakta, diğer taraf modernliği bütün sonuçlarıyla reddetmektedir. Aslına bakılırsa her iki anlayışta İslam toplumlarının karşılaştıkları sorunları çözmede yetersiz kalmaktadır.

Kendi sorunlarımızı kendimize ait dille çözemeyip, başka ideolojilerin dilini kullanmak zorunda kalmamız, hiç şüphesiz karşılaştığımız en önemli problemdir. Buradaki en önemli sorun, İslami dilin parametrelerini oluşturmakta karşılaşılan ve halen çözülemeyen güçlüklerin oluşturduğu sorunlardır. Sürekli yaşanılan sürece katkı sağlamayacak olan metodik tartışmalara girmeye hiç gerek yok. Yapılacak olan, Fazlurrahman’ın deyimiyle vahyin indiği döneme gidip bilginin kaynağına inmek ve oradan günümüze dönerek sorunlara bu bilginin ışığında çözüm aramaktır. Etnik sorunların çözümünde de aynı yönteme başvurmak gerekir. İslam’ın ilk yıllarında Hz. Peygamberin (sav) bu tür sorunların çözümünde kullandığı yöntemi göz ardı ederek adil bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.

Kürt sorunu konuşulurken Yozgatlı bir Müslümanın dili ile Diyarbakırlı bir Müslümanın dili birbirini rahatsız ediyorsa ortada derin bir anlayış farkı var demektir. Bu durumun en belirgin sebebi Müslümanların sorunlarını tanımlarken ithal ideolojik paradigmaları kullanmalarıdır. Ne yazık ki, Türk ve Kürt milliyetçiliği, Kürt sorununu tanımlamada her iki kesimin kullandığı dili önemli ölçüde teslim almıştır. Öncelikle Kürt sorununu bu iki ideolojik bakışın hegemonyasından süratle kurtarmak gerekir. Bir sorunun ortaya çıkışı ve yaygınlaşması hakkında temellendirme yaparken veya sorunun çözümüne dönük dil oluştururken İslam dışı ideolojileri kullanmak aslında sorunun çözümü için İslam’ı devre dışı bırakmakla eşdeğerdir. Bu noktada aydınlara düşen en önemli görev, sorunların tanımlanması ve çözümlenmesinde İslami öğretiyi tüm yönleriyle harekete geçirmektir. Unutulmamalıdır ki, Müslümanların aktüel sorunlarını çözemeyen bir dini anlayışın yaşaması ve dünyada etkin pozisyonda olması mümkün değildir. Şu halde Müslüman zihin yaşadığı dönemin sorunlarıyla sürekli ilgilenmeli ve çözüm için öneriler sunmalıdır. Kaldı ki, içtihat mekanizması Müslüman aydınlara bu imkânı sunmaktadır. İçtihat, Müslüman aydının yaşadığı dönemin aktüel sorunlarına İslami metodolojiyi kullanarak çözüm getirmek için harcadığı zihinsel çabadır. Bu çabanın olmaması eskinin tekrarını sağladığı gibi, Müslüman aklı yaşadığı dönemden kopararak atıl hale getirir. Atıl akıl, sorun çözmede yetersiz, eskiyi taklit eden, yaşadığı çağdan kopuk, içtihat karşıtı, ileriye değil de geçmişe dönük bir akıldır. Ne yazık ki Müslümanların kelam, fıkıh ve tefsir anlayışları büyük ölçüde geçmişe dönüktür ve atıl aklın baskısı altındadır. Yeni sorunlara yeni ve orijinal çözümler üretmek yerine, eski cevaplarla yeni sorunları çözmeye çalışmaktadır. Ancak tarihin ve hayatın değişimi, Müslüman aklı dinamik olmaya zorlamaktadır. Modern zamanlarda İslam dünyasının geleceğini, İslami aklın değişim karşısında nasıl bir pozisyon alacağı konusu belirleyecektir.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR