Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Dava ve Hayal Kırıklıkları

Yazarımız BYusuf Yavuzyılmaz´ın konu ile ilgili analizi...


?Bizler davayı Ağrı Dağı´nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk. Bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağ tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu. Ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkarmışız.?                                                                                                                                          (GALİP ERDEM(1937-1997)

 

Bu sözlerin yazarı olan Galip Erdem, 12 Eylül darbesinden sonra tutuklanıp işkence gören ülkücülerden biri olan Yılma Durak´ın arkadaşı. Hiç şüphesiz dile getirdiği gerçeklik sadece ülkücülere ait bir serüven değildir. Her düşüncenin ve ideolojinin içinde, o düşünceye hizmet etmek yerine onu kendi kariyeri için basamak olarak kullanan insanlar vardır.

Bu tip insanlar bir davaya hizmet etmek için yola çıkarlar.  Onları bir siyasi partide etkin bir konumda, bürokrasinin kademelerinde veya bir holdingin yöneticisi olarak görmek mümkün. Eski idealizmden eser kalmamıştır. İsmet Özel´di sanırım. Diyordu ki, ?kendilerine ahlaki vazifeleri hatırlatıldığında salakların dudaklarından şu sözler dökülür: hangi çağda yaşıyoruz.?Aslına bakılırsa bu tipler salak değil, oldukça akıllı insanlardır. Öyle ya, salak insanlar onlarca insanı davaya hizmet ettiğine inandırabilir mi?

Hz. Peygamber´in ordusunda savaştığı halde, kalbinde taşıdığı başka hislerden dolayı şehit sayılmayanların varlığını biliyoruz. Demek ki, şehit sayılmak için Peygamber´in ordusunda savaşmak bile yeterli olmuyor.

Ahmet Özcan ?davası olmayan adam değildir? demişti, haklı. Dava bir insanın hayatını adadığı dini ,ideolojik, devrimci idealler toplamıdır. Tarihe damgasını vuran insanlar, bir dava uğruna mücadele edip, yaşayan ve ölen insanlardır.

Zenginlik, politik kariyer, bürokraside yükselmek ve bulunduğu konumdan daha yüksek bir konuma yükselmek için davayı araç olarak kullanan insanlar ise tarihin oportünist ve pragmatist figürleri olmaktan öteye geçemezler.

Bütün davasını konformizm ve politik çıkarlar uğruna harcayanlar, sadece davalarına zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda kendi insanlığını da bu süreçte yitirirler.

Ne yazık ki, İslamcılık da benzer bir tarihsel süreçten geçti. 1980´ler ve 1990´larda yürüyüşlerin ön safında bulunanlar, en ateşli sloganları atanlar, sabahlara kadar İslam devrimini gerçekleştirmek için zihinsel çaba harcayanlar, harici bir mantıkla kendi grubundan başka herkesi Amerikan uşağı ve düzen işbirlikçisi olarak suçlayanlar, şimdi ne durumdalar acaba!

Bu noktada herkesin sabit olarak aynı fikir düzeyinde kalmasını kastetmiyoruz. Elbette değişen ve gelişen şartlar yani imkanlar oluşturur ve değişimlere kapı aralar. İslam´ın tarihsel süreci tamamlanmış ve bitmiş bir süreç değildir çünkü. Öyle olsaydı içtihadın hiçbir anlamı kalmazdı.

Bizim sözümüz İslam için mücadele edenlerin şartların değişmesiyle eskiden uyguladıkları bazı yöntemleri değiştiren veya yeni açılımlar yapanlar için değildir. Sözümüz, İslami hassasiyetlerini tümüyle kaybedip, kendi kişisel çıkarları için kullanan kişileredir.

Ben İslam için ne verebilirim değil, ne kazanabilirim hesabında olanlar, sadece kendi kişiliklerini örselemekle kalmıyor, tutarsız ve ilkesiz tavırları İslam´a büyük zarar veriyor.

Aldatan bizden değildir uyarısına rağmen, küçük bir kazanç sağlamak için haksız yere müşterisini kandırmak; yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanet etmek münafıklık işareti olarak yorumlanırken,kolaylıkla yalan söyleyen, sözünde durmayan; kadınlara mirastan pay hakkı verilmişken, mirasta kız kardeşine payını vermemek için bin türlü fırıldak çeviren; kadınlara iyi davranmak öğütlenirken, yaşadığı kör geleneğin etkisiyle hanımına dünyayı zindan eden, çocuklarına kötü davranan insan, sadece kendine zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda İslam´ın güzel imajını da zedeliyorlar.

Ne yazık ki, bazı Müslümanlar sakala, cübbeye ve misvaka gösterdikleri özeni hayır yapma, öğrencilere yardım etme, arkadaşlarıyla alay etmeme konusunda nedense göstermiyorlar.

Hakkıyla kılınan namazın insanları kötülüklerden uzaklaştırılacağı hakikati ortada iken, namaz kılan bunca insan nasıl kolaylıkla yalan söylüyor ve sözünde durmuyor. Çünkü dava değil kişisel çıkarlar ön planda. İslam değil politik gelecek daha önemli sayılıyor.

İslam´ın temel değerlerini içselleştirememiş, kişiliğinin parçası haline getirememiş insanlar davalarını unutan insanlardır. Zirveye çıktıklarında Galip Erdem´in sözünü ettiği noktaya varmışlar, davayı dağın eteklerinde unutmuşlardır. Yoksa sabahlara kadar politik tartışmalarla zaman geçirip sabah namazını kaçırmalarını nasıl değerlendirmek gerekir. Hiç şüphesiz İslam belli bir ahlaki ve irfani tutarlılık gerektiren bir dindir. İnsanların özü ve sözünün aynı paralelde olmasını önemser.

Başörtüsü eylemlerinde hep ön sıralarda bulunup, kızlara okullarından atılmak pahasına destek verenlerin bir bölümü holding patronu olduğunda onları görmezden geldi, çektikleri travmayı paylaşmadı, dahası kendi işyerinde başörtülü çalıştırmamaya başladılar. Ahmet Kaya´nın bir şarkısında dile getirdiği gibi ?Bu ne yaman çelişki?dir.

Davayı değil kendini zirveye taşıyanlar tarih boyunca var olmuştur. Özellikle İslami uyanış sürecinde Türkiye özelinde yaşananlar, davayı değil kendini zirveye taşıyanlar hakkında uyarıcı bilgiler veriyor. Dini görünür olanın avantaj sağladığı zamanlarda dindar, bunun tersi olduğu zamanlarda farklı davrananlar kendilerine yazık edenlerdir.

Hayatın ve insanın sonlu olduğunu bile bile bu kadar fırıldak çevirmek bir Müslümana yakışır bir tavır değildir. İslam bize ahlaklı ve vicdanlı insanlar olmamızı öğütler. Ahlaklı, vicdanlı ve adaletli olmaya götürmeyen ibadetlerin kuru birer şekilden ibaret kalacağı açıktır.

         

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR