Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Bülent ACUN


Deprem Sesli Düşünceler

Yazarımız Bülent Acun'un Özgünirade.com'da yayımlanan yazısı...


Milletimizin deprem haberini alır almaz seferber oluşu bana şu veciz sözü hatırlattı: “İnsan beraber güldüğü insanları unutur, fakat beraber ağladıklarını asla unutamaz.” “Deprem binalarımızı yıkıyor fakat hamdolsun insanlığımız dimdik ayakta…”

Sıla-i Rahim özel gündemi ile İstanbul’dan Mersin’e otobüsle yola revan bulunmaktayız. Uzun yol seyahatlerinin olmasa olmazı seyahat firmalarının çay, kahve ve meşrubat ikramları… Yolculuğun cefasının sefaya dönüşmesi için ikramdan bize düşen payımızı sallamada olsa çayımızı alıyor keyifle yudumlayarak yolumuza devam ediyoruz. Bugün yol hazırlığından dolayı gündemi takip edemedim, dünyada ve Türkiye’de ne var ne yok diyerek haber alma hakkının besmelesini çektiğim tam o anda sarsılıyor, irkiliyor, gözlerime ve kulaklarıma inanamıyor, adeta şok oluyorum. O anda aldığım sıcak haber içimi yakıyor, yüreğimi kavuruyor, beni derin bir hüzün deryasına gark ediyor!
Evet, Elazığ ve Malatya 6.8 ile sallanıyor. Televizyonlar bölgeden canlı yayınlarla depremi an be an ekrana taşıyor. Türkiye gözüyle, kulağıyla, kalbiyle adeta ekrana kilitleniyor. Televizyonlarını yeni açanlar için sık sık tekrarlanan spot cümleler bölgedeki muhabirlerden sıcak son dakika gelişmeleri. Bilim adamlarından son derece kritik analizler “Türkiye bir deprem ülkesidir. Depremle yaşamaya alışmalıyız. Deprem öldürmez, çürük binalar öldürür.”

Buz gibi soğuk havada korkuyla evlerinden dışarıya fırlamış insanlar, bir anda mükedder insanlarla dolup, taşan sokaklar… 6.8 lik büyük deprem krizini yönetmek için seferber olan yetkililer, ölenler, yaralananlar, enkaz altında kalanlar kurtarılmayı bekleyen insanlar ve kurtulan insanların yüzlerinden dünyaya yayılan yaşam sevinci… Sabrı kuşanmış, duaya sarılmış metanetli insanlar… Ve işte tam bu atmosferde İstanbul’dan Mersin’e gelinceye kadar içimden geçen deprem sesli düşünceler, duygular!

Elazığ ve Malatya’da gördüğüm acı manzaralar bana çok şey anlatıyor ve ardından beni içli bir Harput türküsüyle ağlatıyor! Sonra Polat oğlunun şu dizeleri yankılanıyor kulaklarımda;
Tâ şarkta bir Müslüman çekiyor ise acı
Tâ garbın ücrasında duyulmalı bu sancı

Evet şarktaki acıyı, garpta yüreğimizin merkezinde hissediyor ve şöyle diyorum… Ey sevgili Elazığ ve Malatyalı kardeşlerimiz emin olunuz ki siz orada sallandınız, biz burada sarsıldık! Belki sizin eviniz yıkıldı, inanın bizimde dünyamız yıkıldı. Siz orada ağladıkça biz burada inledik, çok büyük geçmiş olsun. Allah yar ve yardımcımız olsun. Rabbim beterinden saklasın, başınız sağ olsun, başımız sağ olsun!

Milletimizin deprem haberini alır almaz seferber oluşu bana şu veciz sözü hatırlattı: “İnsan beraber güldüğü insanları unutur, fakat beraber ağladıklarını asla unutamaz.”

Deprem bölgesinde yağmur gibi yağan yardımları görünce şöyle dedim: “Deprem binalarımızı yıkıyor fakat hamdolsun insanlığımız hâlâ dimdik ayakta…”

Altında kaldığı enkazdan verdiği sesle kurtulan o bahtiyar kişinin sevincini görünce şunu düşündüm: “Öyle zaman olur ki insanın verdiği ses, alacağı nefeslerin müjdecisi olur.”

Depremde en ufak bir sarsıntıda yerle bir olan binaları görünce şöyle demekten kendimi alamıyorum: “Dünyevileşme önce içimizi çürüttü, sonra da işimizi çürüttü ve zihnimde beliren bir soru: İçi çürük olanın işi sağlam olur mu?”

Bildiği ve inandığı sadece gördüğünden ibaret olan güruhun, ne alaka canım demelerine zerre kadar aldırmadan şöyle diyorum: “En az yer kabuğunda ki çatlaklar kadar, değer kabuğunda ki çatlaklarda bizi sallar, sarsar, yıkar ve yakar.”

İnsanın bir anda çiğnediği toprağın altında oluşu, bana yıllar önce kaleme aldığım bir şiirden şu dörtlüğü hatırlatıyor.
Altı vardır altı vardır
Beşten sonra altı vardır
Çiğnediğin şu toprağın
Üstü kadar altı vardır

Depremle ilgili haber, analiz ve yorumlarda her şeyin sadece bilimsel çerçevede tartışılıp konuşulduğunu böylece ilahi iradenin adeta yok sayıldığını görünce aklıma En’am Suresinin 59. Ayet-i Kerimesi geliyor. Bu ayette alem de olup bitenleri, alemlerin Rabbi’nin iradesinden bağımsız görme körlüğüne Rabbi’miz şöyle meydan okuyor:
“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın…”

İnsanın sahip olduğu külli iradesini Dünya’daki o muazzam düzeni bozma noktasında kullanıyor olması da Dünya da olup bitenlerle ilgili insanın o önemli mesuliyetini asla göz ardı etmememiz gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu zaviyeden bakıldığında başımıza gelenlerin, yapıp ettiklerimizin hasılası olduğu gerçeği ile karşı karşıya geliyoruz. İşte bize bu hakikati gösteren Rum Suresinin 41. Ayeti Kerimesi: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.”

Bu ayeti celile aklıma şu veciz sözü getiriyor: “Kuluna zultmetmez hüdası, kulunun çektiği kendi cezası.” Depremi nasıl okumalı diye Kerim Kitabımıza soruyor. Âraf suresinin 155. Ayetinden şu cevabı alıyorum.

“Onları müthiş deprem yakalayınca, Musa dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden bir takım beyinsizlerin işlediği günah yüzünden helak edecek misin? Bu iş senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, bizi bağışla ve sen bağışlayanların en iyisisin.”

Yaşadığım ve izlediğim depremlerde Zilzal suresinin şu ayet-i kerimelerini büyük bir korku ve endişeyle iliklerime kadar hissediyorum. Deprem insana dünya’da kıyamet ve mahşeri yaşatıyor adeta: “Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman, İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. ᅠArtık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”

İçimden geçen bu ayetlerin ardından dilimden Rahmet Elçisinin şu duası dökülüyor: “Ya Rabbi azabından affına, gazabından rızana, senden yine sana sığınırım.”

Şimdi ne yapmalı diye soruyorum, bu soruyu biraz kafa yoruyorum. Şu cevapları buluyorum.

Mü’min sabırda mermer, şükürde çeşme gibi olmalı diyen Sezai Karakoç’a eyvallah diyor ve ekliyorum. Bugün Kerim kitabımızın rehberliğiyle sabrı kuşanmanın vaktidir. “Allah’tan sabır ve namaz ile yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.”

Deprem üzerine konuşmaktan çok tefekkür etmeli diyorum. Tefekkür edebilirsek hakkıyla düşmeden düşünmek, bizi düşmekten koruyacaktır belki de. Ve tevekkül etmeli bu durumlarda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Görelim Mevla neyler neylerse güzel eyler.” dizeleri insana ilaç gibi geliyor doğrusu. Madem ki her şeyin sahibi, haliki, meliki ve maliki odur öyleyse sadece O’na dayanmalı, O’na sığınmalı, O’na güvenmeli.

Bir şeyler yapmalı birde; koşup varmalı, gidip görmeli, sevgi ve şefkatle yaraları sarmalı, kardeşlerine insan bir umut, bir selam, bir teselli vermeli en azından… Ve depremi sadece fay hattının kırılmasından ibaret görmemeli. Hay hattının kırıldığında fay hattının paramparça olacağının idrakinde olmalı ve tüm gücüyle sakınmalı afet ve musibetlere davetiye çıkaran söylem ve eylemlerden…

Evet günah esasen afet ve musibetlere gönderilmiş bir davet mektubu değil midir? Davası ve daveti rahmet olan rahmet elçisinin dilinden dinleyelim: Ali b. Ebû Tâlib (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ümmetim şu on beş özelliğe sahip olurlarsa kendilerine bela iner. “Ya Resulullah! Bu özellikler nelerdir?” diye soruldu. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
1) Para ve mal belirli kişiler arasında dönüp dolaştığı,
2) Emanetlere önem verilmediği,
3) Zekât angarya olarak görüldüğü,
4) İlim, dinden başka bir gaye ve hedef için öğrenildiği,
5) Kişi hanımının sözünü dinleyip, annesine karşı geldiği,
6) Arkadaşına iyi davranıp, babasına saygısızlık yaptığı,
7) Mescitlerde Allah ve Resulünün istemediği sesler ve gürültüler yükseldiği,
8) En alçak ve değersiz kimsenin millete önder olduğu,
9) İslam’dan uzak hayat yaşayan birinin toplumun başına geçtiği,
10) Şerrinden korkulduğu için azgın kimselere ikram edildiği,
11) Şarkıcı kadınların çoğaldığı,
12) Çalgı aletlerinin yaygınlaştığı,
13) İçkiler içildiği,
14) Erkekler tarafından ipek elbiseler giyildiği,
15) Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri atalarına lanet okuduğu vakit…

İşte o zaman imansızlık ve küfür rüzgarlarını, depremler, yere batmalar, insanlıktan çıkıp kılık değiştirmeyi, mesh olmayı, gökten taş yağmasını ve ipliği kesilen eskimiş bir kolyenin tanelerinin ardı sıra gitmesi gibi arka arkaya gelen felaketleri, bela ve musibetleri beklesinler.” Tirmizi, Fiten, 38

Bir taraftan televizyonda deprem haberlerini endişeyle takip ederken, öbür taraftan 2019 yılı Eylül ayında 5.8 ile sallandığımız İstanbul depremi vesilesiyle kaleme aldığım ‘Zilzal’ şiirimden şu beyitleri yeniden hatırlayıp, kendim duyacağım bir sesle mırıldandım.
Geldi koştuğum gerçek, bitti o güzel rüya
Hafız gibi sallanıp, Zilzal okuyor Dünya
Göklere ne yaptık ki yerler böyle sarsıldı
Sahi bezm-i elesteki o kavlimiz nasıldı?
Azabımdan affına, gazabından rızana
Rahmetine koşarak, kaçarız senden sana
Azap etmek istersen, takdirine yok engel
Düşüyoruz, tut bizi yeri göğü tutan el.

Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2020 Mart 190. Sayı

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR