Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Cumhuriyet Modernleşmesi ve Medine Vesikasının Siyasi Değeri

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın, Özgün İrade Dergisi 2020 Ekim(198.) Sayısında yayınlanan yazısı...


Siyaset felsefesi, “devlet nedir, devlet gerekli midir, birey –devlet ilişkisi nasıl olmalıdır, sivil toplum nedir, ideal toplum var mıdır?” gibi soruları ele alır. Kuşku yok ki, en temel sorulardan biri de birey- devlet ilişkileri ve birbirinden farklı etnik ve dini toplulukların hangi organizasyon içinde bir arada yaşayacağı sorunudur.

Özellikle modernitenin siyasal anlayışı olan ulus devlet formu ortaya çıktığından itibaren birbirinden farklı toplulukların barış içinde bir arada nasıl yaşayacakları sorusu daha da önem kazandı.

Özellikle uluslaşmanın yükselen değer olduğu dönemlerde, ulus düşüncesini zedeleyecek anlayışlar sorun oluşturdu. Ana gövdeden farklı olan dini ve kültürel yapılar, devlet için tehdit olarak algılandı. Farklı etnik ve dini yapıların ana gövdeye eklemlenmesi için asimilasyon politikaları devreye girdi. Bu politikaların uygulanması zorunlu göç, etnik arındırma, dil ve kültürlerin yasaklanması gibi milyonlarca insanı derinden etkileyen trajik sonuçlar doğurdu. Ulus devletin türdeşleştirici özelliği bir arada yaşama ve özgürlük açısından büyük bir engel oluşturdu.

Bir arada yaşamanın en değerli uygulamalarından biri olan Medine Vesikasının uzun yıllar unutulmasının ardındaki neden ne olabilir? Medine Vesikası’nın uzun süre göz ardı edilmesindeki asıl neden, İslam dünyasının yaşadığı siyasal tecrübedir. İslam dünyasında otoriterliği ve merkeziyetçiliği temel alan siyasal kültür, Medine Vesikası’nın temel aldığı katılımcı, müzakereci siyaseti devreden çıkarmıştır. Hz. Peygamber’in uygulamaları ile başlayan siyasal tecrübe, Emeviler yön değiştirmiş şura, biat ve seçim yerine zorla siyasal katılımı esas aldığından Medine Vesikasına ihtiyaç duyulmamıştır. Benzer şekilde yönetim anlamında Emevilerin izinden giden Selçuklu, Osmanlı ve bir anlamda Cumhuriyet Modernleşmesi dönemlerinde de Medine Vesikasına ihtiyaç duyulmamıştır. Medine Vesikası’nın gündeme gelmesi için 1980’ler sonrasını beklemek gerekecektir. Kuşkusuz Vesikanın bu dönemde gündeme gelmesi, ortaya çıkan müzakereci ve katılımcı siyaset tartışmalarının sonucudur. Kuşkusuz bu, barış içinde yaşamak için nasıl bir model oluşturulabilir?” sorusuna bir cevap niteliğindedir.

Medine Vesikasını gündeme taşıyan isim hiç kuşkusuz Ali Bulaç olmuştur. O zamana kadar İslam siyaset tarihinin ürettiği iki model olan Şii İmamet modeli ve Sünni Hilafet Saltanat modeli üzerinden tartışma yürüyordu. Kuşkusuz bu iki modelin tarihsel süreçteki uygulamaları büyük ölçüde merkeziyetçi ve siyasal katılımı sınırlayan uygulamalardı. Ali Bulaç’ın arayışı, artık tarihte kalması gereken ve günümüzün siyasal anlayışlarına cevap vermesi neredeyse imkansız olan bu iki modelin getirdiği sıkışıklığı aşmak için yeni bir imkan oluşturmaktı. Nitekim “Yöneticiler nasıl seçilecek ve nasıl bir siyasal yönetim biçimi oluşturulacak gibi sorular konusunda Kur’an ve Sünnette sınırları kesin hatlarla çizilmiş modeller yoktur. Kur’an ve Sünnet daha çok yöneticilerin uyması gereken ahlaki standartlar üzerinde durmuştur. İçerik üzerinde duran bu yaklaşım, biçim konusunda bütün zamanlar için bağlayıcı hükümler getirtmemiştir.

İlk halife olan Hz. Ebubekir’in seçimi sırasında yaşanan tartışmalar da, halifenin seçim yöntemi ve kim olacağı konusunda açık bir belirlemenin olmadığını göstermektedir. Nitekim Hz. Ömer tartışmaların uzamasının getireceği sakıncaları göz önünde tutarak Hz. Ebubekir ismini önerip konunun kapanmasını sağlamıştı. Ancak daha sonra kendisine Hz. Ebubekir’in yaptığı gibi bir aday önermesi istendiğinde bunu yapmayıp işi Şuraya bırakması da bu konuda bütün zamanlar için geçerli bir kuralın almadığını göstermektedir. Öyle görülüyor ki, İslam düşüncesi başlangıçta toplumların dinamik yapısını göz önünde tutarak yönetici seçimi konusunu ümmetin içtihadına bırakmıştı.

Kuşkusuz güvenlik eksenli bir siyaset ve devlet anlayışının gelişmesinde tarihsel süreç etkili olmuştur. Özellikle Moğol saldırıları sonrası oluşan siyasal ortam bu tartışmayı daha da hayati hale getirmiştir. Müslüman entelektüeller, Moğol saldırılarıyla gelinen noktada büyük bir bunalımın eşiğine gelmiştir. Nasıl oluyor da kültürel, felsefi, bilimsel anlamda hiçbir birikimi olmayan bir topluluk üstün gelebiliyordu? Moğollarda bulunan ve Müslümanlarda bulunmayan ne idi? Bu sorular entelektüelleri şu noktaya getirdi: Moğolların kuvvetli ve disiplinli bir orduları var. O halde ordu ve buna dayalı devlet örgütlenmesi olmadan başarılı olmak mümkün değildir. Bu İslam dünyasında güvenlik eksenli siyasi anlayışın yaygınlaşıp kurumsallaşmasını sağladı. “Siyasetin önemli konusu olan iktidar ilişkisi Maverdi, İmam Gazali, İbn Tevmiye, İbn Cem’a ve bunları izleyen bilgin ve fakihler tarafından “güvenlik ve istikrar” adalete ve ilkeye tercih edilerek şekillendirilmiştir.”(Ali Bulaç, Din ve Siyaset,İnkılap yayınları)

 Türk siyasal aklında yer eden, müzakere ve katılımcı siyaseti dışlayan, totaliter ve merkeziyetçi siyaseti dışlayan totaliter siyasetin kaynakları şunlardır:

1-Emeviler’den devralınan, şura, biat ve seçimi devre dışı bırakan İslam anlayışı 

2- Orta Asya Türk devlet geleneğinden gelen devlet ve güvenlik öncelikli, merkeze bağlı otoriter anlayış.

3- Özellikle Emeviler döneminde sistemleşen ve insanın sorumluluğunu devre dışı bırakan kader anlayışı.

4- Şii’lerde yanılmaz imamet teorisi ve Emevi tecrübesinden sonra kurumsallaşan Sünni hilafet/ saltanat modeli.

5- Özellikle Moğol saldırılarından sonra ortaya çıkan güvenlik eksenli siyaset.

6- Eşari- Gazali – Maverdi çizgisinde sistemleşen ve halifeyi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak gören ve Osmanlı’da somutlaşan, gerektiğinde devletin devamı için kardeş katilini onaylayan anlayış.

7- Yanlış bir tevekkül anlayışıyla beslenen tasavvuf anlayışı. Siyasal kültürü besleyen şeyh, dede, gavs, lider, önder, şef epistemolojisinin oluşturduğu tek ve yanılmaz lider kültü.

8- Osmanlılardaki Allah’ın yeryüzündeki gölgesi sultan anlayışı.

9- Modern Türkiye Cumhuriyetinin başlangıç yıllarından itibaren, kurulan yeni rejimin, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti yerine, otoriteler ve seküler temelde yeniden inşa etmesiyle oluşan elitist ve darbeleri destekleyen otoriter kültür. 

10-Milliyetçilik ve laiklik etrafında sitemleşen ve Tek Parti otoriter yaklaşımı ile belirginleşen Kemalizm yorumu.

11- 1960 yılından itibaren yerleşen ve kökleşen darbe felsefesi.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uygulanan militan laiklik uygulamaları, Cumhuriyetin kurucu elitleri ve devlet ideolojisi ile halk arasında önemli bir gerilim hattı oluşturmuştur. Bugün Türk siyasetinin ana fay hatlarından bir bu bölünme sivil toplumu da önemli ölçüde budamıştır. Dönemin Maarif Vekillerinden Mustafa Necati’nin” Biz harf devrimini Kur’an’ın ruhunu söndürmek için yaptık ve Yıl 1929. Tokat CHF (CHP) milletvekili Refik Ahmed’in “Allah’ı da sultanla birlikte tahtından indirdik.” (Süleyman Hayrı Bolay, Batı Aklına Karşı Türkiye, Ketebe yayınları) ifadeleri dönemin siyasal anlayışı hakkında bilgi vericidir.  Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ulus devlet projesi uygulandı. Ulus devletin temel ideolojisi milliyetçiliktir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren özellikle Kürtler üzerinde uygulamalar, Türk kavramının, çoğu kez etnik olarak kullanıldığını gösteriyor. Bu dönemde Türk kavramı din ve Kürtlerden arındırılarak tanımlandı. Arapça (ezan yasağı) kelimeler ve Kürtçe yasaklandı. 

Dilin yabancı kelimelerden arındırılması, modern bir ulus yaratma çabasının bir uzantısıdır.

Türk siyasal tarihinde görece ortaya çıkan demokrasi arayışına karşı 27 Mayıs darbesi, yeni ve farklı bir siyasal anlayışa zemin hazırlamıştır. Darbe sonrasında Türk seçkinleri, istenmeyen bir iktidar karşısında devleti koruyacak yeterli kurumun olmadığından hareketle atanmış bürokratların ve özellikle askeri bürokrasinin gücünü artıran bir dizi değişiklik yaptılar. MGK, Anayasa Mahkemesi bu kurumların en önemlilerindendir. Böylece 27 Mayıs darbesi;

1- Seçilmiş iktidarları denetleyen bir bürokratik yapı,

2- Yarı askeri bir devlet yapısı,

3- Askeri darbeleri kurumsallaştırması bakımından kötü bir siyasal mirasın öncüsü olmuştur.

27 Mayıs ertesinde oluşan yargılamalar ise tam bir hukuk skandalıdır. Nerdeyse hukuk normlarına uygun hiçbir uygulama yoktur. Mahkeme başkanının “sizi buraya sokan irade böyle istiyor” diyerek yapılan hukuk katliamını savunduğu bir hukuk sahtekarlığıdır yaşanan. Farklı etnik grupların bulunduğu ülkelerde ulus devlet örgütlenmesi ve ulus devletin siyasal ideolojisi, felsefi ve kültürel anlayışı, ana gövdeden farklı etnik ve dini topluluklar için sorunlu bir duruma işaret eder. Kuşkusuz ulus devletler çoğulculuğa açık, demokratik açılımlara etnisiteyi aşan bir konuma gelemezlerse sorun devam edecek. Türkiye özelinde ise bu konuda çok önemli değişiklikler yapılmasına karşın hala eksik konular var. Kuşkusuz Türkiye, demokratik kültür bakımından diğer Ortadoğu ülkeleriyle kıyaslanmayacak kadar öndedir. Eksiklikleri sürekli vurgulamak ve gündemde tutmakta yarar var. Asıl sorun, ulus devlet formunu sabit tutarak demokratik arayışların önünü açmaya dönük faaliyetlerdir. Bu konuda cesur adımların atılması gerektiği açıktır. En temelde çoğulculuğa açık, farklılıkları tehdit olarak görmeyen, kültürel farklılıkları öne çıkaran katılımcı ve müzakereci bir siyasal anlayışın önünü açmak gerekir. Bu anlayış, bir ulus devlet formu ile şekillenen Cumhuriyet modernleşmesinin oluşturduğu siyasal kültürle hesaplaşmayı gerektirir.

Arayış sivil, demokrat, hukuk devleti ve insan haklarına doğrudur. Peki, bu idealler için Kemalizm’in en etkin olduğu Tek Parti dönemi referans alınabilir mi? Yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız yok mu? Referansımız ne Emevi siyasal anlayışı ne de Emevi uygulamasının siyasal karşılığı olan Tek Parti dönemidir. Referansımız İslam’ın adalet, özgürlük, katılım (biat) gibi temel kavramlarıdır. Siyasal önceliğini ise toplumu oluşturan katmanlar arasında yepyeni bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin mantığı Aziz Peygamberin uyguladığı Medine Sözleşmesi’nde fazlasıyla mevcuttur.

Merkezi, otoriter, gerektiğinde hukuk ve adaleti ihmal edip, güvenlik üzerinden politika üretmek şeklindeki politik tavrın derin ve köklü bir zemini var. Bu zemin bir taraftan Orta Asya Türk devlet anlayışına, öte yandan şura, biat ve seçim ilkelerini ihmal edip saltanatı kurumlaştıran İslam’ın Emevi yorumuna varır. Bu tarihsel birikimle hesaplaşmak ve yeni bir siyasal anlayışın kökleşmesini sağlamak gerekir. Bu yeni anlayışın önündeki en büyük engel ulus devlet örgütlenmesinin totaliter özelliğidir.

Ulus- devlet örgütlenmesinin temel özellikleri şunlardır:

1-Teritoryal (Vatan-sınır)

2-Demografik(Birey-vatandaş-ulus)

3-Totaliter

4-Uluslararası ilişkilerde çıkarın belirleyiciliği. (Abdurrahman Arslan, Bilgi ve Hikmet, Yaz 1991) Öyle görülüyor ki, ulus devlet formunun uygulandığı bir toplumda, ulus devletin temel felsefi kabulleri değiştirilip dönüştürmeden demokratik ve katılımcı bir toplum modeli kurulamaz. Özellikle 20. Yüzyılda ulus devletlerin uyguladığı ve ulus yaratmayı amaçlatan, asimilasyon ve farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan entegrasyon politikaları büyük acılar yaşatmıştır.

Şurası bir gerçek ki, gelinen noktada asimilasyon, entegrasyon ve çatışmanın barış içinde bir arada yaşama idealine hiçbir katkısı olamaz. Çözüm Ali Bulaç’ın yıllardır savunduğu müzakere ve katılımı esas alan, Medine Vesikası’nın açtığı yoldan giderek başarılabilir. Siyasal sistemi oluşturan dini ve etnik yapılar, bir araya gelerek, anlaştıkları noktaları belirlemeli, anlaşamadıkları noktalar ise toplulukların iç hukuklarına bırakılmalıdır. Bu durum modern devletin tekilci hukuk anlayışı yerine çoğulcu bir hukuk anlayışını da ortaya çıkarmaktadır. Medine Vesikası, etnik, dini ve kültürel yönden birbirinden farklı olan toplulukların, birbirini ötekileştirmeden barış içinde özgün bir model oluşturmanın imkanlarını vermektedir.

Medine Vesikası, filozofların sistemleştirdiği bir ütopya değildir. Ütopya henüz uygulanmamış ideal toplum modelleridir. Oysa Medenine vesikası, Medine döneminde Hz. Peygamberin önderliğinde bizzat uygulanmış gerçek bir siyasal modeldir.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR