Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Devlet; doğruluk, gerçeklik ve gerçek dışılık arasında…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Devlet yapısı gereği irrasyonelliğe ve boş vermişliğe meyledebilir mi?

Arapçada “baht, talih ve mutluluk” gibi kelimelerle belirtilen devlet, aynı zamanda “memleket, ülke, büyüklük, makam, ongunluk, erkin, yani “özgür” anlamında olup büyük bir organizasyon biçiminde, insan ve toplum hayatında belirmeye başladı.

İlk devletler Mezopotamya’da görüldü. Daha sonra ise, oraya yakın coğrafyalarda yaşayan ve yerleşik hayata geçmiş bulunan halklar ve milletler tarafından içerik olarak geliştirilerek yeniden oluşturulmaya başlandı.

Aynı zamanda ilk devletleri, kahir ekseriyetle kendilerini yeryüzünde tanrının bir nevi krallığı gibi gördüklerine, onun başında bulunan kişinin ise çoğunlukla ya O’nun temsilcisi, ya da Firavun ve Nemrut örneğinde tezahür ettiği üzere bizzat tanrı kabul edildiklerine şahit olmaktayız.

Dönemin Mecusî İran’ının, İslam orduları tarafından fethedilmesini takip eden bir sürecin sonunda, oradaki yönetim kültüründen etkilenen Emevi sultanlarının, onlara bakarak, bir etkileşim sonucunda “zılullah fil’ard”, yani; Allah’ın yeryüzündeki gölgesi payesiyle payelendirilmeleri de, tanrının krallığı bağlamında değerlendirilebilir.

Bu davranış, iktidar etme, gücü elde tutma adına, adetten sayıldığı için, gerek Batı’da farklı birimlerle, gerekse de İslam dünyasında eski ile yeni(İslam’a ait bazı değerlerin sulandırılması suretiyle) usüllerle telif edilip modern dönemlere kadar kendine bayağı bir yaşam alanı bulmuş oldu.

Günümüzde ise, normalde tanrıyı hayattan, dolayıyla dünyadan kovan seküler anlayışın etkisiyle oluşan ulus-devletler kendilerini, ya tanrının yerine geçirip “seküler tanrılar” olarak tanınıp tanımlandılar, ya da yine eski ile yeni anlayışı bir arada mezcederek, türüne özgü bir anlayışı ikame etmeye çalıştılar.

Bir farkla ki, o da, her iki tanrıyı bir araya getirip aralarını bulup, onu yeniden telif ederek, bu yapıları “hâkimiyet amacına binaen” yeniden üretme yoluna gittiler. Bu iki farklı durum, devlet olgusundan hareketle, kendisini her alanda hissettirdi.

ABD Dolarının üzerindeki “Biz Tanrıya İnanıyoruz.” İbaresiyle, Batılı devletlerin tamamının birer ulusal simge olan bayraklarında Haç işaretinden tutunda, İslam coğrafyasında konuşlu bulunan “en seküler ve laik devletlerin” bayraklarında bulunan hilal işaretlerinin dahi, bize, bu gerçeğin bir yansıması olarak görülmelidir.

Bu durum her iki dünyaya ve dünya geneline hükmeden devletlerin, kendi meşruiyetlerini, bir nevi Tanrı’nın izni üzere, O’ndan aldıklarını, dinî değerlerin bu uğurda devşirilmesi sonucunda elde ettiklerini göstermektedir.

Bunlardan dolayı devletlerde, Katoliklik, Ortodoksluk, Şiilik, Sünnilik, Vehhabilik gibi, normalde o da, belli bir yoruma dayalı birer mezhep olan, ama çoğunlukla yanlış ve aşırı yorumlama sonucunda bir nevi din gibi kabul gören anlayışlar üzerinden yüzlerce yıldır bir meşruiyete gark olmuş bulunmaktalar.

Onlar, bu meşruiyetlerini elde tutarken, aynı zamanda adeta “bir zamanlar bu topraklarda bir devlet hüküm sürmüştü”ye uygunluk içerisinde, devler ve toplum nezdinde ne olay varit olmuşsa, onlar kayıt altına alınmıştır.

Bu durum, aynı zamanda devlet için olmazsa olmazın yanında, tarihe iz bırakmak olarak değerlendirilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

.Bizi ilgilendiren yönüyle Osmanlı devleti de, göçebe aşiretlikten çıkıp kendi hakimiyeti adına bir başkent ayarlayan, ordusunu tekmil eden, belli bir ekonomik güce kavuşmaya çalışan ve ona bağlı olarak bir devlet için olmazsa olmaz” bir gerçeklik sayılan vergileri tahsil eden ve hemen her alanda, baştan sona kadar devlet ve toplum katmanında ne olup bitmişse, onları “günü gününe” kayıt altına alan çabaları da devlet olma mantığı içerisinde aranmalıdır.

Devleti irrasyonalite mantığıyla değerlendirmek…

Devletle ilgili olarak yukarıda dile getirmeye çalıştığımız yalın gerçeklere bakarak, onların, temelleri yanlış bir kaide üzerine yükselmiş olsa da, devleti, olabildiğince yüce ve erişilmez bulan insanlarla, onun bir itişte devrilebileceğini varsayan zevatın aslında rasyonel değil, irrasyonel düşündüğü ortaya çıkacaktır.

Tarih boyunca da, hep irrasyonel düşünen çevrelerin, grupların devletle ilgili görüşlerine bakıldığımda, karşımıza üç ana görüş çıkar. Bunlar; a)onu tümden kutsal sayıp ona yönelik en küçük bir eleştiriden dahi kaçınan grup, çevre;

b)onun bir iteleyişte yıkılacağını varsayan ve onun da, kendi oluşturduğu düşüncesinin dayandığı temel içre irrasyonel saymak,

c)Devletin temelinin rasyonaliteye irca edildiği halde, onu “ele geçirmek” ve onu da irrasyonel hale getirmek isteyen grup, çevre…

Bunların ilkine Firavun dönemini, ikincisine bizden örnek vereceksek; PKK ve FETÖ gibi örgütleri, üçüncüsüne ise, ne var olan mevcudu beğenen, ne gerçek anlamda oluşması arzulanan ve bu bağlamda Kur’an’a dayanan yönetimsel bir yapıyı, elde ettiği “gelenekçi form” açısından kabule yanaşmayan grup ve çevreler örnek verilebilir.
PKK gibi örgütler bu bağlamda kendi ontolojisi açısından rasyonel olarak tanımlanacak olsa da, diğer yapıların kahir ekseriyeti irrasyoneldirler.

Bu üç grubun, kendini, onunda, kendi ontolojisi açısından rasyonel temele dayandırdığı bilinen devlet ve devletler karşısında test edilmemiş bir gerçeklikle yüzleşmemiş olmaları da önemli bir faktör olarak ele alınabilir.

Yer, yer devletin kendi yapısı gereği kendi varlığını, o da kendi geleceği açısından, varlık sebebinin önemine binaen, dışarıdan bakıldığında “yanlış temellere irca edildiği savlanan durum”un, aslında kendi bütünlüğü dikkate alındığında rasyonel, doğrusal temellere irca edildiği kabul görecektir.

Eğer, dışarıdan bakıldığında görülebilen durumla ilgili ileri sürülen görüşler, ancak, devlet’in işleyişinde ontolojik açıdan bir kırılma anı yaşanana kadar boşlukta kalacaktır. .

Her ne olursa olsun, bir kırılma anı mukadder olmamış ise, devlet, görülebildiği kadarıyla irrasyonelliğe kaymış kabul edilse de, o durumun aslında “rutin dışılık” olarak tanımlanması daha anlamlı olacaktır.

Ki, her rutin dışı bir irrasyonellik midir? Elbette hayır! Kabul edelim ki, her rutin dışılık beraberinde birçok sıkıntıyı, birçok soru işaretini ve istifhamı gündeme getirip işin mahiyetini sorgulatsa da, devletin rasyonellik temeli üzerine bina edildiği gerçeği yok sayılmamalıdır.

Şu ya da bu, kurucu bir irade, belli bir amaç uğruna, bir toprak parçasında ve birçok açıdan bütünlüğe haiz bir millet/halk için, onlarında katkılarıyla irade buyurup devlet adında bir yapı oluşturmuşsa, rutin dışı haller istisna, o devlet yanlışı ve doğrusuyla rasyonaliteyi dikkate almış demektir.

Öyle olmasa idi, Osmanlı son döneminde o da, Batılı egemenlik karşısında daha da ezilmemek adına birçok olguyu(Tanzimat vb.) ilan etmez ve fermanlar(Islahat Fermanı vb.) yayınlamazdı. Gerçi, onlarda görünüşte bir işe yaramadı, ama onun rüzgarıyla, “devlette süreklilik esastır” kabilinden yeni devletin temelleri atılmış oldu.

Yine, sonuçta rasyonalite irrasyonaliteye galebe çalmış oldu.

İnşaallah, bundan sonraki yazımızda aynı konuyu işleyerek “Bir devlet nasıl irrasyonel olur?” sorusunun cevabını aramaya çalışacağız…

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR